Mayıs ayı dergilerinde neler var?

Edebiyat
Mayıs ayı dergileri yine dopdolu içerikleriyle karşımızda… Ayraç "Tasavvuf Edebiyatı" Dosyası Ayraç yazarları, 43. sayısını yayınladıkları mayıs ayında tasavvuf kitaplarını inceledi. T...
EMOJİLE

Mayıs ayı dergileri yine dopdolu içerikleriyle karşımızda…

Ayraç "Tasavvuf Edebiyatı" Dosyası

Ayraç yazarları, 43. sayısını yayınladıkları mayıs ayında tasavvuf kitaplarını inceledi. Tasavvuf denince akla gelen ilk isimlerden bir tanesi Ömer Tuğrul İnançer ile yapılmış bir röportajı okuyabileceğiniz bu ayki Ayraç’ta şu sorular yanıt arıyor.

– Tasavvuf nedir, tarihsel süreç itibariyle nasıl oluşmuştur?
– Tasavvufa kaynaklık eden temel eserler nelerdir?
– Mevlana, Yunus Emre gibi, İbn Arabi gibi isimlerin tasavvufa etkileri…
– Tasavvufun edebiyatla olan ilişkisi…
– Tasavvufun hayata etkisi ve tarikatlar, tekkeler gibi kurumsallaşma süreci…

Ayraç bu sayıda okuyucularına ‘Tasavvuf Modern Hayatın Neresinde?’ sorusunu soruyor ve okuyucularına şöyle sesleniyor…

Dün ve bugün sürekli gündemdeki yerini koruyan ve belki yarın da korumaya devam edecek olan tasavvufu modern çağda hayatımıza getiren nedir? Bugün çağdaş bir insana bu soruyu sorsak alacağımız cevaplar çok farklıdır. Kimilerine göre tasavvuf münzevi bir hayat yaşayıp tesbih çekmekten, kimine göre sema ve dönmekten, kimine göre de bir şeyhe teslim olup kendi iradesinden tamamen soyutlanmaktan, kimilerine göre ise vahdet-i vücûd ve vahdet-i şühûd gibi düşüncelerle varlığı yorumlamaya çalışmaktan ibarettir. Hatta bazıları tasavvufu tamamen musikiden ibaret sanırlar. Oysa tasavvuf tek başına bunların hiç birisi değildir.

Tasavvuf temelde “kalp” ile ilgilenir; kalbî hastalıkların tedavisini amaçlar; her bir hastalığın diğerleriyle ilişkisini dikkatimize sunar. İstikamet, amelde kemâl ve imanda yakîn hep kalpte olup biten hususlar olduğuna göre, tasavvuf’tan bahsettiğimizde bunları kastetmiş oluyoruz. Tasavvuf, tarihsel süreciyle birlikte kurumsal niteliği olan tarikat gibi eğitim kurumları oluşturmuştur. Tekke, dergâh ve zaviyeler gibi sosyal kurumlar ile fütüvvet teşkilatı gibi ekonomik örgütlenmeler gerçekleştirmiştir.

Bugün, yaşadığımız dünyada bu kadar gürültü ve uyarıcıların eşliğinde tasavvufu anlayabilmemiz gittikçe imkansızlaşıyor. Kimileri tasavvufu sadece sema gösterisinden ibaret sanarken, kimileri tasavvufu popüler kültür araçlarında kullanırken, kimi yazarlar da yazacağı aşk romanının içine serpiştiriyor. Oysa tasavvuf bunların hiçbirisi olmadığı gibi, tamamen bir hayata yaklaşma çabası; hayatla ve hayatın edebiyatla olan o estetik ilişkisini meydana getiren yapısıyla farklı bir yaşam tarzıyla günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir.

