‘Ya Pazar Ya Ölüm’ sergisi Salt Beyoğlu’nda

Etkinlikler
Kullanılmış ayakkabılar, kabuğu soyulmuş, yarısı yenmiş kestaneler, kayışı kopmuş saatler, boş parfüm şişelerinin olduğu bir vitrin… Tamamını görebilmeniz için etrafında dolaşmanız değil içine d...
EMOJİLE

Kullanılmış ayakkabılar, kabuğu soyulmuş, yarısı yenmiş kestaneler, kayışı kopmuş saatler, boş parfüm şişelerinin olduğu bir vitrin… Tamamını görebilmeniz için etrafında dolaşmanız değil içine de girmeniz, ayakkabınızın tekini çıkarıp yerde sürünerek altından geçmeniz, merdivenlerden tırmanıp asılı odanın içine kafanızı uzatmanız gerekiyor. Arjantinli sanatçı Diego Bianchi, 13. İstanbul Bienali kapsamında Salt Beyoğlu’nda sergilenen işi ‘Ya Pazar Ya Ölüm’de bizi kocaman bir oyun dünyasına çağırıyor.

Enstalasyonun yapım aşamasında Dolapdere Bitpazarı’na gittiğimizden, tanıdık gelen nesneleri gördükçe daha eğlenceli bir şeye dönüşüyor Bianchi’nin oyunu benim için. Pazar sabahını hatırlıyorum. Uyanmak ıstırap olsa da pazara adım attığınız anda içine girdiğiniz garabet hissi

Uykunuzu açmakla kalmayıp, kafanızı ne yöne çevireceğinizi de şaşırdığınız bir başka dünya. Bizimse daha ziyade parfüm şişeleri, topuklu ayakkabılar, beyaz gömlekler ve erkek ceketleri için pazarlığa girmemiz gerekiyor. Üstelik Bianchi ‘Kaç para?’ demeyi öğrendikten sonra ortalık daha da kızışıyor, çünkü artık daha az yabancı sayılıyoruz. Alışveriş sonrası konuşurken neden bu nesneleri seçtiğini sorduğumda “Bu nesneleri tercih ediyorum çünkü tüketimin, lüksün, fetişin ve cinselliğin sembolü olan şeyleri işlerimde kullanmayı tercih ediyorum” demişti Bianchi. Günümüz her şeyin alınıp satılabilir tüketim piyasasının absürdleştirilmiş hali olan enstalasyonda dükkân, vitrin ve sokak tezgâhlarının yapısını çalışmasına uyarlayan sanatçı kullanılmış, yıpranmış, unutulmuş nesnelere de sığınak oluşturuyor. Bianchi’yle konuşurken onu en çok heyecanlandıran şey, bu kadar ticari bir cadde üzerinde tüketim çılgınlığını hedef alan bir çalışma gerçekleştirecek olmasıydı zaten.

Teatral bir ortam oluşturmayı amaçladığı çalışmasında bir vitrin gibi tasarladığı işini performansla birleştiren sanatçı, “İnsanların neyi gördüğü ya da neyin fotoğrafını çektiği meselesi çalışırken düşündüğüm şeyler” diyordu. Bu konuda haklı olduğunu çalışmasının etrafında dolaşırken basamakların üzerine çıkıp fotoğraf çektiren insanları görünce daha iyi anlıyor insan. Nesneler arasındaki tuhaf bağlantılar sayesinde kurgu ve gerçeğin iç içe geçtiği çalışmada sanat ve toplumsal arasındaki bağ da kendiliğinden kuruluyor. 

Son 10 yılda çalışmalarında tüketim toplumundan izlere sıkça yer veren Arjantili sanatçı, Arjantin’de özellikle 2001 senesi ve sonrasında gelen ekonomik kriz ve neoliberal hasarın kalıntılarına odaklanıyor. Biriktirdiği ve satın aldığı materyallerle kendi sanat yörüngesini oluşturan Bianchi’ye göre sanat, bazen toplumun belli unsurlarını parçalamakken, bazen de onları yeniden yapılandırmak demek. Mesaj verme derdinden ziyade alanın özgürlüğünden istifade etmeyi tercih eden sanatçı enstalasyonlarına dahil olan ziyaretçilerin bedenlerinden de bu oyuna katılmalarını bekliyor.

13. İstanbul Bienali, 20 Ekim’e kadar sürecek.

Hülya Avtan / Radikal