‘Roman Mekan İstanbul’

Etkinlikler
Hazırlayan: Muhammed Akaydın 1.İstanbul Edebiyat Festivali bir diğer ismiyle Edebiyat Mevsimi 2. Gününde "Roman Mekân İstanbul"la devam etti. Dün (08.12.2009) saat 14:02’te başla...
EMOJİLE

Hazırlayan: Muhammed Akaydın

1.İstanbul Edebiyat Festivali bir diğer ismiyle Edebiyat Mevsimi 2. Gününde "Roman Mekân İstanbul"la devam etti.

Dün (08.12.2009) saat 14:02’te başlayan oturumun başkanlığını Sadık Yalsızuçanlar yaptı. Oturumda tanınmış romancılar romanda İstanbul konulu konuşmalar yaptı.

İlk olarak "Çanakkale Mahşeri" adlı kitabından tanıdığımız yılların deneyimli yazarı Mehmet Niyazi Özdemir‘in konuşması bekleniyordu ama Özdemir, malum İstanbul trafiğinden dolayı programa geç katıldı. Onun yerine ilk konuşmayı Ötüken Yayınları‘ndan Hilâl Görününce, Karanlığa Direnen Yıldız, Bizim Diyar gibi kitapları bulunan şair, yazar Sevinç Çokum konuştu.

Çokum, konuşmasının satır aralarında roman yazılacaksa mekânın önemli olduğunu, insanın ise daha sonradan geldiğini belirtti. Daha sonra kendi deneyimlerinden örnekler verdi, hatıralarını anlattı.

Çokum‘un ardından söz sırası Yesevi Irmakları, Kıyam gibi birçok roman ve hikâye kitabı bulunan Prof. Dr. Durali Yılmaz’a geçti.  Necip Fazıl Kısakürek‘in Büyük Doğu, Sezâi Karakoç‘un Diriliş dergilerinde yazıları yayınlanan ve halen İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı olan Prof. Dr. Durali Yılmaz,  sözlerine salondaki kalabalığa değinerek başladı. Yılmaz, salonun kalabalık olmasından duyduğu memnuniyeti  belirterek; "Böyle ayakta dinlenmenin çok güzel.  Daha önceden sadece 3-5 kişinin iştirak ettiği bu tür oturumlarının şimdi böyle kalabalıklar tarafından izlenmesinden çok hoşnutum" dedi. Yılmaz, konuşmasını İslam medeniyetindeki ilk romanı anlatarak sürdürdü. Yılmaz, Endülüs olmasaydı Batı Medeniyeti‘nin olamayacağını ve dünyanın ilk romanı olan İbn-i Tüfeyl‘in Hayy Bin Yekzan adlı kitabının da yine o coğrafyada, Endülüs‘te yazıldığını ifade etti. Yılmaz ayrıca, "Bu kitaptan 400 yıl sonra ise Batı‘nın ilk romanı Cervantes‘in Don Kişot‘u çıktı. Ondan 100 yıl sonra da Robinson Crusoe çıktı ki bu kitap da Hayy bin Yekzan’ın taklidi idi. Evliya Çelebi‘nin Seyahatname‘si ise dünyanın en büyük romanıdır" diye konuştu.

Yılmaz sözlerini şöyle sürdürdü: "Batı edebiyatı‘ndan Hristiyanlığı çekseniz roman da kalmaz resim de kalmaz. Bu medeniyette ise Müslümanlığı çekseniz hiçbir şey anlamayız Bâkî‘den Nefî‘den hatta Nedim‘den bile." Yılmaz‘dan sonra söz sırası Sadık Yalsızuçanlar‘ındı. Yalsızuçanlar, "Anadolu, güneşin doğduğu yerdir. İstanbul ise cami’dir, her şeyi cem eden." diyerek konuşmasına başladı.

"Şimdi de kendi öyküm üzerinden konuşmak istiyorum" diyen Yalsızuçanlar, kendisinin taşralı olduğunu belirterek, İstanbul’a ilk gelişini anlattı. Yalsızuçanlar, Ankara’dan trenle geldiğini ve herkes gibi Yeşilçam sinemasında hep izlendiği gibi Haydarpaşa’da indiğini, vapura binerken de sanki bir kozmosa ya da ummana açılmış gibi hissettiğini ve hayatında Haydarpaşa’nın önemli bir imge olduğunu belirtti. İstanbul’da iki merkez olduğunu, bunlardan birinin Fatih, diğerinin ise Üsküdar olduğunu; birinin doğunun en batısı, diğerinin batının en doğusu olduğunu kaydeden Sadık Yalsızuçanlar, Sezâi Karakoç’la ilk tanıştığı zaman gerçekleştirdiği birkaç dakikalık görüşmede kendisini bilinmeyen bir şeyi keşfediyor gibi hissettiğini söyledi.

Konuşmacılardan, Mehmet Niyazi Özdemir geç de olsa katıldı programa ve söz sırası ona geldi.

Konuşmasında tarihi romana değinen Özdemir, bu tarz eserlerde bilgilerin de doğru olması gerektiğini ve kendisinin de yaptığı şeyin bu olduğunu söyledi. Özdemir, tarihi hafızası olmayanın bir tarihi de olamayacağını ve Türk halkının hafızasının yüzyıllardır tahrif edildiği anlattı. Özdemir, bir düşmanın ifadesiyle Balkanlar’da Türklerin öldürülmek istendiğini,  bunun olmaması durumunda ise Türklerin hafızasının tekrar canlanacağından  korkulduğunu anlattı.

Son zamanların en önemli tarih romanının Kemal Tahir’in “Devlet Ana”sı olduğunu ve bunda da ciddi hatalar olduğundan bahseden Özdemir, Devlet Ana tabirinin Batı’dan geldiğini, bizde ise devletin baba olarak tasvir edildiğini belirtti. Özdemir ayrıca, Kemal Tahir’in, Devlet Ana’da Yunus Emre’yi bir ayyaş olarak anlattığını ve bunun çok yanlış olduğunu söyledi.

Programa katılımın yüksek olması konuşmacılar tarafından memnuniyetle karşılanırken, yaklaşık bir saat süren soru – cevap faslı da dinleyicilerin konuya ilgisini gösterdi. Program soru – cevap faslının ardından sona erdi.