“İstanbul Hiçbirinde Konuşmuyor”

Etkinlikler
Nokta koyduğu her romandan sonra büyük bir kayıp duygusu yaşadığını anlatan Buket Uzuner fazla acı çekmemek için daha roman bitmeden başka bir romana başladığını söylüyor. ■ İstanbul’un kendi di...
EMOJİLE

Nokta koyduğu her romandan sonra büyük bir kayıp duygusu yaşadığını anlatan Buket Uzuner fazla acı çekmemek için daha roman bitmeden başka bir romana başladığını söylüyor.

■ İstanbul’un kendi dilinden kendini anlattığı bir roman fikri nasıl çıktı ortaya?
İstanbul hakkında tarihçiler, sosyologlar, rehberler de yazıyor, hatta onlar benden çok bilgili kişiler ama İstanbul hiçbirinde konuşmuyor. Bir de edebiyatçının ağzından çıkması ve kadın yazarın dişi bir dil yaratma çabası var burada. Bu kitabın çok yakında İngilizcesi de çıkacak. Yabancı bir ülkeye gittiğimde oranın yazarlarının edebiyatçılarının yazdığı şehirle ilgili yazdıklarını okumak isterim. Biraz insan kendi aradığı şeyleri yapmaya çalışıyor ya oradan çıktı.

■ İstanbul içini döküyor. Pek bir dertli insandan yana…
Biraz sansürlü dökmüş ama içini. Tam dökseydi hepimiz ağlardık İstanbul’la birlikte. Yazarlar kahramanlarıyla çok özdeşleşiyorlar. Hele benim gibi 4 5 yıl karakterleriyle birlikte yaşıyorlarsa, roman bitince çok büyük bir depresyona giriliyor. Öyle böyle değil. Mesela “Gelibolu”yu yazarken karakterler gitti ve ben perişan oldum. Karakterlerin hepsi “Hoşçakal” bile demeden gidiyorlar. Bu bir vaka bütün yazarlar için. Onun için bir türlü romanı bitiremez yazarlar. Sonradan anladım ki, -birkaç yazar dostumla da konuştumböyle bir durum olduğu için bitirmek istemiyoruz, uzuyor son kısmı. Psikolojik olarak onlar gidecek diye çok üzülüyorsunuz. Kötü karakterinize bile alışıyorsunuz. Ondan sonra farkına vardığım ikinci aşama şu oldu, bir roman bitmeden başka bir romana başlanıyor. Genelde bir erkekten ayrılmadan öbür erkeği hiçbir zaman ayarlayamadım. Hiç beceremem öyle şeyi. Ama bir romanda galiba yapabiliyorum. Bir roman bitmeden yeni bir roman fikri çıkıyor, yeni birileriyle buluşuyorum.

■ Yeni flört olsun da gideni unutayım psikolojisi mi?
Onun gibi bir şey herhalde. “Çok mu vefasızım?” diye düşündüm. Yo, o aslında kendini korumak için. Bütün bunları şunun için anlatıyorum, 5 roman, bir yığın kitap içinde beni terk etmeyen tek karakterim oldu, o da İstanbul. İstanbul gitmiyor.

■ Az önce “İstanbul içini biraz sansürlü döktü” dediniz. Sansürü dilde mi uyguladınız?
Hayır daha çok düşüncede uyguladım. Özellikle son yaşanan hem siyasi, hem sosyal olaylar nedeniyle çok öfkeli ve çok kırgınım. İstanbul da bize kırgın. Onu bu kadar kötü kullanan İstanbullara öfkeli ve kırgın olmasını çok iyi anlıyorum. Çünkü her yerini buduyoruz, çok sert ve sevgisiz kullanıyoruz bu şehri. Bunu biraz Türkiye’de yaşayan insanların kadınlara bakışına benzetiyorum. Kadından nefret hastalığımız gibi bu şehirden de nefret ediyoruz. Kadınlarımızı sevmediğimiz gibi o nefret yüzünden şehri de sevmiyoruz. Hep kullanıp atmak ihtiyacındayız. Yazdığım metinde İstanbul belki de yakın bir depremle bizi sarsıp atacaktı. Bir ceza verecekti. O cezaya belki kendim de İstanbullu olduğum için kıyamadım.

