Türkiye’nin Siyasi Entrikaları Osmanlı’dan

Edebiyat
Zuhal Erkek’in röportajı  Son yıllarda yazdığı kitaplarla en çok satanlar listesinde yer alan Ahmet Ümit, son romanı ‘Sultanı Öldürmek’le okuyucuyu polisiye tadın...
EMOJİLE

Zuhal Erkek’in röportajı 

Son yıllarda yazdığı kitaplarla en çok satanlar listesinde yer alan Ahmet Ümit, son romanı ‘Sultanı Öldürmek’le okuyucuyu polisiye tadında tarihsel bir yolculuğa çıkarıyor. Osmanlı’nın devletten imparatorluğa geçiş dönemi padişahı olan Fatih Sultan Mehmet’in ölümünü mercek altına aldığı romanında Ahmet Ümit, ilginç tespit ve sorularıyla yıllardır tarih derslerinde öğretilen tüm tabulara bu romanı ile karşı çıkıyor.

Kitabınızda neden Fatih’in ölümüyle bir polisiye roman kurguladınız? Neden bir Yavuz veya Kanuni değil de Fatih’i yazdınız?

Osmanlı padişahları içersinde en ilginç olanı Fatih Sultan Mehmet bana göre. Bu iki nedenden kaynaklanıyor.  Birincisi; devleti imparatorluğa dönüştüren adam olması. Devletin imparatorluğa dönüşmesi; ya yıkılacak gidecek ya da yükselecek demektir. Ve Fatih Sultan Mehmet de imparatorluğa dönüştüren kişidir. Dolayısıyla 36 padişah arasında bence en ilginç rolü üstlenmiş olan Fatih Sultan Mehmet’tir. Bizim sandığımızın aksine Fatih Sultan Mehmet’in tahta çıkması son derece riskliydi çünkü önünde iki tane abisi vardı. Eğer ağabeyleri yaşasaydı onu öldüreceklerdi. Fatih, tahta çıktıktan sonra da ağabeyinin biri eceliyle ölüyor, diğeri öldürülüyor. Bir kere tahtan düşürülüyor, tekrar tahta geliyor. Enteresan bir kişilik… Devlet açısından psikolojik profil olarak çok ilginç birisi. Bana göre 36 padişahın arasında roman kahramanı olmaya en yatkın kişilik.

YAZMANIN ZEVKİ MEYDAN OKUMADAN GEÇİYOR

Tarihi ve polisiye romanı birlikte vermek zor olmadı mı sizin için?

Zor bir iş. İki ayrı hikaye, cinayet kurguluyorsunuz ve aynı zamanda bu cinayetin içinde tarihi bir dönemi anlatacaksınız. İki tane bulmaca var. Geçmişte ne olduğunu bilmek mümkün değil. Peki neler yaşandığını nereden anlıyoruz? Yazılanlardan, ama yazanlar ne kadar gerçeği anlatıyor o bir tartışma konusu. Yazan herkes kendi açısından ele alıyor. Bizimkiler yazıyor, her şey kusursuzdu. Onlar yazıyor bizim yaptığımız her şey kusursuz. Onlar zalimdi, biz kahramandık. Biz de öyle söylüyoruz ama onlar da öyle söylüyor. Gerçek nerede? Bunu anlamak için tıpkı bir cinayet çözer gibi hakikati aramak gerekiyor. Biraz zor. Ama eğlenceli ve zevkliydi. Belli bir yaştan sonra şu oluyor; yazmanın bir zevki var, o zevk de meydan okumadan geçiyor. Garantiden geçmiyor. Garanti işler yapmak insanı sıkıyor. Kendi yaptığı işe karşı da soğutuyor. Onun yerine zor işler hedefleyip, bu işler nasıl becerilebilir bunun peşinden gitmek daha eğlenceli.

TARİHÇİLERİN YAZDIĞI KURMACA BİR TARİH

Gerçeğe ulaşabildiniz mi?

Tarihçilerin yazdığı bir kurmaca tarih. Hakikat midir, değil midir bilmiyorum? Ben zaten gerçek şudur da demedim. Sorular sordum. Esaslı sorular sordum, milletin kafasını karıştıracak ve başka kitaplar okumaya yönlendirecek sorular sordum.

