‘Sanat ve Edebiyat Yazıları’ Çıktı

Etkinlikler
“Sanat ve Edebiyat Yazıları”, Murat Belge’nin 1960’lardan bugüne, dil, edebiyat ve sanat üzerine yazdığı yazıları kapsıyor. Kitap, okura Belge’nin farklı edebiyat yorumla...
EMOJİLE

Sanat ve Edebiyat Yazıları, Murat Belge’nin 1960’lardan bugüne, dil, edebiyat ve sanat üzerine yazdığı yazıları kapsıyor. Kitap, okura Belge’nin farklı edebiyat yorumlarının arasında bakış açısını ve entelektüel zenginliğini görme fırsatı veriyor.

Murat Belge, edebiyat eleştirisinin Türkiye’deki en yetkin kalemlerinden biri. Yalnızca edebiyat eleştirisi gibi teorik bir alanda değil yetkinliği; edebi eserlerin Türkçe edebiyat ve dünya edebiyatı bağlamında bir arada ele alınmasını da her zaman önemsiyor. Aynı sanat ailesinin fertlerinin birbirleriyle ilişkisini de hesaba katarak yazdığı için, hem zengin bir tartışma düzeyi sunuyor hem de kendi üstüne/ içine kapanmayan bir zemin kurmayı başarıyor.

 

Milli roman sakilliği

Dil tartışmalarını Türkçenin Cumhuriyet tarihi boyunca süren macerası ile ele alıp bunu "dünya dili" tartışmasına bağlayan bakış açısı, bu bahsettiğimiz zenginliğin bir göstergesi. Murat Belge; erken Cumhuriyet döneminin milli edebiyat denemelerinin ya da İkinci Dünya Savaşı yıllarında sol entelijansiyanın edebiyat ürünlerinin bazen mümbit kimi zaman da çorak iklimini, milliyetçiliğin edebiyat üzerinde kurduğu kötürümleştirici etkiye değinerek tartışırken de benzer bir tavrı bulmak mümkün.

Yazılar arasında milli edebiyat / milli roman etiketiyle palazlanmış bir sakilliğin göstergelerini bugünün benzer sakilliklerine bağlayanlar göze çarpıyor. Kan, gözyaşı, kahramanlık anlatılarının Ömer Seyfettinvari bir kıyıcılıkla taçlandırıldığı milli roman hevesinin, her estetik değeri ‘milli’leştirmeye uğraşan bu bakış açısının, sadece edebiyatı değil, edebiyatın üretildiği kültürel zemini de nasıl yok ettiğine dair kıymetli gözlemler de mevcut bu yazılarda.

 

 

Türkçe ile dünya edebiyatı nasıl paralelleşebiliyor?

Sanat ve Edebiyat Yazıları altı bölümden oluşuyor: “Dil tartışmaları”, “Türkçede roman, yazarlar ve tartışmalar”, “Divan edebiyatı üzerine”, “Edebiyat söyleşileri”, “Dünya edebiyatının yazarları ve roman kahramanları” ve “Sanat, kültür, estetik.“

Dil tartışmaları bölümünün son makalesi, insanlar arasında ortak bir dil arayışının bugünü ve geleceği üzerine.

İkinci bölümün yazılarında temel yol Ahmet Mithat’tan günümüze Türkçe edebiyatın temel sorunlarından birini teşkil eden “Doğu-Batı sorunsalı” iken, bu tartışmanın dışına taşan yazarlar ve eserler de bahis konusu ediliyor. Nâzım Hikmet, Orhan Veli ve Sait Faik üzerine yazılmış metinlerin oldukça ilgi çekici olduğunu belirtmemiz gerekiyor.

Divan edebiyatı tartışmalarına odaklanan üçüncü bölümde Divan edebiyatının, edebiyat eleştirisinin nasıl konusu haline geleceği, bunu yaparken yararlanılacak tartışmalar ve örnekler üzerine hem metodolojik hem de teorik bir tartışma çıkıyor karşımıza.

