Metropol’de Yaşayan Bedeviler Var!

Etkinlikler
Röportaj: Selim Sebilci Kuru biyografik bilgilerin dışında; kimdir Ayşegül Genç? Okudukça yazmak zorunda kalan biridir. Yaşadıkça ve izledikçe karşı çıkmak zorunda kalan biri… Eğer hayat y...
EMOJİLE

Röportaj: Selim Sebilci

Kuru biyografik bilgilerin dışında; kimdir Ayşegül Genç?
Okudukça yazmak zorunda kalan biridir. Yaşadıkça ve izledikçe karşı çıkmak zorunda kalan biri… Eğer hayat yekpare sürüp gitseydi ben de ne yazar ne okur ne de bir şeyler için uğraşırdım.

Yazmaya nasıl başladınız? Neden yazma ihtiyacı hissettiniz?
Yazarlık yalnızlık mesleğidir demiş eskiler. Yalnız kalınca ya kendi kendinize konuşmaya başlarsınız ya da yazarsınız.

Genç dergideki yazılarınızda, Cemaat.com yazılarınızda modernizmin tükettiği insanlara, mevzulara değindiniz. Modernizm bize yaramadı, diyebilir miyiz?
Bu sorunun içinde bile tüketmek ve yaramak gibi modernizmin bizlere hediyesi olan iki sözcük var. Oysa tüketim ve çıkarlar ön plandaysa kişinin ruh dünyasında açılan pencerelerden içeriye egoizmden başka bir şey sızmıyor demektir. Modernizmin kökleri yok. Bu yüzden kökü mazide olan atiler için bir şey ifade etmemesi gerekiyor. Ama bu denli etkilendiysek ve onun ellerinde şekillendiysek ya mazi ile bağımız nostaljiden ibaret ya da ati ile ilgili düşüncemiz bir medeniyet tasavvurundan yoksun. Öyleyse bu şekilden kurtulmak adına geçmişi ve gelenekleri hikâye niyetine okumamalı, “vay biz neymişiz” diyerek o başarılardan nemalanmaya kalkmamalıyız. Hayran olmak yerine örnek almalı ve hataları ret etmek yerine ders çıkarmalıyız.

Sizce modern hastalıklar nelerdir? Mesela internet tehlikeli midir?
Ne için ve nasıl kullandığın önemlidir gibi bir cevapla geçiştirebilirim bu soruyu. Ama teşhisi kadar kolay değil soruyu çözümleyerek cevap vermek. Modern hayat bizi tüm günahların çok yakınında yaşamaya itti. Merkeze zevklerimizi koyduk ve bu hayatın jönü, başrol oyuncusu benim dedik. Hal böyle olunca esas kızlar esas oğlan aramaya, esas oğlanlar da kısa yoldan para kazanmaya meyl etti. Evden yani kendinden kaçan köylü kızlara döndük şöhret olmayı uman. Oysa hayat jön olunca değil karakter oyuncusu olduğunuzda size gaybın ve sırların kapılarını açar. Birileri için sığınılacak liman, arkasını yaslandığında yıkılmayacak duvar olmalısınız ki sevap haneniz işlesin. Bencillik yerine diğerkâmlığı koymalısınız ki “ümmeti ümmeti” diyen bir peygambere yaklaşabilesiniz.

Yazılarınızın dili çok sıcak, okuyanı hemen yakalayan bir diliniz var. Tam da gençlerin seveceği bir dil… Eğlenceli, eğlendiren bir üslup… Fakat dolu dolu… Ayşegül Genç tarzı diyebilir miyiz buna?
Bir tarzım oluştuysa ne mutlu. Tarz üslup çok zor kavuşulan hasletlerden…

Her yazarın iyi bir okur olduğunu söylerler. Siz nasıl bir okursunuz? Başucu kitaplarınız, usta yazarlarınız kimler?
Eskiler 40 sayfa okumadan 1 sayfa yazı yazılmaz derlermiş. Bir nevi küp dolmayınca dışına sızmıyor sözüyle aynı manayı taşıyor. Bu yüzden her yazarın okuması şart elbette… Ama kitap okurken kâinatı insanları ve olayları da okumak bunu birbiri içinde eritmek gerekiyor. Bağlar kurmanız gerekiyor. Bu minvalde ne okuduğunuzdan ziyade okuduklarınızı nasıl yorumladığınız önemli oluyor. Ama ille de nasıl okumak derseniz bazı yazarlardan okumanın zevk kısmını, bazılarından modern hayatı yorumlama kısmını, büyük âlimlerden ise iki cihanı görmek ve anlamak kısmını almaya çalışıyorum.