Kitabınızın karakteri Müştak’ın, Fatih’e göre zıt bir karakteri var. Fatih’i neden böyle bir karakterden yola çıkarak anlatmayı tercih ettiniz?

Bana göre her yazarın bir anlatışı vardır. Roman, insan ruhunu anlatmak için yazılır. Geçmişte, bugün veya yakından tanıdığınız birini anlatabilirsiniz. Anlattığınız şey insan ruhudur. Bizim ruhumuzdaki iyilikler, kötülükler, kahramanlıklar, alçaklıklar, bencillikler, rezillikler, iğrenç yönlerimiz, karanlık taraflarımız ne var ise insana dair roman bunu anlatır. Bu romanım da, salyangoz gibi içine kapanık yaşayan Müştak’ı, öteki tarafta bütün dünyayı zapt etmeye çalışan bir Fatih’i anlatıyor. Bir tanesi korkak ve küçülmüş biri, diğeri ise gitgide büyümüş biri. Bu ikisi de aslında insan ruhunun olanakları. Hepimizin içinde bir Müştak ve bir Fatih var. Fırsat doğduğunda biz bu kişilere dönüyoruz. Böyle bir eğitim aldığımızda Müştak gibi kendi içimize kapanık bir insan olarak yaşıyoruz veya Fatih gibi dünyayı ele geçirmeye çıkan, "beni fark edin dünyada benimde söyleyecek sözüm var" diyen birine dönüşebiliyoruz. Bunu anlatmaya çalıştım. O yüzden Müştak gibi bir karakter var Fatih’in karşısında.

İYİ BİR ROMAN DOĞRULARI ANLATMAZ

Kitabınız Fatih’in ölümüyle başlıyor ama böyle devam etmiyor neden?

Fatih’in ölümüyle başlayan ve tümüyle tarihte geçen bir roman yazmayı tercih edebilirdim. Ama etmedim. Çünkü eğer tarihte geçen bir roman yazsaydım. Fatih öldürüldü ve Fatih’i öldüren kişi şu demem gerekirdi. Ama ben böyle bir şey söylemek istemiyorum. Acaba öldürüldü mü ve öldüren kim diye soru sormak istiyorum. Tarihçiler doğruyu mu anlatır? Okuduğunuz şey hakikat midir? Bu gibi soruları sormak istiyorum. Çünkü iyi roman doğruyu anlatan değil, doğru sorular sorduran romandır. Doğruyu anlatan nedir? Ben bilmiyorum ki doğruyu. Bilmediğim bir şeyi nasıl anlatayım insanlara? Böyle yaşayacaksınız, bu yanlıştır, bu doğrudur diyemem bilmiyorum, kimsenin bildiğini de zannetmiyorum. Bunun yerine sorular sorarsan, okur doğruyu araştırmaya yoluna gider. Hayatta budur. Bilgilendirme sürecidir bu. Mutlak hakikate ulaşmak mümkün değil. Araştırmak, okumak yeniden okumak. Yapılması gereken bu. Benimde kışkırttığım şey bu.

FATİH’İN ÖLDÜRÜLMESİNDEN BÜYÜK KUŞKU DUYUYORUM

Sizce Fatih öldü mü, öldürüldü mü?

Fatih’in öldürüldüğüne dair büyük kuşku duyuyorum. Öldürülme ihtimalinin yüksek olduğunu da düşünüyorum. Öldürüldü demem için kanıt lazım. Böyle bir kanıtım yok. Kanıt yokken öldürüldü demek doğru olmaz ama çok kuşku duyuyorum. Ama bunu öğrenmek mümkün. Öğrenilmek isteniyorsa zor değil.

KARDEŞ ÖLÜMLERİ FATİH İLE BAŞLAMADI

Kardeş Katli Fermanı üzerinde duruyorsunuz kitapta. Duyunca insanı ürperten bir ferman bu. Siz nasıl yorumluyorsunuz?