Ayraç yazarları olarak bu ay tasavvufun hayatla ve edebiyatla olan ilişkisini sorguladık. Hem tasavvufun nasıl ortaya çıktığı, ne ifade ettiği, tarihsel süreci boyunca tarikatlardan tekke ve zaviyelere nasıl kurumsal yapılar meydana getirdiğini sorguladık, hem de günümüzde anlaşıldığı yorumlama biçimlerini tartıştık. Dosyayı hazırlarken tasavvufun hem ne olduğunu hem de ne olmadığını enine boyuna konuştuk. Tasavvuf denilince Türkiye’de akla gelen isimlerinden biri olan Ömer Tuğrul İnançer ile de bir söyleşi yaptık.

İletişim: http://ayracdergi.com/

Umran dergisinin 225. sayısı çıktı!

Umran dergisi 225. sayısını yayınladığı mayıs ayında İslâmcılıkla ilgili Türkçe’de yer bulan çalışmalarda karşımıza çıkan temalara, çatışmalı yorumlara dikkat çekiyor. İşte bu ayki Umran’da okuyacaklarınız…

Gerek Ortadoğu’daki gerekse Türkiye’deki gelişmeler, değişim ve dönüşümler vesilesiyle kendisinden sıklıkla söz edildiğini duysak da, Türkçe’deki İslâmcılık literatürünün gelişkin olmadığını, belli dönemlerin temalarının ötesine geçemediğini söylemek mümkün. Siyasal düşünce dünyası bakımından güncelliğini korumaya devam eden İslâmcılığın, dünyada ve Türkiye’de farklı dönemlerde, farklı tarzda yorumlar ve eleştirilerle karşılandığını ifade etmek yanlış olmaz. Mesela sol Kemalizm’in egemen olduğu yıllarda kaleme alınan eserlerde İslâmcılık akımı mücadele edilmesi gereken siyasal bir gericilik olarak addedilmiştir. Milliyetçi perspektifle kaleme alınan eserler ise milli ajitasyon siyasetinin isterleri doğrultusunda dönem dönem farklı yaklaşımlar sunmuşlardır. 

Afgani’yi tarihi gerçekliği içinde hakkaniyetli olarak değerlendiremeyen çevrelerin, Afgani konusundaki kanaatlerinin bir benzerini Seyyid Kutub üzerinden de ortaya koymakta, Kutub’a karşı Said Nursi’yi öne çıkardıkları görülmektedir. İslâmcı söylemin din ve İslâm anlayışında öne çıkan kaynaklara dönüş düşüncesi çoğu aman Protestanlık kavramı etrafında yorumlanmıştır. 

İslâmcılığın aslında ‘modernleştirici’ yahut ‘sekülerleştirici’ bir hareket olduğu yönündeki tezler,  isabetli değildir. Çağdaş dönem siyaset bilimciler ve sosyologları bu tür sözleri seviyorlar, ancak böyle yapmakla yanılıyorlar. İslâmcıların ‘temel’ görüşleri bağlamında değerlendirme yapmıyorlar. Sürekli tali noktaları öne çıkarıyorlar ve onun üzerinden bir sonuca varıyorlar. Küresel bağlamda, soğuk savaşın sonlarına doğru Amerika’da kaleme alınan çalışmalar İslâmcılarla uzlaşılmasının gerekliliği üzerinde durmuşlardır.               

Türkiye’de ise İslâmcılık akımı konuşulurken uzun yıllar ve halen daha çok gelenek modernlik karşıtlığı üzerinden yapılan bir okuma ile karşılaşmak bu düşünceye ilişkin sağlıklı yorumlar yapılmasını engelliyor. Aslında bu, tipik manada modern dönem akademik çalışmalarına damgasını vuran yaklaşımdır. Bunu, Batılı akademisyenler yapabilir; çünkü bu tarzı zaten onlar icat etmişlerdir; ancak bizde de aynı yaklaşımın çoğunlukla hâkim olduğunu görüyoruz. O nedenle, bu temel yanlış düzeltilmeden, İslâmcılık tartışmalarından sahici bir netice alınması pek mümkün değil. Öte yandan dünyadaki İslâmcılık düşüncesi ve akımları üzerine yeterince analitik çalışma yok Türkçe’de. Mesela Müslüman Kardeşler konusunda 1952 sonrasında veya 1966 sonrasında yaşanan değişmeleri sağlıklı bir biçimde takip edebileceğimiz çalışmalar yok elimizde. Aynı durum Cemaat-i İslâmi için de geçerli.

