Akıntıya Kürek Çeken Yazar

Etkinlikler
Röportaj: Pınar Yıldız Bu hafta on5yirmi5’in konuğu Mario Levi. Onunla konuşmak akan bir ırmağın sesini dinlemek gibi. Hem huzur veriyor hem de yeni şeyler duymanın heyecanını barındırıyor....
EMOJİLE

Röportaj: Pınar Yıldız

mario  leviBu hafta on5yirmi5in konuğu Mario Levi. Onunla konuşmak akan bir ırmağın sesini dinlemek gibi. Hem huzur veriyor hem de yeni şeyler duymanın heyecanını barındırıyor. Bu yüzden ders verdiği üniversitede öğrenciler Mario Levi’den ders almak için birbirleriyle yarışırlar. Çünkü hayata ve yazamaya dair öğrenilecek herşey onun sesiyle birleştiğinde eşsiz bir enstrümandan çıkar gibi yayılır sınıfa. Üstelik sadece edebiyat bölümünden değildir öğrencileri. Hukuk, işletme, tıp hatta mühendislik öğrencileri de onu dinleyenler arasındadır.

Ders anlatırken öğretmenler masasını kullanmaz mesela. Her zaman ayaktadır. Sıralar arasında gezinir. Gözler ve kulaklar heyecanını yitirmeden onu takip eder. Üniversite yıllarımda onu dinleyenler arasında ben de bulunmuştum ve ona dair içimden geçirdiğim şey hep şöyle olurdu:  "Evet Mario Levi anlatmak için yaratılmış, yazarak ya da konuşarak farketmez, o hep ‘anlat’malı”.

İstanbul’u anlatmalı mesela. Hatta en çok İstanbul’u anlatmalı. Sonra Necmi, Şebnem, Niso, Yorgo ve Şeli’yi anlatmalı. Dostluğu, dost olmayı ve tabi ki AŞK‘ı anlatmalı…
 

Mario Levi’yle son romanı "Karanlılar Çökerken Neredeydiniz"den dostluğa, romancılıktan gençliğin teknoloji tutkusuna kadar pek çok şeyi konuştuk. Lafı fazla uzatmadan sizi Mario Levi’nin sorularımıza verdiği samimi cevaplarla başbaşa bırakıyoruz. 

mario levi
 

Mario Levi son kitabı “Karanlık Çökerken Neredeydiniz “de altı dostun hikâyesini anlatıyor. Mario Levi bu kahramanları nasıl yarattı? Kendinden bir şeyler kattı mı? Bunlardan biri ya da altısında da Mario Levi’den bir iz var, diyebilir miyiz?

Hiçbir hikâye ya da kahraman yoktan yaratılmaz, gün ışığına çıkmaz. Altı dostun sadece ikisinin gerçek hayatımda karşılıkları var. Biri bu kahramanlardan birinin izni ve yardımıyla yazıldı üstelik. Ancak hayalimde kurgulanmış gibi görünen öteki kahramanların da şurdan burdan tanıdıklarımdan devşirilmiş özellikleri olduğunu söyleyebilirim. Kimilerinin farkındaydım, nerelerden bana geçtiğini biliyordum yazarken, kimilerinin de çok büyük bir olasılıkla farkında olmadım. Söylediklerim yazma sürecinin önemli bir yüzünü de ortaya koyuyor. Bir hikâyenin yazılması yıllarınızı alabilir. Daha da doğrusu bir hikâye kendisini yavaş yavaş izinizde bir yolculuk yaparak kendisini size yazdırtır. İzak’ta benden izler vardır. İsterseniz şöyle diyelim. Bana bir zamanlar önerilen ve dayatılan hayatı seçseydim, kendi küçük devrimlerimi yapmayı göze almasaydım İzak gibi olacaktım. Ona bu nedenle şefkatle yaklaştım. Onun için gizliden gizliye üzülerek, acı çekerek… Kader onun yazarı olmamı gerektiriyordu… Yine de yaşadıklarıyla yaşadıklarım arasında çok büyük farklılıklar olduğunu söylemem gerekiyor. Aksi halde bir roman kahramanı olamazdı…

mario levi“Karanlık Çökerken Neredeydiniz” Soru cümlesiyle oluşturulmuş bir kitap başlığı. Bu soru kime yöneltiliyor? Karanlık neyi temsil ediyor?

