Barthes ile ilişkimiz

Etkinlikler
Semih Gümüş’ün kitap kritiği; Barthes, hem bir edebiyat düşünürüdür hem de yazınsal metin tadı veren yazılar yazmış bir yaratıcı olarak onaylanmıştır. Robbet-Grillet’nin bu kitabı, Barthes...
EMOJİLE

Semih Gümüş’ün kitap kritiği;

Barthes, hem bir edebiyat düşünürüdür hem de yazınsal metin tadı veren yazılar yazmış bir yaratıcı olarak onaylanmıştır. Robbet-Grillet’nin bu kitabı, Barthes’ın unutulmazlığına renkli bir tuğla yerine konmuştur.

Küçük kitaplar hazinedir. Her kitabı bir de tasarımına bakarak eline alan tutkulu yayıncı için, kitabın aynı zamanda estetik bir nesne olduğunu da düşünürsek. Hem bu tür kitapların ayrıksı örneklerini biriktirip onlar gibi kitaplar yayımlamayı hayal eder bu yayıncı, hem de kendi bulunduğu dünyada, başkalarının yapmadığını yapmayı. Ne ki bu değil şimdiki derdim. Alain Robbe-Grillet’nin ‘Barthes’ı Niçin Seviyorum’ kitabının yol açtığı çağrışımlardan; küçük bir kitabın, yaprakları açıldıkça sırları çoğalan dünyasının taşkınlığını kucaklamaktan söz etmek istiyorum. İki yazarın dostluğu, Roland Barthes’ın, Silgiler romanı için Robbe-Grillet’ye yazdığı hayranlık mektubundan sonra başlamış ve yirmi beş yıl kesilmeden sürmüş. Robbe-Grillet, Barthes’ı hem ateşli bir dostu olarak görmüş, hem de değerli bir entelektüel. Barthes’ın yazdıklarının geleceğe kalacağı düşüncesi, Robbe-Grillet’nin edebiyatın düşünsel niteliğine ve yazının derinliğine tutkusunu da gösteriyor.

Roland Barthes, hem yazınsal yazının görünenin ötesindeki sırlarını, tamamıyla kendine özgü, benzeri yapılmamış biçimde keşfedip çözümlemeye çalışmıştı, hem de yazı dediğimiz, yüzeye yayıldıkça çoğalan sözcüklerle yapılan anlam göstergelerine öteki yazarlarda rastlamadığımız bir derinlik kazandırmıştı. Edebiyat metnini, her şeyden önce yazınsal yazıdan yapılmış bir yaratım ürünü olarak gören Barthes, kılı kırk yaran titizlikle sözcüklerin işlevine kadar dayanan yeni bir anlamlandırma biçimi yarattı. Metni bütüncül bir yapı olarak görürken, bir tümceyi bütün metinle özdeşleyecek kertede almayı öneren öyle bir yaklaşım biçimi kurdu ki, yazınsal metni okuma biçimini değiştirdi.

Dil su gibi akıp gider

Roland Barthes’ı elimden geldiğince okumaya çalıştım. ‘Roman Kitabı’nın (1991) hemen başında onun dünyama girişinin geç olmakla birlikte etkileyici oluşundan söz ederken, “Şimdilerde kendi duruşumu Roland Barthes’ın tuttuğu ışığın renklerine göre ayarladığım”ı da eklemişim. İyi bildiğimden değil elbette; 1990’lardan önce Barthes’ı adamakıllı okumuş değildim, ama okuduğum kadarı, kendime özgü bir eleştiri anlayışı ve biçimi oluşturma derdime bütün kalıpların dışında, hem çok yakın, hem de çok nitelikli bir karşılık veriyordu. Sonra da bugüne dek ulaşabildiğim her şeyini okumayı sürdürdüm ve bu ilişkiden, yazınsal yazının olanaklarını ve nasıl kullanılması gerektiğini adamakıllı öğrendim.

Robbe-Grillet de Barthes’ın yapıtlarından kimi bölümleri ezberlediğinden söz ediyor. Bir eleştiri ya da kuram metninin ezberlenmesi! Sıra dışı bir durum. Arkadaşlığın inceliğinden mi bu söz, yoksa Barthes’ın yazdıklarının unutulmaması gereken yanlarından ya da dilinin su gibi akıp gidişinden mi? Akıp gittiği söylenebilir mi Barthes’ın yazdıklarının? Bir ikileme düşürüyor: Güzel ve kusursuz yazılmış olması dile hızını kendiliğinden verirken anlamı çözme çabası ikide bir duraklamaya neden oluyor. Robbe-Grillet Yazının Sıfır Derecesi’ni bile ezbere okuyabileceğini söylüyor ki, ilk unutulmaz derslerim arasında bu küçük kitap da vardı.

Kendisi de yazınsal metinler üstüne yazdığı için, hep içinde bulunduğumuz bir duyguyu anlatıyor Robbe-Grillet: “Bir metni incelemeye başladığım an, metnin içini boşalttığım hissine kapılırım ve bu his inceleme boyunca beni hiç yalnız bırakmaz.”

Metinleri ameliyat ediyor

Eleştiri günümüzde, bütün öğelerini soyutlayıp her birini ayrıntılarına varıncaya dek irdelediğimiz yazınsal metnin derin yapısına girmek ve bütüncül yapısına ulaşmak ve verilmiş anlamların ötesine geçerek metni yeniden anlamlandırmaksa, bu arada metin adım adım yadsınacaktır. Öyle ki, “Belli bir değişmezliği olduğu düşünülen bu metinleri ameliyat ediyor, yerlerinden oynatıyor, hareket ettiriyorsun.”

