Gençler Neden ‘Fantastik’ Sever?

Etkinlikler
Röportaj: Selim Sebilci Sitemiz okurları için, sizi tanıyabilir miyiz? Van/Erciş 1972 doğumlu. 1996’da İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. Osmanlı Gazetec...
EMOJİLE

Röportaj: Selim Sebilci

Sitemiz okurları için, sizi tanıyabilir miyiz?
Van/Erciş 1972 doğumlu. 1996’da İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. Osmanlı Gazeteciliği üzerine tez hazırladı. Gökkuşağı Kadınlar Platformu, Feza Kültür Sineması Kültür Kozası’nda görev aldı. Kadın girişim gruplarında inisiyatifler aldı. 1996’dan sonra Sena Dergisi yazı işleri biriminde, Yeni Şafak Gazetesi arşiv destek biriminde görev yaptı. Çeşitli yayınevlerinde çalıştı. New Ajans bünyesinde yayımlanan İstanbul Kültür Sanat Dergisi’nde görev yaptı. Halen Hece Edebiyat Dergisi’nde eleştiri yazıları, edebistan.com, okudumyazdım.net sitelerinde inceleme ve kuramsal yazılarla edebiyat alanında çalışmalar yapmaktadır.
Fantastik edebiyat konusunda yaptığı çalışmalar Hece Dergisi’nde yayımlandığı dönemde eş zamanlı olarak bu konuda eğitimcilerle seminer çalışmaları yaptı. Halen bir çok ilden gelen talepler doğrultusunda özellikle edebiyat öğretmenlerine ‘Fantastik edebiyat’ konusunda seminerler vermektedir. Fantastik edebiyat alanındaki çalışmalarının derlendiği ‘Harikulade Ve Olağandışı’ adlı kitabı yayım aşamasındadır.

Kitaplar üzerine, öykü üzerine eleştirel yazılar yazıyorsunuz. Eleştiri zor bir alan… Neden bu alanı seçtiniz?
Öncelikle şunu ayırmam gerekiyor. Kitaplar ve öyküler üzerine eleştiri yazıları yazmaktan çok, kitapların ve öykülerin bize sağladıkları izlekleri sorgulamak ve bu analizlerin bizi sürüklediği alanlarda yeni kuramsal yapılar oluşturmak niyetindeyim. Yaptığım şey bu bakımdan bir eleştiri değil. Daha çok işin kuramsal arka planını gün yüzüne çıkarmaya çalışıyorum.

Yediiklim Dergisi’ne öyküler yazarak bu işe başladım. Fakat bir süre sonra öykü yazarken kelimeleri özgürleştiremediğimi fark ettim. Kanatları olup da uçamayan bir kuş idi bende kelimeler. Onlara daha söyleyecek çok sözüm vardı ve uçmalarını istemiyordum. Sonra anladım ki kelimeler de benden gitme konusunda istekli davranmıyorlar ve sürekli uzayıp duruyorlar.

Hece Edebiyat Dergisi’nde yazmaya başlayınca kendi kulvarımın da farkına vardım. Ortaokuldan beri sürekli çeviri yazarlar okumuştum. Beslendiğim kaynaklara baktığımda hep ‘ağır edebiyat’ dediğimiz temsilciler elimden geçmişti. Öykünün o naif ve özgür üslubu, benim her cümleyi didikleyen yanım ile uyuşmuyordu. Berger’i, Martinet’i, Saussure’yi okuyup da kuş gibi uçan bir öykü yazamazsınız. Öyle de oldu. ‘Roman furyası’ üzerine yazdığım bir yazı ile kuramsal eleştiri alanına girmiş oldum.Uzun süredir bu tür çalışmalarla bir yandan Hece Edebiyat’ta bir yandan edebistan.com, okudumyazdım.net ortamlarında yazmaya devam ediyorum.

