“Sonsuzla Sek Sek” Yapmak Üzerine

Edebiyat
Söyleşi: Selim Sebilci Sizi tanıyabilir miyiz? Çok çetin bir soru bu. Çünkü ben de kendimi tanımaya uğraşıyorum hâlâ. Doğup büyüdüğüm yer İstanbul. Üniversite hayatı ile Ankara serüvenim b...
EMOJİLE

Söyleşi: Selim Sebilci

Sizi tanıyabilir miyiz?
Çok çetin bir soru bu. Çünkü ben de kendimi tanımaya uğraşıyorum hâlâ. Doğup büyüdüğüm yer İstanbul. Üniversite hayatı ile Ankara serüvenim başlamış oldu. Felsefe okumak insanı itina ile ters köşeye yatırıyor, ama sonra anlıyorsunuz aslında yaşamda bu anlamda top da yok kale de. Oyunun galibi yok. Üniversite yılları benden çok uzaklaşmış olsa da, felsefeye ya da bu sözcüğün anlamıyla söyleyecek olursam, bilgiye, bilgeliğe duyduğum sevgi yanımdan hiç ayrılmadı. Yaşamın hengâmesinden yorgun düşünce kitaplardan ördüğüm yüksek bir duvara yaslanıyorum. Yazdıklarımın, ya da bu aciz kaleme yazdırılanların diyelim, dergilerde yayınlanmaya başlamasından kısa bir süre sonra yolum Temrin’le kesişti. Temrin edebiyat dergisi hayatımda bir dönüm noktası oldu diyebilirim. Neredeyse kuruluşundan bu yana Temrin’in mutfağındayım.

Beslenme kaynaklarınızı sizden işitsek…
Var olmanın kendisi sorgulayan biri için sınırsız bir kaynak. Tüm sanatsal edimlerin kaynağı o. İnsan denen dev labirent kendi yolunu yoklamaya çalıştıkça ister istemez bir tanımlama problemiyle yüzleşiyor. Kendi labirentimde tüm boş odaları bir hakikat arayışı ile dolandım. Bütün kavşaklara dönemeçlere aynı sesle sokuldum. Sanıyorum bir arayış varsa yol ister istemez şiirle kesişiyor ya da buna kelimelerle buluşuyor da diyebiliriz. Bu, sizin mizacınıza göre gelişen bir yoğrulma süreci yoksa bu öykü de olabilir, resim de. Ancak bir şiirin mısralarına itilmem, tam da içindeyken yaşamın beni kendisinden sıyırdığı veya benim öyle algıladığım zaman dilimlerine denk geliyor. Dahası şiir bir direniş sahasıysa eğer direnmeyi gerektiren tüm zorluklardan da beslenir. Şiir insana dair her şeyden beslenir aslında.

Dizelerinizde geleneğin sesini işitmek mümkün… Bunalımların, kişisel sıkıntıların peşinde değilsiniz şiirinizde. Leyla K. Tok neyin peşinde? Şiir sizin için nedir?
Öncelikle gelenek bizim köklerimizdir, onu yadsımak körleşmek olacaktır. Zamanın akışı içinde, şiirin gürül gürül aktığı oluğu şiire kulak kesilen birinin duymaması olanaksız olsa gerek. Bizim kendi bunalımlarımız küçük bir küreyse onu şiirin değneğiyle kırıp sağaltmaya uğraşıyorum ben. Bu şiirli değnekle küre tuzla buz olunca şiir okyanusunda yitip gidiyor zaten. Şiir benim için ‘can yakmayan bir hesaplaşmadır’. Acıtmak bilmeyen tiryaktır o. Aslında acıtsa da bunu acıtmadan yapar. Şiir, varlığın kaynağına indiğim yerdir. Şiir, Yaradan’la yalnız kalmak, O bütünün bir an bile kesilmeyen sesini işitmektir. Bu anlamda şiir tehlikeli bir yerde de durur, orada söylediğiniz her sözün bedelini ödetir size. Şu hayatta bir şeyin peşinden gideceksek, bu, hikmet olmalı diye düşünüyorum. Ben, yalanı ve aldanması olmayan, arı duru bir gerçeğe dokunmanın peşindeyim ve şiir bu gerçekliğe çok yakın bir yerde duruyor. Tüm yazın türleri içinde bu alana en yakın duran türdür şiir. Tanrısal nefes en çok şiirde belirir. Teşbihte hata olmasın, Tanrı’nın eli en çok şiirde okşar başımızı. Kendi adıma diyebilirim ki, kaderin şifreleri şiirin ; şiirin şifreleri de kaderin içinde saklıdır. Bir şiire dahil olduğumda kendimle kurduğum bağlardan arınıyorum. Ve tabi tüm bunların yanında dünyaya gelmekle uğradığım saldırıya karşı da şiiri bir kalkan gibi kuşanıyorum. Gökkubbe altında ne kadar zulüm ve acı varsa hepsinden şiire kaçıyorum. Şiir benim için bu yönüyle bir kurtuluştur, diyebilirim.

İlk şiir kitabınız Sonsuzla Sek Sek adını taşıyor. Kitabınızın yayın serüvenini anlatabilir misiniz?
Her kitabın bir vakti var sanırım. Belirlenmiş bir vakit bu, çok da bizim elimizde olmayan. Ferfir Yayınları kurulunca yayın yönetmenimizle ortak aldığımız bir karar sonucu çıktı, Sonsuzla Sek Sek. Birlikte yola koyulduğunuz insanlar dürüstse süreç de başarıyla işliyor. Ben bu konuda çok şanslıydım, yayın yönetmenim işinde mahir, dürüst ve yazdıklarıma değer veren bir yönetmen olunca fazla zorlanmadım. Ayrıca Sonsuzla Sek Sek, Ferfir Yayınlarından çıkan ilk şiir kitabı olma özelliği de taşıyor.

