Bir Baksanız Göreceksiniz!..

Etkinlikler
Hazırlayan ve Fotoğraflayan: Bengü Dağlı Geçenlerde bir iş için Eminönü’ne gitmiştim. Ankara Caddesi’nde yürürken gayr-i ihtiyari bir caddeye girdim. Daha sonra bu caddenin Büyük Postane C...
EMOJİLE

Hazırlayan ve Fotoğraflayan: Bengü Dağlı

Geçenlerde bir iş için Eminönü’ne gitmiştim. Ankara Caddesi’nde yürürken gayr-i ihtiyari bir caddeye girdim. Daha sonra bu caddenin Büyük Postane Caddesi olduğunu öğrenecektim. İstanbul’da o kadar çok yere gidip geliyoruz ki bazen nereye gittiğimizi, nerede gezindiğimizi umursamadan geçip gidiyoruz.

İşte yine öyle bir gündü. Büyük Postane Caddesi’ne girdiğimde basamakların üzerinde oturan adamlar dikkatimi çekti. Adamlar belki güneşten korunmak, belki hayatın karmaşasına bir anda olsa mola vermek için basamaklara oturmuş, gelene geçene bakıyorlardı. Binanın gölgesi o kadar büyüktü ki buna rağmen zahmet edip de kafamı kaldırmadım bile…

Arkadaşımla sohbet ede ede yürüyorduk ki arkadaşım beni uyardı. “Bengü bu binayı biliyor musun?” İşte o zaman kafamı kaldırıp baktım. “Binayı biliyorum ama daha önce içine hiç girmedim” dedim. Arkadaşım bir çırpıda binayla ilgili bilgi verdi bana; 1905 yılında yapımına başlanan ve dört yıl sonra tamamlanan Büyük Postane, 1909’da ”Posta ve Telgraf Nezareti” olarak açılmış.

1930’larda ”Yeni Postane” olan adı sonradan ”Büyük Postane” olmuş. Günümüzde postane binası olarak kullanılan bu binada, 1927-1936 yılları arasında İstanbul Radyoevi de hizmet vermiş.

1958 yılında tamamen posta ve telgraf hizmetlerinde kullanılmaya başlanan bina, günümüzde zemin kat Sirkeci Postanesi, birinci kat telgraf müdürlüğü, ikinci ve üçüncü katlar da PTT İstanbul Bölge Baş Müdürlüğü olarak kullanılıyormuş. Arkadaşım bu bilgileri verdikten sonra binaya girmekten kendimi alamadım. Şansıma elimde fotoğraf makinem de vardı. Dışarıdan içeriden binanın fotoğraflarını çekmeye başladım. Gerçekten bina çok ihtişamlıydı. Binanın yüksek tavanları ve duvardaki figürler beni mest etmeye yetti. Bir ara güvenlik görevlisi bizi uyardı fotoğraf çekiyoruz diye. Hemen itiraz ettim. Neyse konuşup tatlıya bağladık olayı. Kimseyi rahatsız etmeden birkaç fotoğraf alabilecektik.

MÜZE KAPISI DUVAR

Daha sonra görevliden, Büyük Postane’nin bir bölümünün PTT Müzesi olduğunu öğrendim. Eminim binanın içindeki PTT Müzesi‘nden haberdar olanların sayısı çok azdır. Vakit kaybetmeden müzeye doğru yöneldim. "PTT Müzesi", Büyük Postane’nin hemen yanındaydı.

Aynı zamanda giriş kapısı Postane’den ayrıydı. Kapının üzerinde kocaman “PTT Müzesi” yazıyordu. Kapıyı ittim ama açılmadı. Yok, yok kesin gücüm yetmedi. Bir daha, bir daha derken kapıyı açamıyordum. Merdivenlerde oturan bir çocuk kapının kilitli olduğunu ve kapıya vurmam gerektiğini söyleyince şaşırdım. Tepkimi belli edercesine “Misafirliğe değil, müzeye geldik değil mi?” dedim.

Çocuk ben bilmem şeklinde kafasını önüne eğdi. Haklıydı da, o nereden bilecekti. Kapıyı birkaç kez çaldıktan sonra nihayet açıldı. Hemen arkamdan bir baba-oğul ve tek başına 40-45 yaşlarında bir adam da müzeye girdi. Görevli bir bayandı. Bizi içeri aldıktan sonra arkamızdan tekrar kapıyı kilitledi. Biz de hemen hesap sormaya başladık. “Burası müze değil mi, neden kapıyı kilitliyorsunuz?” dedik.

Görevli bayan, personelin yetersiz olduğunu güvenlik için kapıyı kilitlediklerinden bahsetti. Kaydımız alındıktan sonra içeri doğru yöneldik. Elimde fotoğraf makinesi vardı. Görevli fotoğraf çekmenin yasak olduğundan bahsetti. Ben de amacımı anlattım. Sadece birkaç fotoğraf çekecektim haber için… Offf izin almam gerekiyormuş. Neyse ki yarım saatlik bir uğraştan sonra fotoğraf çekmek için izin aldım.

