İstanbul’un İlk Kent Müzesi

Etkinlikler
Büyükada‘ya bir kent müzesi geliyor. Yitip gitmek üzereyken ele geçirilebilen her nesneyi, sesi ve görüntüyü, daha doğrusu adaların belleğini koruma altına alacak müze, İstanbul için de bir ilk ...
EMOJİLE

Büyükada‘ya bir kent müzesi geliyor. Yitip gitmek üzereyken ele geçirilebilen her nesneyi, sesi ve görüntüyü, daha doğrusu adaların belleğini koruma altına alacak müze, İstanbul için de bir ilk olacak. 

Her semtine ayrı bir müze gereken koca İstanbul’un ilk kent müzesi, bir yıl sonra bugünlerde, Büyükada’daki Taş Mektep‘te açılmış olacak. Müzeyle ilgili bilgilendirme toplantısı, masmavi bir cumartesi günü, faytonla gezinenlere, bisiklet binenlere, dondurma yiyenlere, denize girenlere, semaver etrafında toplananlara inat, perdeleri indirilmiş loş bir odada yapıldı.

Toplantı, ‘Kent müzesi nedir, ne işe yarar?‘ başlıklı konuşmalarla, "Sevgili Adalılar, eskiye ait objeleri sandıklardan çıkarın, bize getirin. Omuz omuza bu müzeyi  kuralım!" çağrıları arasında salınıp durdu. Salona bir tür ‘rica minnet’ hâli, yalvarır bir ses tonu hâkimdi; zira önce ada sakinlerinin inanması ve maddi manevi yardım etmesi gerekiyordu ki müze 2010’a yetişebilsin. Davetliler özellikle de Rum, Ermeni ve Yahudi sakinler, toplantı sonunda tek tek söz alıp, ‘Arkanızdayız’ mesajı verdi.

Bu mesaj, "Evimizin kapılarını size açabiliriz" anlamına geliyordu tabii: "Albümleri, eski belgeleri, mektupları, haritaları inceleyebilir, gerektiğinde alabilirsiniz, hatta büyükannemizin giydiği elbiseyi bile müzeye kaldırabilirsiniz." Bir yanıyla, kent müzesinin basit bir tanımı gibi bu cümle; ama hayli yetersiz yine de…

Adalılara, kentin geçmişini muhafaza altına alan bir dört duvardan daha fazlası vaat ediliyor, bugüne dair de bir şeyler söyleyen, hatta şehrin geleceğini şekillendiren modern bir oluşumdan söz ediliyor.

Bir kent müzesinin şehri nasıl etkileyeceğini, dünyanın bilumum kent müzelerini görüp inceleyen birinden dinlemek hoş doğrusu… İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın müzeler direktörü Suay Aksoy, "Objelerin altın çağı bitti." diyor: "İnanılmaz bir üretim ve tüketim var. Müzeye hangi model cep telefonunu kaldırabiliriz ki!  Şimdi, film, fotoğraf, canlandırma gibi sanal temsiller devrede." Bu yeni anlayışa göre müzenin neyi muhafaza ettiği değil, ne söylediği mühim. Öyle ki koleksiyon büyüklüğüne bile bakılmıyor artık, sahip olduğu malzemeyi nasıl kullandığı, oradan anlamlı bir cümle çıkarıp çıkaramadığı önemseniyor. Son kertede, "Bir kent müzesine girmek bir film izlemek gibi ya da bir kitabı okuyup bitirmek gibi olmalı." diyor Suay Hanım. Yeni nesil müzeler, canlı organizmalar gibi, konuşuyor ve muhatabından da konuşmasını bekliyor. Bu durumda kent sakinlerinin maddî ya da manevî destek sağlamakla yetinmeyip müzedeki tartışma forumlarına, sanat performanslarına katılmaları, sergileri ziyaret etmeleri icap ediyor. Sergilerin de kalıcısı değil, geçicisi makbul epeydir. Çünkü kentler çok daha karmaşık ve değişken, sergilenmeyi bekleyen çok obje ya da kavram var artık.