İşte Umran dergisi bu sayısında İslâmcılıkla ilgili Türkçe’de yer bulan çalışmalarda karşımıza çıkan temalara, çatışmalı yorumlara dikkat çekiyor. Söz konusu yazıların İslâmcılık tartışmalarının mahiyetinin akademide bile salimen yapılamadığını gösterdiği söylenebilir. Esasen 2001 sonrası gelişmelerin İslâmcılığın ele alınışını nasıl etkilediğini ise gelecek birkaç yılda daha sağlıklı olarak görebileceğiz.

İletişim: www.umrandergisi.com

Yedikıta: Osmanlı Sefere Nasıl Giderdi?

Yedikıta dergisi mayıs ayı sayısında, kuruluşundan 1699 Karlofça Antlaşmasına kadar geçen süreçte ciddi yenilgi yüzü görmeyen Osmanlı Ordusu’nun başarısının altındaki sırrı araştırdı.

Yedikıta tarih ve kültür dergisi Mayıs sayısında Osmanlı Ordusu’nun muharebe planlaması ve hazırlığının nasıl yapıldığı konusunu kapağına taşıdı. Mimar Sinan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ömer İşbilir’in kaleme aldığı “Osmanlı Sefere Nasıl Giderdi?” başlığını taşıyan makalede, Osmanlı Ordusu’nun sefere giderken yaptığı hazırlıklarla ilgili ilginç bilgilere yer verildi.

Doç. Dr. İşbilir makalesinde, sefer kararının Divan-ı Hümayunda alındığını öncelikle seferin gerekli olup olmadığına karar verildiğini yazdı. Sefer kararın ardından Osmanlı ve düşman ordularının durumu, hudut boylarındaki beylerbeyinin gönderdiği raporlar dikkatle incelendiği anlatılırken, yazıda ayrıca, “Sefere katılacak asker miktarı, maliyeye getireceği yük, askerin iaşesinin nasıl karşılanacağı, kaç cephede savaş açılacağı, ordunun güzergâhı ve hudut boylarında alınacak tedbirler” ile ilgili her şeyin en ince ayrıntısına kadar görüşüldüğü kaydedildi.

Osmanlı Ordusu Yürüyen Bir Şehir Gibiydi

Osmanlı Ordusu’nun sefere gidişi ile ilgili bilgiler de sunan Doç. Dr. Ömer İşbilir, savaş sahasına kadarki hareketine “yürüyüş” denildiğini ifade ederek, “Ordunun sefere gidiş ve dönüşü sırasındaki intizam ve disiplini, geçtiği mahallerde yağma, tecavüz ve taarruzda bulunmaması, ordugâhın ve etrafın temizliği, karargâhta hâkim olan sükûnet ve sessizlik, batılı müelliflerin dikkatini ve hayranlığını celbetmiştir.” şeklinde bilgi verdi.

Makalede ayrıca, sefer esnasında askerlerin ihtiyaçlarını karşılamak ikin “Orducu Esnafı” tabir edilen muhtelif meslek gruplarının, manevi ihtiyaçlar için ise vaiz, nâsih ve şeyh gibi kişilerin bulunmasına önem verildiği kaydediliyor.

Diğer Yazılar…

Yedikıta dergisinde ayrıca, Osmanlı Padişahlarının sefere gittiklerinde veya başka durumlarda yerlerine nasıl vekil bıraktıkları ile ilgili Prof. Dr. Kenan Ziya Taş’ın “Osmanlı Kamu Hukukunda Hükümdara Vekalet” başlığı ile önemli bir makaleyi sayfasına taşıdı.