Zaten Kardeş Katili Ferman’ından öncede kardeşler birbirlerini öldürüyorlardı. Malum olanı ilan ediyor. Kendi babası da kardeşini öldürtüyor. İktidarın ayakta kalması için bu mubahtır diyor. Diğerleri kıvırtıyorlar. Ben öldürmedim vezir öldürdü diyor. Fatih dobra bir adam, "yapılması gerekir, bizde yaptık" diyor. Fatih başlatmıyor kardeş ölümlerini. Hatta takdir edilebilir, açık yürekli biri.

Kitabı yazarken özellikle Osmanlı’yla ilgili şurasını yazmasam dediğiniz veya çekindiğiniz bir bölüm oldu mu?

Bazı yerleri var. Gene söyledim ama farklı sözcüklerle söyledim. Neden? Çünkü Türkiye’de hala insanların romanları, dizileri, filmleri kendi politik ve inançlarını değerlendirdikleri bir yer. Ellerindekinin bir sanat olduğunu ve bunları sanat kriterlerine göre değerlendirmek gerektiğini insanlar düşünmüyorlar. Kamplaşmış, insanların birbirini ötekileştirdiği, birbirine farklı gözde baktığı dönemden geçiyoruz. O zamanda insanlar bir şiir, romanı, filmi benden veya benden değil diye değerlendiriyorlar. Korkunç bir şey. Ben bu romanda söylemek istediğim her şeyi söyledim ama bazı sözcükleri değiştirdim. Ama anlamı aynı. Amerika’da veya İngiltere’de de olsa sözcükleri değiştirmezdim.

Türkiye hala o olgunluğa ermedi mi?

Tabiki de. Bugün internete girin bir yazı yazın, daha kitabı bile okumadan "şöyle yazman lazım, böyle yaz" diye konuşmalar başlıyor. Kendi politik bakış açısı dışında isen hainsin, alçaksın, satılmışsın. Böyle bir dönem. 

Romanda da dikkatimi çeken bir soru var; “tarih tarihçilerin yazdıkları değilse” nedir?

Fatih Sultan Mehmet dönemini yazan bir çok tarihçi var. Gemiler karadan yürüdü mü, yürümedi mi? Bin tane görüş var. Fatih Sultan Mehmet zehirlendi mi, zehirlemedi mi? Hangisi doğru? Bilmiyoruz. Geçmişte yaşananları biliyor muyuz? Hayır, o dönemin tarihçilerinin yazdığı kadarıyla biliyoruz. Bilmiyoruz.

TÜRKİYE SİYASETİ ENTRİKALARINI OSMANLI’DAN ALDI

Osmanlı’da Bizans entrikaları meşhurdu. Sizce günümüz siyasetini bu anlamda Osmanlı’yla kıyaslarsak durum ne?

Osmanlı muhtemelen entrikaları Doğu Roma dediğimiz Bizans’tan aldı. Biz nereden alacağız Osmanlı’dan alacağız. Bizde yoğun şekilde görüyoruz. Ama bu entrika içersinde her zaman dış güçlerin etkisini de görüyoruz. Dış devletler yoğun bir şekilde etkiliyor. Hele siz güçsüzleşmeye başlamışsanız iyice etkiliyorlar. Ülkedeki muhalefeti, orduyu etkiliyorlar veya şimdiki gibi orduyu tasfiye ediyorlar. Daha önce kendi emirlerindeki olan orduyu kullanıp darbe yaptırıyorlardı. Şimdi orduyu tasfiye edip kendi emirleri uygun bir hükümet kurmaya çalışıyorlar. Şimdiki durum bu. Türkiye’ye özgü değil bu dünyanın her yerinde böyle. Amerika her yerde bu oyunu oynar. "Demokrasi getireceğiz" der Irak’ta olduğu gibi. Saddam diktatörlüğünü ortadan kaldıracaktı. Sonuç 1 milyon ölü ve kaos. Osmanlı’dan beri hep vardı bu entrikalar. Bazen iç güçler, bazen de dış güçler hep belirleyici olmuştur. Amerika bugün bu hükümete destek verir, yarın çıkarı değişir birden bire her şey bitebilir. Devlet yöneticilerinin gizli kasetleri çıkabilir.