■ Yine bir alıntıyla, “Uçuşlar ve düşüşler, yükselişler ve sürünüşler benim ruhumda iç içe” diyor İstanbul. Kişisel tarihinizdeki düşüş ve yükselişler üzerine konuşalım.
Ben de herkes gibiyim ve benim hayatımda da inişler çıkışlar var. Belki de edebiyata ve yaratıcı sanata yönelen insanlar uçlarda yaşıyor, onlar öyle doğuyorlar. Öyle doğan çocuklar arasından çıkıyorlar dikkat edin. Avrupa’da yapılan araştırmalara göre, Virginia Woolf gibi duygu durum bozukluğu çok yüksek olan insanlar arasından çıkıyor sanatçılar. Ben hep inanırım ki, bunu bir psikiyatr dostum da söylemişti Türkiye’de, eğer yaratıcı sanatçılar tedavi edilse, normalleştirilse tamamen bu işleri bırakırlar. O yüzden onların tedavi edilmemesi lazım. Buna çok katılırım. Ama bana “Bu yüzden yazıyorsunuz ama uçlara gitmeyen bir yapınız olsun ister misiniz?” diye sorarsanız gerçekten onu tercih ederdim. Çünkü bu gerçekten insanı çok yoran bir psikolojik yapı. Ama öyle doğuyorsunuz ve öyle doğmuş kişileri de tanıyorsunuz. O yüzden kim sahiden yazar, kim yazmaz onu hemen anlıyorsunuz. Zaten bir romancıda obsesyon olması gerekiyor ki yıllarca aynı konuya sabitlensin. Düşünün dünyada bir yığın olay olurken ben beş sene “İstanbul” romanını yazıyorum. O sırada boşanıyorum, neler yaşıyorum hayatımda. Eğer yazdıklarım dışında gündeme gelmek istesem… Ama çevremde de akrabalarım arasında da benzer duygu durumlarında iniş çıkışları olan gençler var onların hepsine de bu yönlerini herhangi bir sanat alanına yönlendirmelerini tavsiye ediyorum. Oraya kanalize ederlerse bundan kurtulabileceklerini söylüyorum yani tedavi gibi bir şey. Yani çok dalgalı fırtınalı karakterlerden asıl yaratıcı sanatçılar çıkıyor.

■ Romanda yaratıcılığın ilham perisi İstanbul diyorsunuz. İstanbul’un edebiyatçılara verdiği ilham nedir?
Tıpkı sabah kalktığınızda güzel bir ortamla uyanmak gibi. İstanbul herkese bir şey verecek kadar güzel ve cömert. Ama ben edebiyatta ilhama hiç inanmam. Çünkü meselesi olan insan roman yazar, bir sorunu sıkıntısı vardır.

‘ŞAİRLERİ ÇOK KISKANIRIM’

■ İstanbul, “Beni dinlemeyi akıl eden bir avuç insan çıkmıştır onlar da yalnızca şairler ve gezginlerdir” diyor. Ki bunu İstanbul’a dedirten sizsiniz. Yazarlar dinlemiyor mu ya da İstanbul’un dilinden anlamıyor mu?
Buradaki İstanbul 2700 yıllık. Roman çok yeni bir edebiyat sanatı olduğu için, 100 yıl hadi Cervantes’ten başlayalım, 400 yıllık bir sanat diyelim. Onun için oraya koymaya gönlüm razı olmadı. Ben şair olmadığım için iyi şairlere çok özenirim, bazen kıskanırım da onların yeteneklerini. Biraz onlara gönderme yapmak istedim. Bir de eski dönem gezginlerinin aslında biraz romancı olduklarına da inanıyorum. Gezginler bir şehri, ruhunu en iyi anlayan ve o dönem roman sanatı da olmadığı için biraz kurguyla karıştırarak anlatanlar aslında. Şairler de İstanbul’un sesini duyuyorlar. Romancıların büyük bir bölümünün şehirlerin sesiyle filan çok ilgilendiğini sanmıyorum. Çok az öyle yazar var ve öyle edebiyatçılar ne yazarsa yazsın kalıyorlar. İyi şairler zaten o sesi duyuyorlar, duymak zorundalar. Onun için iyi bir şair değilim çünkü zaman zaman duyuyorum sesini.

HABERTÜRK / ÜMRAN AVCI