Eleştiri bu, böyle olurken yazarın yazdıklarının, onun istediği biçimde okunması da ister istemez olanaksızlaşır. Yazarın yücelttiği metin, eleştiri tarafından nesneye indirgenmektedir. Bu sözler, aradaki ilişkiyi ya da bu ilişkideki bir olumsuzluğu göstermiyor elbette; olup biten, yazınsal bir ilişkidir, o kadar. Yazarı metninden apayrı bir yerde tutmak da ancak bu eleştiri anlayışıyla olası değil midir?

Roman yazacak mısınız?

‘Barthes’ı Niçin Seviyorum’ kitabında yer alan Robbe-Grillet’nin konuşmasının arasına giren Barthes, kendisine sık sık, “Roman yazacak mısınız?” diye sorulduğunu anlatıyor. Kendisinin de istekli olduğunu, ama romanın gerekli kıldığı, “geniş yüzey, devamlılık, özel adlar bulma” gibi işlemlere direndiğini… Karşılaştığım kişiler arasında beni öykü yazarı sanıp kitaplarını “Değerli öykücü…” sözleriyle imzalayanlar yüzünden, öyküyle bu denli ayrılmaz biçimde özdeşleşmekten tedirgin oluşumu düşündüm. Yoksa roman, hep eleştiriyle uğraşmış olanlar için daha uygun bir tür mü? Çok katmanlı, sabırla yazılan, bütüncül bir yapı gerektiren, yaratıcı düşüncenin pek çok alanına kendini açık tutan bir tür oluşu, romanı eleştiri yazarlarının deneyeceği ikinci türe dönüştürüyor sanki.

Robbe-Grillet, Barthes’ı anlatırken bir yerde de, romanlarına bakarak Sartre için, “Bir tür biçimcilikle fazlasıyla lekelenmiştir, öyle ki nasıl roman yazılması gerekiyorsa öyle romanlar yazmaya zorlamıştır kendini,” diyor. Hemen dediğimi doğruluyor bu sözler, değil mi ki Sartre da aynı zamanda bir edebiyat düşünürü ve felsefecidir, hesaplı kitaplı roman yazmaya da yatkın olacaktır. Romanın önceden yapılmış bir tasarıya, kurulmuş bir iskelete göre yazılması gerektiğini, böylece yaratım sürecinin kolaylaştırılıp daha iyi denetlenebileceğini sürekli anlattığımı düşündüm. Yaratıcı yazarlık derslerinde üstünde en çok durduğum yazma deneyimleri arasındadır bu. Ben olsaydım, mutlaka böyle yapardım, diye ekleyerek. Demek bu arada biçimciliğe de düşmek var, yaratıcı yazının ruhundan önce olanaklarına dayanmak, nasıl yazılması gerekiyorsa öyle yazmak gibi.

Modernist dünyanın yazarı

Kendini yeni anlamlara büsbütün kapatmış, kapalı bir metinse, benimsediğimiz eleştiri anlayışını adamakıllı zora koşardı elbette. Belki de ilgilenmezdik öyle metinlerle. Kapalı olup çoğul anlamlarını özgürce sergileyip saklayan metinlerden söz etmiyorum. Onlar, Barthes gibi yazarları daha da çok ilgilendirir. Bu tür metinler, üstelik özsularıyla eleştiriyi besleyip durur.

Alain Robbe-Grillet, Roland Barthes’ı bir tür yumuşak modernizm temsilcisi sayıyor. Onu anti-modern olarak görenler de oldu. Bense, onu gerçek bir modern olarak okudum hep. Memet Rifat da modern-klasik diyordu. Modern, ama nasıl modern, karar vermek zor olsa da, sürekli duvarlarına vurarak içinde kaldığı bir modernist dünyanın yazarıdır Barthes. Dile getirdiği düşüncelerin, yaratıcılıktan da çıktığı için, katılaşması olanaksızdır; belki esnek değildir esnek olmasına, ama zaman zaman değişir. Robbe-Grillet onun bu özelliğini bir de, “hiçbir zaman bir kuruma dönüşmez, çünkü yalnızca doğduğu anda var olur,” biçiminde açıklıyor.

Barthes’ın yazısını yaratıcı bir metni, bir romanı okur gibi okuduğunu söyleyenler çok olmuştur. Bu deneyim bir eleştiri söz konusu olduğunda, az rastlanır. Ne ki, Barthes’ın metinlerinde, yazınsal metnin yapısal özelliklerini çözümlediği metinlerinde bile var olan kusursuzluk ve kesintisiz akış, düşüncenin derinliğinde, sanki dipsularında, tadı çıkarılarak okunur.

Roland Barthes, benzersizdir: hem bir edebiyat düşünürüdür ve yakın geçmişte edebiyatı düşünsel düzeyde sorun eden herkesi bir biçimde etkilemiş ve öğretici olmuştur, hem de yazınsal metin tadı veren yazılar yazmış, bir yaratıcı olarak onaylanmıştır. Alain Robbet-Grillet’nin bu küçük dostluk kitabı, Barthes’ın unutulmazlığına renkli bir tuğla yerine konmuştur. [Radikal Kitap]