Eleştiri ile yolumun kesişmesi Ömer Lekesiz’le karşılaşma nedenimdir aslında. Lekesiz’e en iyi öykülerimden birsini seçip götürdüğümde bunu eleştirmesini ve beni yönlendirmesini istedim. Cahilin cesareti çok olur hesabı, öykümün iyi yönlerinin de olduğunu biliyorum ve biraz övgü bekliyorum. Ömer Bey, kağıdı eline aldı -belki başlığı bile okumamıştı- ‘sen öyküde hangi boşluğu doldurmak istiyorsun?’ diye sordu ve elindeki kağıdı bana uzattı. Tam bir şok yaşadım. Çünkü bir cevabım yoktu, üstelik çok kıymet verdiğim öyküme bakmamıştı bile. Elbette biliyorum ki Lekesiz benim okuma serüvenimin beni götüreceği yeri kimleri okuduğumu söylediğimde anlamıştı. Sürekli çeviri kitaplar okuyan, yazarı ile savaş halinde olan, satırların altını çizip itirazlar yapan bir okuyucu asla öykü yazamazdı. Öyle de oldu. Kelimelerin peşinden gitmeyi sözün peşinden gitmeye yeğledim o günden sonra. Çünkü şunun farkındaydım. Söz kelimelerle yol alır, kelimeyi sorgulmazsan ortaya çıkacak söze razı olman gerekir. Ve eleştiri rıza kabul etmiyordu. Okuma haritamın tam da bu alanla uyumlu olması beni daha başka yazarlarla karşılaştırdı. Eco, Blanchot, Burckhardt benim için vazgeçilmez oldular.

Dergilerle aranız nasıl? Hangi dergileri takip ediyorsunuz?
Pek çok edebiyat dergisi var piyasada biliyorsunuz. Hepsini takip etmek izlemede kalmak demek olur. Vazgeçilmez ya da göz ardı edilemez olanlarını bu takipten ayırmak gerek.. İsim vermeden göz ardı edilmemesi gereken dergilere mutlaka dikkat kesildiğimi söylemeliyim. Dergilerin dosya konuları belirlemesini önemiyorum. Derinlemesine analiz ve alanın uzmanlarının görüşleri dergilerin varlıklarını daha anlamlı kılıyor. Sanal dünyanın enteraktif dergileri ise daha zor izleniyor. Çünkü güncellemenin periyodu dergiden dergiye değiştiğinden ‘aylık, haftalık’ dergi anlayışının dışında bir hız ile karşılaşıyorsunuz. Ama bu alanda önemli boşluğu dolduran dergiler var ve gittikçe alanında uzmanlaşan yapılar da ortaya çıkacaktır. Kitap eklerini ise ‘duyuru dergileri’ olarak algılamak gerekebilir. Yeni çıkan kitapların tanıtımları okuyucu için önemli. Ama göz ardı edilmemesi gereken kitapların, bu eklerde nitelikli tanıtımlarla okuyucuya sunulması çok daha önemli.

Sizde iz bırakan kitaplar hangileri?
Bende iz bırakan kitapların Doğu edebiyatı ile tanışmadan önce Goethe, Berger, Eco, Rimbaoud ya da Baudelaire olduğuna o kadar çok inanmıştım ki, Doğu Edebiyatı’yla karşılaştığımda büyük şaşkınlık yaşadım. Edebiyat, coğrafyaları sınırları önemsemeden hayata nüfuz ederdi ve herkesi etkilerdi. Ama Doğu edebiyatı bir kapalı hazine sandığı gibi önüme geldiğinde ve bu sandığı açtığımda mesela Dante’nin Mevlana ile tanışmamış olmasına çok üzüldüm. Ya da Geothe’nin Hegel’in Mevlana ile mutlaka karşılaşması gerekirdi. Attar’ın aklı hiçe sayan serüveninin Berger’in bir tablonun önünde sayfalarca fikir yürütmesine yeğlenebilecek bir çılgınlık olduğunu gördüm. Ben sandığı açmıştım ve sandık beni içine çekmiş kapağını kilitleyivermişti adeta. Hala da bu etkiden kurtulabilmiş değilim. Böyle bir durumda ben hangi ismi versem yalan olur. Mevlana’yı başucu kitabı yapanların popüler okuyuşu değil benim kastettiğim. Doğu’nun toprağına sinmiş bir içsel okuma vardır. Ruhunu vererek okuma. Saydığım Batı düşünce dünyasına ait isimler çıkınınıza bir şeyler koyuyor elbette, geniş ufuklar açıyor ve bakış açınızı biçimlendiriyor. Ama Doğu’nun katkısı tokluk hissetiğiniz noktada bir hazmetme biçimi olarak kuşatıyor sizi. Bu şu demek, her kitap elinizden geçiyor ama ruhunuza bir çentik atıyor. Buna ister yaralanış deyin ister sağaltım. Ruhunuza izini bırakmayan kitap sadece parmaklarınızın arasından geçmiştir.