CUMHURİYET DÖNEMİMDE OSMANLI UNUTTURULDU

Son zamanlarda Osmanlı dönemine oldukça ilgi yoğunlaştı. Sinema filmleri çekiliyor. Diziler Osmanlı’yı konu alıyor… Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhuriyet döneminde Osmanlı unutturuldu. 600 yılık bir Osmanlı Devleti var, bu devletin yerine cumhuriyeti kuruyorsunuz. Osmanlıyı yıktık ve ona karşı tepki duyarak, sanki böyle bir devlet yaşamamış gibi, her şeyi değiştirerek yepyeni bir yapı ortaya sunuyoruz. Bu mümkün değil. Benim babam, dedem Osmanlı vatandaşı olarak doğdu ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak öldü. Şimdi insanlar benim dedemin rejimi nasıldı? Bunları merak ediyor. Burada yanlış olan insanlar Osmanlı’yı romanlardan dizilerden öğrenmeye kalkıyorlar, bu yanlış. Osmanlı’yı iyi tarihçilerden öğrenmeleri lazım. Benim kitabımı okuyarak  Osmanlı’yla ilgili bilgi edinemezsiniz. Bilgi edinmek istiyorsanız Halil İnancık’ın kitaplarını okuyun. Bu bir roman, tarih kitabı değil. Tarihe merak uyandırmak güzel ama bunu dizi ve romanlardan değil tarih kitaplarından öğrenmek gerekir.

FATİH’İN TAHTAN İNDİRİLİŞİ DARBEDİR

Bir röportajınızda “darbe bize miras” demişsiniz. Fatih’in tahtan indirilmesi darbe mi sizce?

Fatih’in tahtan indirilmesi bir darbeydi. Fatih’e haber bile verilmedi. 12 yaşından II. Mehmet politik karışıklıklar nedeniyle tahta getirildi. 2 yıl sonra tahtan indirildi. Hatta sorun çıkmasın diye Fatih’i ava yolluyorlar. Derin devlet indirdi onu. Kışkırtan Yeniçerilerdir. Yeniçeriler bu darbeyi desteklediler.  Fatih’in bize tarih derslerinde öğretilen “Ben padişahsam emrediyorum, gelin tahta çıkın” diye bir şey yok. Böyle bir cümle yok. “Gelme baba ben hallederim” diyor. Bu laflar kayıtlarla belgelenmiş.

Bu romanı oluştururken nasıl bir çalışma gerçekleştirdiniz?

Üç yıllık bir çalışma sonucu çıktı. Önce okuma yaptım. Çünkü tarihi derinlemesine bilmiyorum, ben tarihçi değilim. 1432’de başlayan 1489’da biten 49 yıllık Fatih döneminde ne oldu? Dünyada ne oluyordu, Osmanlı’da ne oluyordu? II. Mehmet nasıl Fatih oldu? Constantine kuşatması nasıl gerçekleşti. Bunlarla ilgili hiçbir fikrim yoktu ve bunları okumaya başladım. Okurken de romanını kurgulamaya çalıştım. Tümüyle tarih romanı mı olacak? Bugünden geçmişe giden bir tarih romanı mı olacak? Bir yıllık süre yoğun olarak bununla geçti. İkinci yıl romanımın kurgulama süreci, üçüncü yıl ise oturup yazmaya başladım. Genelde böyle oluyor. Aslında iki yılda bir kitap çıkıyor. Bu romanımı yazarken bir yandan da yeni romanın okumalarına başlamıştım. Böyle geçen bir süreç.

ROMAN KARAKTER YARATMIYORSA ZAYIF KALIR

"Sultanı Öldürmek" diğer kitaplarınız arasında nasıl bir yerde?