Eğitim Şart adıyla bir dergi çıkartıyorsunuz. Neden bir eğitim dergisi?
Aslında eğitim kelimesi kullanıldıkça içi boşalan bir kelime. Herkes çocuğunun eğitimli olmasını istiyor. Bunu isterken aslında örgün eğitimi kastetmiyor. Başarılı, terbiyeli, ahlaklı ve iyi bir meslek sahibi olmasını kastediyor. Ve bunu milli eğitime havale ederek sorumluluklarından kurtulmayı umuyor. Yani diyor ki milli eğitim “eğitim” adı altında benim çocuğumu hem erdem sahibi hem iş sahibi yapsın. Bir kurumdan bir şey beklemeniz için o kurumun o şeyi vermeye yetkin olması ve kapasitesini bu yönde genişletmesi gerekir. Oysa eğitim sistemimiz dikiş yerlerinden zonkluyor. Bu bünye bu ameliyatı kaldırmıyor. Demek ki eğitim sadece bir kuruma tahsis edilerek gerçekleşmiyor. Sacın diğer ayaklarında toplum ve aile de var. Sosyal bir varlık olduğumuz için hem toplum içinde hem de duygusal bağlar kurduğumuz ailemiz ile birlikte eğitimimizi tamamlıyoruz ya da eğitime katkıda bulunuyoruz. Bu yüzden “eğitim şart” dedik ama akabinde de ekledik “hangi eğitim, nasıl bir eğitim”

Dergi çalışmaları nasıl gidiyor?
Gençler nedense daha çok hezeyanlarını yazmayı seviyor. Edebiyat yapmak istiyor ama bunu nasıl yapacağı konusunda kararsız. Ne yazsa amacına ulaşmayan kelime yığınlarına dönüşüyor. Bunun sebebi basit yazmayı amaç olarak görüyorlar. Oysa yazmak ancak araç haline gelirse işe yarayan bir eylemdir. Bu yüzden gençleri bir konu hakkında yazmaya ikna etmek çok zor. Oysa biz diyoruz ki bizler peygamberimizin “hepiniz çobansınız ve sürünüzden mesulsünüz” hadisi şerifi ışığında hareket etmeliyiz. Ortada hurda bir eğitim sistemi var, çocuklarımız kobay gibi, veliler şaşkın, öğretmenler şaşkın… ve bu şaşkınlığın doğuracağı nesilden hayır bekliyoruz. Öyleyse bu en büyük derdimiz olmalı… Hepimiz ucundan kıyısından eğitimciyiz, çünkü mesul olduğumuz insanlar var. Öyleyse Mevlana’nın dediği gibi “mesul olduğumuz işlerle meşgul olmalıyız”. Bu açıdan dergi çalışmaları bu bilinci yaymak adına hayli zor gidiyor. Çünkü dergiyi sadece “eğitimcilere” çıkıyor sanıyor herkes ve bu eğitimci kategorisine kendisini, annesini, arkadaşını, kardeşini koymuyor… Bunu anlatmak zor… hiçbir dergi hele bir de edebiyat dergisi ise “gelin bizde yazın” demez. Oysa ben buna uğraşıyorum “hey gençler” diyorum “gelin ve yazın, hayatımızı şekillendiren ve insanı kâmil olma yolunda her basamağında tek tek durmamız gereken eğitim, terbiye, maarif, irfan, ahlak hakkında söyleyecek hiç mi sözünüz yok” diyorum. Bu tür çağrılardan sonra genelde bir kişi çıkıyor ve ben o bir kişiye bile çok seviniyorum:)

Portakal reçeli yapmayı bilmeyen ama iki bilinmeyenli denklemleri çok iyi bilen kızlar yetişiyor diyorsunuz bir yazınızda. İkisi bir arada götürülemez mi?
İkisini bir arada götürebilen kızları anneleri eğitecek. Bakın yine eğitime geldik. Annesini bir eğitimci olarak değil sadece aşçı ve hizmetçi olarak gören bir kız elbette annesinin davranışlarına ve değer yargılarına gözlerini kapatacaktır. Terazinin gelenek görgü ve fıtrat kefesinden aldığı bütün taşları okul kariyer kefesine koydukça önce kendi dengesi sonrada dünyanın dengesi bozulmaya devam edecek. Yine anneler kızlarını “okusun benim gibi sürünmesin” diyerek okula gönderiyor. Böylece yemek yapmak ve temizlik sürünmek olarak kazınıyor kızlarımızın beynine. Oysa insan her işte mahirdir. Terazinin kefelerinden taş çalmadığı, sütün kaymağını yürütmeye kalkmadığı sürece orta yolu bulabilir. Buna planlı ve düzenli yaşamak deniliyor.

Metropol Bedevisi adlı bir de kitabınız yayınlandı. Metropolde yaşayıp bedevi kalabilenlerin özellikleri nelerdir?
Bedeviler aslında yerleşik düzene alışık olmayan kaba saba adamlardır. Eskiden peygamberimiz zamanında sahabe efendilerimiz belirli bir kıvama ulaştıktan sonra ufak tefek mevzuları peygamberimize sormaya hayâ ederlermiş. İçlerinden derlermiş ki keşke bir bedevi gelse de şu soruları soruverse. Çünkü bedeviler nezakete önem vermeyen patavatsızca ne soracaksa soran adamlardır. İşte biz de onlara benziyoruz. Nezaketten ince ruhluluktan uzaklaştıkça metropolde yaşayan(ki bu modernizm açısından nazik ve nezih yaşamanın göstergesi olan yerdir) bedevilere dönüyoruz. Lakin ne metropol dışından göründüğü kadar nezih, ne de metropolde yaşayanlar nazik. Böyle bir çelişkiler ortamında bize İslam’ı kaba saba yaşayan ne yerleşik olabilmiş ne de ruhunu inceltebilmiş bedeviler olmak düşüyor. İyi mi kötü mü ben de bilmiyorum.

Teşekkürlerimle…