Genç öykücülere, yazmaya yeni başlayanlara neler önerirsiniz?
Yazıya yeni başlamış arkadaşlar şunu kesin olarak bilmelidirler. Yazdıkları alanda yazdıklarından daha çok çarpı iki (x2) katı okumuyorlarsa testi bir gün boşalacaktır. Üç sayfa yazı yazdıysan altı sayfa okumuş ve okuduğunu içselleştirmiş olman gerekecektir. Durmamacasına, bıkmamacasına okumanın zevkine vardıklarında zaten yazmak için hiçbir efor sarf etmelerine gerek kalmayacak, dolan şey bir sızıntı bulup akacaktır. Yazmak okumanın doğasıdır. Okuma olmadan yazma eyleminin varlığı neredeyse imkân dışıdır. Yazanlara ısrarla ‘oku!’ demezsek boş testilerin çıkardığı seslerle edebiyatı popüler şakşakçılara teslim etmiş oluruz.

Okuma biçimi olarak çoğul okumayı önerebilirim. En az iki kişinin bir araya gelerek aynı kitabın içinde anlam arayışlarına girmeleridir çoğul okuma. Çoğul okuma kitabı da düşünceyi de çoğaltır ve hiç göremediğiniz ufuklar açar önünüze. Tekil okumada bu bereketi bulmak çok zor. Yeni yazan arkadaşların, ilgilendikleri alandaki duayenler (hayatta olanlar) ile olan iletişimlerini sıkı tutmaları da önemli. Onların sohbetlerinde, düşüncelerinde ya da ufak tavsiyelerinde öyle büyük şeyler gizlidir ki tek bir söz bazen sizin hayatınızı yönlendirmeye yetebilir.

Önce hangi yazarlar okunmalı?
Önce hangi yazarlar okunmalı sorusunun bir liste olarak verilmesi gerekmeyebilir. Ama hangi alanda ilerlemek istiyorlarsa o alanın önde gelenlerine mutlaka öncelik vermeliler. Yıllık okuma listeleri yapmak çok verimli çalışmaların ortaya çıkmasına olanak sağlıyor. Ya da mevsimlik okumalar. Mesela kış boyunca hazirana kadar beş yazarın bütün kitaplarını, ya da şu alanda on beş kitap gibi hedefler, kısa sürede bir okuma disiplininin oluşmasına olanak sağlar. Bu disiplin daha sonra sekteye uğramadan doğal akışı içinde devam eder. Ama başlarken çocuğun yürüteç kullanması gibi bir desteğin olması gerekir o destek kendi kendimize uyguladığımız disiplindir.

Öykü üstüne yazılarınızı ne zaman bir kitap olarak göreceğiz?
Yakında yayımlanması planlanan bir çalışma hali hazırda mevcut. Ama bu öykü üzerine olan çalışmalarımı kapsamıyor. Uzun süreden beri fantastik edebiyat üzerinde çalışıyorum. Fantastik edebiyatın tarihi, imkânları, birikim ve geleceği üzerine kapsamlı bir çalışma. Kitap henüz yayımlanmadı ama bazı özel eğitim kurumlarında ve bazı illerde bu konuyu merak eden eğitimcilerimize seminerler şeklinde sunuldu. Fantastik edebiyatın şimdilerde çok satanlar listesinde olması ve gençlerin bu alana ilgi göstermesi eğitimcilerin de bu alana dikkat kesilmesine neden oldu. Ebeveynlerin kaygı duyduğu, öğretmenlerin kuşku ile baktığı, gençlerin hızla okuyup tükettikleri fantastik için Todorov’dan sonra artık söz söylemenin vakti geldi sanırım.

Şu sıralar nelerle ilgileniyorsunuz, neler yapıyorsunuz?
Şu sıralar edebiyat alanında yine fantastik alanında başka bir çalışmanın peşindeyim. Bu defa alana inerek gençler ile ‘neden fantastik?’ sorusunun cevaplarına ulaşmayı planlıyorum. Çünkü gençler kült fantastikleri okumuyorlar. Yani bir Ursula Le Guın’i ya da Hoffmann’ı, Poe’yu değil, daha su katılmış, özentili ya da benzer temalar ve imgeler üzerine kurulmuş serileri tercih ediyorlar. Bunun nedenini merak ediyorum. Fantastiği ‘kaçış edebiyatı’ olarak görmeyen birisi olarak gençlerin bu ‘kaçış’ını anlamlandırmak istiyorum. Çok keyifli bir çalışma bu. Ama aynı zamanda ortaya çıkan verilerle ebeveynleri ve eğitimcileri tedirgin etmemek de gerekiyor.