Yıldız Ramazanoğlu: “Görme biçimlerini”anlattı.

Edebiyat
Yıldız Ramazanoğlu’nun İstanbul Tasarım Merkezi’nde geçtiğimiz Salı günü gerçekleşen “Görme Biçimleri” başlıklı söyleşisini dinledikten sonra, bunun tam olarak "hikâ...
EMOJİLE

Yıldız Ramazanoğlu’nun İstanbul Tasarım Merkezi’nde geçtiğimiz Salı günü gerçekleşen “Görme Biçimleri” başlıklı söyleşisini dinledikten sonra, bunun tam olarak "hikâye yazmada görme biçimi" olduğunu anladım.

Bir gün önceden nerede olduğunu öğrenmek için keşif gezisi yaptığım Buhara Özbekler Tekkesi, 17. yüzyıl Osmanlı mimarisinin güzel bir örneği. Gitmemiş olanlara tavsiyemdir, hele ki çilehâne kısmı görülmesi gereken bir yer.

Neyse, saat 17.30 gibi gittim tekkeye, yaşlıca bir amca ile muhabbet etmeye başladık. Sonrasında bir güzel adam bize çay ikram etti, arasına peynir sürülmüş simitlerle beraber sıcacık çayımızı içtik. Ardından da söyleşiye geçtik.

Başarılı Müslümanlar haber yapılmıyor

Biraz gecikerek de olsa söyleşi başladı. Yıldız Hanım söyleşinin başında kadınların geçmişten süregelen konumlarına dair birkaç söz söyledi: “Osmanlı kadını, Batı kadınına nazaran daha yetkin ve bilgilidir. Batı kadını kendi medeniyetinin oryantalist bakış açısıyla Doğuya bakarken, Doğulu kadın onu anlamaya yönelik bir çaba içerisinde olmuştur.”

Ramazanoğlu, bunu söyledikten sonra aklıma İlmi Etüdler Derneği’nde ders aldığım Süheyb Öğüt Hocanın dedikleri geldi. O demişti ki; “Batı, Doğuyu fethedilmesi gereken bir kadın olarak görüyor ve kendini tamamen onun yegâne sahibi sanıyor. O yüzden bu oryantalist nazarıyla yaklaşıyor Doğuya.”

Batı medeniyetinin manevi bir çöküntü yaşadığı hepimizin malûmudur, hele ki İsviçre bunun en iyi misalidir. Kişi başına düşen milli gelir ile intihar oranları arasındaki benzerlik bunun bariz sonucudur.

Doğulu kadın yazarların pek bilinmediği bir zamanda yaşıyoruz. Şahsen benim İran, Mısır, Lübnan gibi Müslüman ülkelerde tanıdığım kadın yazar yoktu. Batıda da bundan daha acıklı bir durumla karşı karşıyayız. Mesela Milal el Tehawi ismini ilk defa duydum, hadi bunu benim cahilliğime verebiliriz; peki ya Türkiye’deki yayınevlerine ne demeli. Düşünün, 25 dile çevrilmiş bir yazarın eserleri Türkçe’de yok. Üstelik Müslüman bir ülkenin yazarı.

Batının ikiyüzlülüğüne de değinen Yıldız Ramazanoğlu’nun bununla ilgili anlattığı olay ise bu ikiyüzlülüğe çok güzel bir misal oldu. Şöyle ki; Avrupa Parlamentosu’nun Türk kökenli Hollandalı milletvekili Emine Bozkurt (ki kendisi 40 yıl önce bu ülkeye işçi olarak gelen İstanbullu bir ailenin kızı), Amsterdam Üniversitesi’nde Avrupa Birliği üzerine eğitim almış ve AP’nin Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komitesi Raportörü olarak  "2020 Perspektifiyle Türkiye’de Kadın" adlı raporu hazırlamıştı. Raporda “bu aynı zamanda Avrupa’nın ve dünyanın da sorunu, Avrupa’da da şiddet var ve üzücü durumlar yaşanıyor” cümleleri Hıristiyan demokratların önergeleriyle rapordan çıkarıldı. Bozkurt, başarılı Müslümanların haber yapılmadığını, sadece can sıkıcı olayların gündeme taşınarak kötü Müslüman imajının yaratıldığını söylüyordu. Maalesef, özellikle tüm dünyada artık sıradanlaşan cinayetleri (ekseriyetle kadın cinayetleri) sadece Doğuya aitmiş gibi gösterilmesi bunu gösteriyor. Oysa daha yakın bir zamanda Amerika’da yaşanan vahşi katliam karşısında Obama’nın “çocuklarımızın güvenliğini sağlamalıyız” şeklindeki demecini de göz ardı etmememiz gerektiğini söyledi Ramazanoğlu.

“Yazmanın ölümcül bir şey olduğunu da unutmamak gerek”

Türkiye’de Fatma Aliye, Halide Edib gibi örnekleri verdi Yıldız Ramazanoğlu sonra. En çok da Halide Edip üzerinde durdu: “İngilizce ve Fransızca bilen Halide Edib’in Kurtuluş Savaşı’ndaki konuşmaları ünlüdür. Kendisine onbaşı rütbesi verilmiştir. İlgimi çeken bir başka yönü, hatıralarının hâlâ Türkçe’ye çevrilmemiş olmasıdır. Bunun altında bit yeniği aramaktan kendimi alamadım.”

Kadının duygunun timsali olduğundan da bahseden Yıldız Ramazanoğlu, “duygulanmayı sanki küçümsenecek bir davranış gibi görenler, bu hayattaki en insani şey duygudur” dedi. Hatta o sırada Sait Faik’in “yazmasaydım, çıldıracaktım” dediği olaya da gönderme yaptı. “Yazmanın ölümcül bir şey olduğunu da unutmamak gerek” dedi.

Son olarak da kadınlarımızın bilim-kurgu alanında yazmamasının sebebini söyledi. Bunun sebebi olarak da “bizim henüz anlatacak çok hikâyemiz var” dedi. Zaten Doğulu yazarların daha çok hikâye yazmasını da buna bağladı: “Biz henüz kendi hikâyemizi yaşarken nasıl bilim-kurgu yazabiliriz ki? Bilim-kurgu ancak hiçbir maddi sıkıntısı olmayan, tamamen güvenli bir coğrafyanın insanlarının fantezisi olabilirdi en nihayetinde.”/dunyabizim- Lazgin Akan