Şiir dergilerinde durum nasıl sizce? Edebiyatımızda bir gruplaşma olduğu görüşüne katılıyor musunuz?
Şiir dergileriyle içeriği yalnızca şiir olan dergileri kastediyorsanız sayıca fazla değiller ve şiirleri sağlam olduğu sürece yolları uzun olacaktır. Kendi adıma Temrin’in yanında çok sayıda edebiyat dergisini takip ediyorum elbette. Aşkar, Yumuşak g ve Yeniyazı her sayfasında uzunca bir müddet takılıp kaldığım dergiler. Bunların yanında Tuti, Dergah, Varlık, Hece, Türk Edebiyatı gibi dergileri de takip etmekteyim. Edebiyatımızda gruplaşma olduğu fikrine bazen kapılsam da bunun herkes için rahmete dönüşmesini diliyorum. Tüm edebiyat dergileri sonuçta tek bir kümede birleşiyor ve insanlığa hizmetleri asla yadsınamaz. İnsanları sevmedikçe hiçbir zorluğun üstesinden gelemiyoruz; bu dev kümenin içindeki tüm irili ufaklı kümelere de ihtiyacımız var, her biri farklı bir boşluğu dolduruyor. Edebiyat dergisi çıkarmak çok fedakarlık isteyen zor bir uğraş ve bu işe gönül veren herkese saygım var. Ama eğer dışlamak, ötekileştirmek anlamına gelen bir gruplaşmadan söz ediyorsak, ben, kendilerini  grup addeden dergilerden uzağım. Farklı sesler, hep aynı bütünün, aynı tek bir sesin yansımalarıdır, bu yansımaları çeşitli nedenlerle bölüp ayırmaya çalışmak, güneşin ışığını parçalara ayırmaya çalışmak kadar gerekçesiz, tuhaf ve saçmadır.

Şiir yazan çok ama okuyan yok şeklinde bir yargı var. Şiire hevesli gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Bu yargı bizi bir çıkmaza taşıyorsa şöyle düşünmekte fayda var: Şiir yazan ama okumayan kimse yaptığı işte samimiyse kendi yazdığı şiirin sesi, çokluk onu başka şiirlere taşır ve bu kimse bir süre sonra şiir okumaya başlayacaktır. Her şiir, sözün göğünde birbirini ışıtan yıldızlar gibidir çünkü. Bu, o kimseyi şiir okuyan ve yazanlar evrenine dahil eder. İkinci olarak; Bir kimse şiir yazıyor ama okumuyorsa, okumadığı o süre içinde şiiri bir yıldız gibi söner ve o kimse sözün göğünde tutunamaz, şiirin kanatlarından kopar ve yere düşer. Eğer okumadan yalnızca yazıyorsanız, gittikçe genişleyen bir evrende kendinize sıkışıp kalırsınız; sözlerinizin başka bir söze değmesi için önce size dokunan binlerce ‘söz’ olmalı.

Sanıyorum mısra okumadan şiir yazmaya kalkanların bu yüzden yolda kalmaları büyük ihtimal. Zaten okumadan yazanlar bir süre sonra yazmayı da bırakıyorlar.

Şiire hevesli gençlere bir şey tavsiye edecek kıdemde değilim. Ancak şiir yanında her türlü edebiyat metnini okumalarını tavsiye edebilirim. Sanatın her dalı, hayal gücünü farklı bir şekilde besler. Ayrıca müzik, resim gibi uğraşlar hayal ve söz ırmağını canlandırır. Platon , “Gençliğinde müzik öğrenen felsefeyi daha iyi anlar.” der.

Sitemiz bir gençlik sitesi… Gençlerin edebiyata ilgisini yeterli buluyor musunuz?
Edebiyat, gençleri kuşatan yapay dünyanın kabuklarını kırıp onlara ne kadar sesini duyuruyor, bilemiyorum. Onların bir şeye yönelmeleri için önce o şeyin varlığını bilmeleri ve onu sevmeleri gerekli. Oysa edebiyat görünürde bir canlılık olsa da halen olması gerektiği yerden çok geride duruyor.  Çünkü genç ve merakla bakan bir gözün değdiği ilk yer genellikle başka şeylerle doldurulmuş sahte vitrinler oluyor. Ben yine de her şeyin daha iyi olacağına dair umudumu koruyorum.

Kitabınızdaki şiirlerden bir bölümü paylaşmanızı istesek…
Memnuniyetle. Madem şiirin mahiyeti üzerine konuştuk, “ Ve Şiir (1)” adlı bir şiirden bir bölüm alayım.

ve atmaca gibi sert çakılmaktır gök aynasına
ya da bir ceylanın esrik adımlarında avlanmak
her gece soğuk taşların üzerinde örtüsüz,
ürkek yatmaktır aşkın avlusunda
kaderin hep en uzağına daldırmaktır çıkrığı
hayatlarımızın bir yanı hep göçük altında iken
tüm sıraları sırtında taşımaktır her gün okula

sır küpünün içine düşmektir ezkaza
yolun sonunu dürmek başına,
aşkla soruşmak, bir evsize komşu olmak
ve halay tutmaktır boydan boya tüm insanlıkla
şerh etmektir merhameti bir ağrının diliyle
şiir, aşktan ölmek ve göz göze gelmek ibrahim’le.
 

www.on5yirmi5.com