Byatt’tan ‘The Children’s Book’

Etkinlikler
İngiliz edebiyatının en önemli yazarlarından A.S.Byatt‘ın son kitabı The Children’s Book, önümüzdeki dönemde Türkçede yayımlanacak. Byatt‘ın ismi her yıl Nobel ödülü kulislerinde geç...
EMOJİLE

İngiliz edebiyatının en önemli yazarlarından A.S.Byatt‘ın son kitabı The Children’s Book, önümüzdeki dönemde Türkçede yayımlanacak. Byatt‘ın ismi her yıl Nobel ödülü kulislerinde geçiyor. Ülkemizde gereğince tanınmayan Booker Ödülü sahibi bu seçkin yazar, Kitap Zamanı‘nın sorularını cevapladı.

Geçtiğimiz aylarda edebiyat dünyasının gündeminde Amerikalı romancı Philip Roth’un romana 25 yıl ömür biçmesi vardı. Çağımızın önde gelen romancılarından biri olan Roth’un öngörüsünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Romanın 25 yıl mı ömrü kaldı gerçekten?

Ben romanın ölmekte olduğunu düşünmüyorum. Roman, insanlar arasında uzun bir diyalog gibidir, onların kullandığı dildir. Bugüne kadar birbirimizle konuşmak için geliştirilmiş en kapsamlı yöntemdir bir bakıma. Romanın sunuluş biçimi değişebilir, örneğin elektronik olabilir ama yok olması çok uzun zaman alacaktır. Bugün iletişimde kullandığımız bloglar, Facebook gibi internet siteleri aslında okuma-yazma ihtiyacımızın bir göstergesi. Bunlar belki sıradan romanın yerini alabilir ama iyi romana hâlâ ihtiyaç duyuluyor. Tabii, iyi yazarlar da internetteki bu iletişim alanlarına göz atmalılar ki, insanların birbiriyle iletişim kurduğu ortamlarda neler olup bittiğini görebilsinler.

Bir söyleşinizde çocukken başka bir seçeneğiniz olmadığı için kitap okuduğunuzu söylemiştiniz. Bugünün dünyasında bir çocuğun eğlenmek ve öğrenmek için okumak dışında pek çok seçeneği var. Bu bağlamda okumanın ve ‘okurluğun’ geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bu gelişim ya da değişim sizi korkutmuyor mu?

Bugün çocukların genel olarak daha az okuduğunu düşünüyorum. Ama okuyanlar internetten her türlü malzemeye ulaşabiliyorlar, böylece dile ve düşünceye ilgileri artıyor. Örneğin, torunlarım kitaplara çok meraklı ve düzenli olarak okuyorlar. Gerçi bir tanesi daha çok popüler olanlara ve görsel dünyaya ilgi duyuyor ama… Bana kalırsa insanın hikâyeye derin bir ihtiyacı var. Romanlar, bu ihtiyacı öteki şeylere göre daha farklı ve kuşatıcı biçimde gideriyor. Elbette filmlerde ve televizyonda dönen hikâyeler de var, mesela kitaplardan yapılan filmler bence kitaba olan ihtiyacı bir ölçüde doyuruyor. Bu anlatı çeşitlerinin hepsinden de zevk alabiliriz kanımca.

Roman yazmanın bir inşa işi olduğunu belirtiyorsunuz; başarılı romanın sırrı sizin deyişinizle araştırmaktan, bilgileri değerlendirmekten yani ödevini iyi yapmaktan geçiyor. Sizce edebiyat, ilhamın bir hediyesi olmaktan çok, bozulması mümkün bir yapının inşasından mı ibaret?

Bence ilham mitolojik bir şey, hatta dinî de denilebilir. Yazarken beynimin nasıl çalıştığını düşündüğümde aklıma hep üç boyutlu bir elektrik devresinde ışıkların yanması geliyor: Nöronlar, diyotlar ve bağlantılar. Bir heyecan hali… Yavan olmayan ama ukala da olmayan bir hal… Tam tersi, vahşi ve kendine yeten bir ruh hali… Oraya şeyler, insanlar, dünyalar ve sözcükler arasındaki bağlantıları görerek varıyorsunuz. İşin başında tekil bağlantılar var, örneğin tek bir masal ("Peau d’Ane" diyelim) ve gelişen olaylar. Ama bunu akla getiren bir ilham perisi değil, akıl ya da belki serbest çağrışım. Pek çok düşünce bilinçte değil, ötede yani karanlıkta doğuyor.

Türk edebiyatından takip ettiğiniz yazarlar var mı?

Cevat Çapan’la uzun süreli dostluğuma çok şey borçlu olduğumu söyleyebilirim. Birlikte öğrencilik yaptık. Onun şiirlerini Fransızca ve İngilizce çevirilerinden okuyabiliyorum. Orhan Pamuk’un tüm yapıtlarının büyük bir hayranıyım. İngiltere’de hemen hemen hiç tanınmadığı zamanlarda, ilk kitaplarından biri olan Beyaz Kale’yi yılın kitabı seçmiştim hatta.