Murat Belge ile yapılan edebiyat söyleşilerine ayrılan dördüncü bölümde ise roman tartışmasının yanı sıra İslâm, edebiyat ve estetik tartışmasına, en önemlisi edebiyat ve gündelik hayatın birbirine koşut hale getirilen cephelerine değiniliyor.

Kitabın son iki bölümü adeta biri ötekini tamamlayan temalara ayrılmış. Beşinci bölümde dünya edebiyatının, çevirinin, roman kahramanlarının ve yazarların ele alındığı satırlarla son bölümü oluşturan resim, fotoğraf ve müzik hakkındaki makaleler ortak bir hattı paylaşıyor. Bir yandan bütünlüğe işaret ediyor bu hat, diğer yandan sanat ve edebiyat eserlerine katılan değere, emeğe ve bunlar hangi niteliklere ulaştığında estetik bir önem kazandıklarına…

Eğer o noktada dönüp Sait Faik ile ilgili yazılara bakarsanız; sanat ve edebiyatın, Türkçe ile dünya edebiyatının nasıl paralelleşebildiğini, aynı estetik bütün içinde bazı eserlerin nasıl yer alabildiğini yeniden görebilirsiniz.

 

Kitaptan:

“Kurt Kanunu’, Türkiye’de yazılmış tarihi romanın en iyi örneğidir”

Edebiyatın tarihle olan ilişkisini tarihi roman yazmak gibi doğrudan bir ilişki haline getirince bir tehlikeyi de mütemadiyen yanınızda tutmuş oluyorsunuz: Tarih yazmaya doğru kayılabiliyor; bir başka alana müdahale. Belki de ilişkiyi başka türlü kurmak lazım.

(…) George Eliot çok önemli bir yazardı. Onun “Romola” diye bir kitabı var, rönesans dönemi Floransa’sı üzerine bir kitap. Savonarola, Machiavelli gibi o dönemin bütün önemli adamları da yer alıyor. Dediğim sakınca orada da aynen var, yani kendi 19. yy dünyasının değerleriyle yaşatıyor rönesans İtalya’sındaki adamları. Buna karşılık, mesela “Middlemarch” diye de bir romanı var; belki en büyük romanı.

Bu roman, yaşadığı dönemin biraz daha öncesi İngiltere’yi anlatıyor. Orada son derece başarılı, bir İngiliz Tolstoy’u denebilecek kadar. Katolik rahibin, Protestan işadamının her birinin ideolojileri, dünyaya nasıl baktıkları burada çok iyi.

O dönemi, kendi çağında yerli yerine oturtabiliyor; aslında “Middlemarch”a. Ona da tarihi roman denebilir. Ama yaşadığı dünyanın, kendisinin de bir şekilde bildiği dünyanın olayları yer aldığı için o dönemi çok ince işleyebilmiş.

(…)Türkiye‘ye bakarsak, iyi bir örnek göremiyorum ben. Gene demin George Eliot için söylediğimi Kemal Tahir için de söyleyebilirim. “Kurt Kanunu”, bence en iyi kitaplarından biridir. O da tarihi roman sayılabilir. Çok eski bir dönem değildir ama yine tarihi bir dönemi incelemektedir. Bu romanda şematizmden bir hayli sıyrıldığını sanıyorum. İnsanları yaşatabiliyor.

Tarihi kişilikleri sırf tarihi kişilik olarak almıyor; onlara roman kişisinde olması gereken boyutu katabiliyor. Bir çeşit yakınlık kurabiliyor onlarla. Böyle olunca da “Kurt Kanunu’, Türkiye’de yazılmış tarihi romanın en iyi örneğidir” diyebilirim. Çok da iyi düşünmeden söylüyorum bunu, belki daha iyisi bulunabilir ama şimdi benim aklıma bu geliyor.

Kemal Tahir’in kendi performansı içinde de istisnai bir örnek olarak görüyorum. “Devlet Ana”yı ve “Yorgun Savaşçı”yı öyle göremiyorum. Bu gibi kitaplarında şematizm ağır basıyor ve tarihi verebilmek için roman biraz gürültüye gidiyor. “Kurt Kanunu”ndaki denge ise oldukça iyi geliyor bana.”