Dikkatinizi çekerim, bu bir soru cümlesi değil!.. Kitabın başlığında soru işareti yok!.. Bu bir tercihti. Üstelik sadece grafik bir tercih de değil!.. (Editör bir kitap başlığında soru işaretinin bulunmamasının daha doğru olduğunu söylemişti) Bu daha çok bir sitem ifadesi… Karanlık ilk elde 12 Eylül askeri darbesinin ardından gelen korkunç karanlık. Bu karanlıkta daha iyi bir ülke özlemi adına canını bile ortaya koymaktan çekinmemiş bir kuşak mahvedildi. Bugün yaşları elliyi aşmış bu gençlerin çok büyük bir kısmı hayata yeterince tutunamamanın acısını çekiyor. Dahası yaşanmış birçok acı hâlâ anlatılmayı bekliyor. Yara o kadar derin ki ve onca yıla rağmen bir türlü kabuk bağlayamıyor ki… Bu karanlık dönemle ilgili suskunlukları duyurmak istedim. Ancak bu kadarıyla kalmıyor. Bir dönemin siyasi yüzü değildi sadece anlatmak istediğim, görebildiğim tüm yüzleriydi. Değerlerin, mekânların, bazı umutların nasıl yitirildiğini anlatmak o kadar da kolay değil. Sitem herkese. Bildiğim, göremediğim herkese… Dahası kendime de… Karanlık çökerken ne yapıyorduk? Bu soru beni şimdi başka hikâyelere de çağırıyor…

Diğer romanlarında aşk öğesi daha öndeydi. “Lunapark Kapandı”ya bir aşk romanı diyebiliriz. Bu ise bir dostluk romanı. Aşkın bu kadar gündemde olduğu birbiri ardına tasavvufla yoğrulmuş aşk temalı kitaplar çıkarken siz neden dostluk üzerinde durdunuz?

Akıntıya kürek çekmek istediğim için…

mario leviPeki Mario Levi nasıl bir dosttur?

Bilmiyorum… Sorunun yanıtını benimle bir arkadaşlık ilişkisine girenlerin vermesi daha iyi olur. Bugüne dek birçok insanın acısını elimden geldiğince paylaşmaya çalıştım. Gücümün ve yeteneklerimin elverdiği ölçüde… Birçok insanı kırmamaya özen gösterdim. Hiç kimseye fiziksel bir şiddet uygulamadım. Buna karşın bencil bir insan olduğumu söyleyen de çok olmuştur. Belki de öyledir gerçekten. Öyleyse de farkında olmadan kendimi savunmak için böyle bir tercihi yapmışımdır kuşkusuz. Dostluğu bu nedenle bile yazmak istemiş olabilirim.

Yayımlanma tarihleri açısından, kitaplarınız arasında epeyce zaman var, neden bu kadar ara veriyorsunuz yazmaya? Günümüzde neredeyse her yıl bir roman çıkaran yazarlar varken… Çok kitap yazmış olmak sizin için önemli midir?

Sadece yazı yazan bir insan değilim. Hayatım süresince yazmanın dışında işler yaptım. Kendimi bir yazar olarak özgürleştirebilmek için… İstediklerimi yazabilmek için… Üniversitede hocalık yapıyorum, yazı atölyelerim var, radyo programları hazırlıyorum, dergilere yazılar yazıyorum… Yaptıklarım da beni, bir kitabı kaleme alırken, ne yazsam da satsa, kaygısından kurtarıyor. Özgürleşmekten kastım bu. Böyle olunca da yazdıklarınızda daha seçici olabiliyorsunuz. Çok roman, kitap yazmak gibi bir kaygım yok. Her yazdığıma inanmaya devam edeyim, yeter…

mario  leviİstanbul’un sizin hayatınızda ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu okurlarınız bilir! Hemen her kitabınızda İstanbul’dan bir parça vardır. Çoğunda asıl mekândır. Peki Mario Levi’nin İstanbul’u nedir, nasıldır?

Sorunun asıl yanıtları kitaplarımda gizlidir, hikâyelerimde ve bu hikâyelerin kahramanlarında hayat bulur… Ancak mutlaka bir yanıt istiyorsanız şunu söyleyebilirim: İstanbul bitmeyecek hikâyeleri barındıran, kendinde gizleyen, çok dilli, her anlamda çok dilli ve hüzünlü bir şehirdir. Hüznüyle yaşamayı seven, hayata bağlanmayı bilen, biraz yorgun, buna karşın hiç beklemediğiniz bir anda, beklemediğiniz bir köşesinde size yeni keşif imkânları sağlayan bir şehir…

Mario Levi kendi çağımız romancılığını nasıl tanımlıyor?

Eğer gerçek edebiyattan söz ediyorsak, romanı da, tüm öteki yazı türlerini de, çağımızın bayağılaşmasına ve sıradanlaşmasına karşı duran, direnen kaleler olarak görüyorum. Yazmaya bu kadar ilgi duyulması, hâlâ ilgi duyulmasıysa umudumu hepten yitirmeme engel oluyor. Belki de toplu bir intihara adım adım yaklaşırken, giderayak iyi bir şeyler yaptığımıza inanmak istiyoruzdur, kum bilir… Rakiplerimiz çok… Sinema, televizyon, internet… Öteki hikâye anlatıcıları, hayal tacirleri… Balzac ve Dostoyevski kadar talihli değiliz… Ancak yine de duyguların derinliğini anlatmada hâlâ en büyük derinliklere sahibiz.