Dillere Destan Aşk Hikayeleri

Etkinlikler
Hazırlayan: Gülay Gümüş Leyla ile Mecnun’u, Ferhat ile Şirin’i, Arzu ile Kamber’i duymayanınız yoktur. Hangi zamanda ve nerede yaşadığı bilinmeyen bu aşıklardan günümüze sadece ...
EMOJİLE

Hazırlayan: Gülay Gümüş

Leyla ile Mecnun’u, Ferhat ile Şirin’i, Arzu ile Kamber’i duymayanınız yoktur. Hangi zamanda ve nerede yaşadığı bilinmeyen bu aşıklardan günümüze sadece adları ve dillere destan hikayeleri kaldı. Kimi sevdiği uğruna dağları deldi, kimi aşkından yanıp küle döndü, kimi de Leyla’sında Mevla’yı buldu…

Sadece Türk edebiyatında değil, Azeri, Arap, Fars ve Balkan… edebiyatlarında da yer alan bu aşk hikayeleri, ülkeden ülkeye, hatta şehirden şehre bile değişiklik gösterebiliyor. Bu hikayelere baktığımızda aslında çoğunun anonim olduğunu görüyoruz. Hatta pek çok kültürde benzer hikayeler farklı isimlerle anlatılagelmiştir. Özelllikle Fars edebiyatında aslında halk tarafından anlatılan aşk hikayeleri pek çok ünlü şair tarafından işlenir. Bunun sebebi ise o dönem şairlerin değerini ve şairlik derecelerini, anlattıklarından daha ziyade nasıl anlattıklarının belirlemesiydi. 

Örneğin Leyla ile Mecnun hikayesine baktığımızda pek çok şairin mesnevilerinde bu hikayeye yer verdiğini görüyoruz. Ancak Fuzuli‘nin eseri diğerlerinden daha üstün olarak görülür. Aynı durum Ferhad ile Şirin hikayesinde de geçerlidir. Nizami mesnevi türündeki eserinde bu hikayeyi ‘Hamsede Ferhad ile Şirin’ olarak işler . Ali Şir Nevai ve Senai de bu hikayeyi işleyen şairler arasındadır. Ancak esas olarak Nizami‘nin Hamsesinin ikinci mesnevisine mevzu olduktan sonra İran ve Türk edebiyatında en çok bahsi geçen ortak hikâyelerden birisi olmuştur.

Bu yazıda, destanlaşmış aşk hikayelerinden en bilinenlerine yer vermeye çalıştık. Kültürden kültüre değişiklik gösteren bu hikayeleri hangi kaynaklardan okuyabilirim diye düşünenler için de, her hikayenin sonunda, bu hikayenin tamamını okuyabileceğiniz edebi kaynaklara yer verdik.

İşte, yüzyıllardır anlatılagelen aşk hikayelerinden bazıları…

KEREM İLE ASLI

Bir zamanlar Türkmenistan’ın Semerkant şehrinde bir bey yaşardı. Sururi adındaki bu bey ile muhasebecisi keşiş Yahud’un çocukları olmadığından ikisi de üzüntü içindeydi. Bir gün birlikte seyahat ederlerken yolda eğer çocukları olursa birbirleri ile evlendirmeye karar verirler. Önlerine çıkan bir dervişe dertlerini anlatırlar. Dervişin verdiği bir elmayı hanımları bölüşüp yedikten sonra Hatice sultan bir oğlan, Keşişin hanımı da bir kız doğurur. Oğlanın adını Mirza Han, kızın adını da Kara Sultan koyarlar. Fakat zamanla keşiş güzel kızını, Sururi Şahın oğluna vermekten vazgeçer ve Semerkant’ı terk ederek Zengi kasabasına çekilir.

O sırada 15 yaşına gelen Mirza Han, bir gece rüyasında Kara Sultanı görür, içine bir aşk ateşidir düşer… Bir gün en yakın arkadaşı Sofu ile çıktığı av sırasında yolları Zengi kasabasına düşer. Mirza Han vurduğu kuşun düştüğü bahçeye atlar ve havuzun başında gergef işleyen ay parçası gibi bir kız görür. Mirza Han, bu kızın rüyasında görüp aşık olduğu kız olduğunu anlar ve yavaşça yanına yaklaşarak