Osmanlı ile Türkiye’nin iletişim ve telekomünikasyon tarihini gözler önüne seren PTT Müzesi; posta, telgraf, telefon ve pul olmak üzere 4 ana bölümden oluşuyor. Posta bölümünde Osmanlı’dan günümüze postacıların kıyafetleri mankenler üzerinde sergileniyor. Biraz ilerleyince geçmişten günümüze kullanılan posta kutuları karşınıza çıkıyor. Bu kutuların içinde 1963 yılından kalma posta kutularını görmeniz bile mümkün.

Bu arada 1914 yapımı büyük kırmızı renkli posta kutusu özellikle önemli… Bu posta kutusu, Osmanlı – Bükreş posta kutusu idi. Savaşa giden askerlerin cepheye gönderilmeden önce son kez mektuplarını attıkları kutulardan birisi yani… Posta kutularının karşısında kocaman bir ahşap masa sizi bekliyor. Bu masa “Büyük Postane”nin içinde bile dikkatimi çekmişti. Çok değişik ve çok güzel görünüyordu. İsmi “Halk Yazı Masası”ydı.

Bu arada duvarda, 1855 yılında Kırım Savaşı’nda Türklerin Sivastopol’a girişlerini anlatan bir tablo var. Tablo üzerinde, "Bu tablo Osmanlı’da çekilen ilk telgrafı simgeliyor. İstanbul-Edirne, İstanbul-Şumnu hattının tamamlanması nedeniyle Şumnu’dan İstanbul’a gönderilmiş ve telgrafta "Asakir-i Müttefika (Müttefik askerleri) Sivastopol’e girmişlerdir" yazıyor.

PTT Müzesi’ni daha yakından görmek için tıklayın…

Müzenin ikinci katında sizi pullar bekliyor. Müzede 13 Ocak 1863’te Posta Nâzırı Âgâh Efendi tarafından sigara kâğıdı üzerine basılan ilk Türk pulundan örnekler de var. Ayrıca Türk ve Dünya Posta Birliği’nden gelen emisyon pullarını görebilirsiniz.

İkinci katta bir oda dikkatimi çekiyor: Manastırlı Hamdi Bey‘in odası… Bu odanın önemi, 16 Mart 1920 sabahı İstanbul işgal edilirken, acı haberi Ankara’ya, Mustafa Kemal’e telgraf ile bildirmesinden kaynaklanıyor. Manastırlı Hamdi Bey’in resminin asılı olduğu oda eskisi gibi korunmuş, onun kullandığı telgraf makinesi de masanın üzerinde duruyor.

Üçüncü katta ise Osmanlı döneminde ilk kez kullanılan telefonları, telgraf makinelerini görmeniz mümkün. Müzeyi birlikte gezdiğimiz 40-45 yaşlarındaki adam hemen bir şikâyetini görevlilerle paylaşıyor. Sergilenen makinelerin üzerinde hangi döneme ait oldukları yazılmıyordu. Yetkili, böyle bir envanter çalışması yapılmakta olduğunu söyledi. Haydi bakalım kaç sene sonra yapılır birlikte göreceğiz.

Yine bir yetkili, müzede gezip gördüğümüz eşyaların bir o kadarının da depolarda olduğunu söyledi. Kültür Bakanlığı İstanbul’daki bu müzeyi Ankara’ya taşımayı planlıyormuş. Hatta bu müze için bir yer bile ayarlanmış… Bu ilginç müzeyi İstanbul’da görmek için son zamanlarınız olabilir. Bir an önce gidip görün, derim.

Yine aynı katta Osmanlı döneminde kullanılan posta çantalarını da görmeniz mümkün…

Müzeyi gezerken İstanbul’a ilk telefonun Sultan 2. Abdülhamid tarafından getirildiğini de öğreniyorsunuz. Telefonun yaygınlaşması ise, 1908 yılındaki 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra gerçekleşiyor. Tabii telefonlar o zamanlar otomatik değil. Görüşmeler, santrallerdeki görevlilerin hatları bağlaması ile yapılıyor. İlk zamanlar santrallerde genç kızlar çalışıyormuş. Hatta isteklilerin sınavlara katılıp kazanmaları şartı varmış. Türk tiyatrosunun en önemli isimlerinden Bedia Muvahhid de bu sınavları kazanarak bir süre santral görevlisi olarak çalışmış.

Özellikle öğrenciler için görülmesi gereken, önemli müzelerden biri olan PTT Müzesi hafta içi her gün, mesai saatleri içinde ücretsiz olarak gezilebilir. Bizden hatırlatması…