Benim için değişik bir kitap oldu. Psikolojik yönü ağır bir kitap. Roman aynı zamanda bir hikaye anlatmak ve karakter yaratmaktır. Eğer o roman sadece bir hikaye anlatıp, karakter yaratamıyorsa zayıf kalır. Don Kişot, Robin Hood nerden çıktı, bir romandan çıktı. İyi romanlar, iyi karakterler yaratırlar. Bu kitapta belirgin olarak bir karakter üzerine çalıştım ben. Öteki romanlarımdan farkı bu. Karakterin ruhu ile çok oynadım. Sanatta önemli olan şey biricik olmaktır. Ötekilerden farklı bir şey yapman gerekir. Bunu başardım, bu anlaşıldı ve sevildi. Bunu yaparsınız okumazlar. Şanslıyım, hem bunu yaptılar, hem okudular ve hem de kitabıma ilgi gösterdiler.

ÇIPLAK KADINLI DEFİLE İLE KİTAP TANITILMAZ

Son zamanlarda sizin eleştirdiğiniz bir “kitap pazarlama” durumu var. Kitap pazarlanacak bir şey midir?

Türkiye’de kitabın pazarlanması ve tanıtılması çok çok gerekli. Avrupa’da ve Amerika’da çok iyi yapılıyor ama bizde eksik. Türkiye dinamik ve iddialı bir ülke. Ekonomi bir şekilde dönüyor ama çağdaşlaşmanın yollarından bir tanesi okur yazar sayısının artması. İnsanların sanata ilgi duyması. Sanata ilgi duymayan insanlar demokratikleşemezler. Empati kuramazlar, karşıdakini anlamazlar. Ama roman, film, tiyatro başka insanları anlamaya yönlendirir. Almanya’da 8 milyon satan kitaplar var. Bizde 150 bin satınca yazarın parasını konuşuyorlar. Almanya’da, İngiltere’de yazar o para ile villa, köşk alıyor. Bunun anlamı ne demek? Bu ülkede insanlar okuyor demek. O zaman töre cinayeti olmayacak, trafik kurallarına daha iyi riayet edecekler. Kitapların çok iyi tanıtılması lazım. Kitabın adabına uygun tanıtım yapılmalı. Kitaba uygun bir tanıtım yapılmalı. Çıplak kadınlı defile ile tanıtılmaz kitaplar. Örneğin tanıtım filmi yapılması, belediyelerin yazarı desteklemesi lazım. Yerel yönetimler, parkı neden açıyor? Buralar da yazarlar kitabını dağıtılması içindir. Kitabın tanııtmında bunlara öncelik verilmeli.

BİZDE GÖSTERE GÖSTERE CİNAYET İŞLENİYOR, POLİSİYE ÇIKARMAK ZOR

Türkiye’de polisiye türü yeterince güçlü değil. Siz bunun sebebi olarak neleri görüyorsunuz?

İki nedeni var. Sigorta sistemi çok gelişmiş değil, hayat sigortası yok. Kadın kocasını aldatıyor. Koca bunu utanç içinde öldürüyor. Namusun kurtarmak için kadını öldürüyor. Saklamıyor böyle bir şeyi. Arkasından "namuslu adammış, namusunu kurtardı" deniyor, katil denmiyor. Geri bir toplum olduğu için böyle değerlendiriyor. Bu adam dolayısıyla gizli bir cinayet işlemiyor. Göstere göstere bir cinayet işliyor. Bundan polisiye zor çıkıyor. Amerika’da ve Avrupa’da biri öldüğünde yüklü bir para kalır. Bizde sigortacılık yeni gelişiyor.

İkincisi ise yazarlar polisiyeyi küçümsediler. Polisiyenin iyi edebiyat olmadığına dair bir yanılgı vardı. Bu kırıldı. Burada kendi rolümü küçümsemeyeyim. Buna benim de çok katkım oldu. Son dönemde polisiye yazan yazarlar artıyor, daha da artacak. Umarım hak ettiği yeri bulur. 

Şu anda yazmayı düşündüğünüz bir konu var mı?

Osmanlı’nın son dönemini yazacağım. 19 yy sonları ile 1870’lerden bu yana olan süreç. Fatih dönemi en parlak dönemlerden biri, burada ise artık çöküyor. Bu çökmekte olan imparatorlukta neler var? Bugünün politik akımları orada doğdular. Ulus devlet, Kürt meselesi, Ermeni meselesi hepsinin kaynakları o döneme ait. 

On5yirmi5