Dergide yer alan dikkat çekici yazılar arasında, Tarihçi Yazar Soner Demirsoy’un kaleme aldığı ve Avrupa ve Amerika’da nam salan pehlivanlarımızın öyküsünün anlatıldığı “Dünyayı Titreten Muhteşem Pehlivanlarımız” başlıklı makale, Evliya Çelebi’nin kaleminden İstanbul’un fethini anlatan “Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u Nasıl Muhasara Etti?” yazıları yer alıyor. Şair sultanlar yazı dizisinde ise bu ay “Muradî” mahlaslı Sultan Üçüncü Murad Han’ın divanını anlatan yazı şiir severleri sevindirecek.

Yedikıta dergisi bu sayısı ile birlikte “Geçmişten Günümüze Okçuluk” kitapçığını okurlarına hediye ediyor.

İletişim: www.yedikıta.com.tr

İnsanın İnsanla İmtihanı: Kul hakkı

İlim ve İrfan dergisinin Mayıs sayısı okuruyla buluştu. Dergi bu sayıda kul hakkı kavramını dosya konusu olarak işliyor. “İnsanın insanla imtihanı” ilkesiyle kul hakkını gündeme getiren dergi, hakların ve hayatın temel noktalarına işaret etmeye devam ediyor.

Dergi bu sayıda okurları için birtakım yenilikler hazırlamış: Usta çizer Hasan Aycın, Kelimat-ı Kudsiyye başlıklı köşesinde tasavvufun temel kavramlarını yorumluyor. İlk çizgi, Vukuf-ı Zamanî kavramını işliyor; Vukuf-ı Zamanî  Aycın’ın çizgisinden tablolaşıyor.

Bu sayının diğer büyük yeniliği ise,  Sorgu-Sual köşesiyle ortaya çıkıyor. Usta kalem Rasim Özdenören’ e yöneltilen kısa sorulara Özdenören içten ve samimi kısa cevaplar veriyor. Sorgu-Sual bundan sonra da önemli simalara aynı soruları yönelterek gelen cevapları okuruyla paylaşmaya devam edecek. Şimdiden derginin en çok okunan sayfaları arasında yerini alacak gibi görünüyor bu bölüm. 
Kul hakkını geniş çerçeve içinde ele alan dergi,  sufilerin, “Halk, Hakk’ın ıyalidir.”  sözüne vurgu yaparak, kullara yönelik haksızlıkların gayretullahı da harekete geçireceğini söylüyor. Kul hakkını sadece maddi haklar ile sınırlandırmayan dergi, dille yapılan hak ihlallerine de dikkatleri çekiyor. 
Dergide dosya konusunu işleyen üç kapsamlı yazı yer alıyor. Prof. Dr. Süleyman Derin, “Kul Hakkı Tüm Sevapları Alır Götürür”; İsmail Acarkan, “Hakkından Vazgeçmek Erdemdir” ve Mazhar Salih, “Kul Hakkıyla Karşıma Gelme!” başlıklı yazılarıyla kul hakkının çerçevesini çiziyor. Süleyman Derin’in şu hatırlatması bu hakkın ihlalinin doğuracağı acı sonuçları yansıtıyor: “Peygamber Efendimiz (sas) kul hakkı yiyen kişinin derhal o kardeşi ile helalleşmesini ve bunu ahirete bırakmaması gerektiğini şu şekilde ümmetine tavsiye eder; “Kim bir kul hakkı yemişse derhal o kardeşi ile helalleşsin. Çünkü (kıyamet günü) dirhem de geçmez dinar da. Böyle olunca o (hak yiyen) kişinin sevapları alınır o adama yüklenir. Eğer sevapları yoksa o hakkını yediği adamın günahları buna yüklenir."

İsmail Acarkan ise, şu noktaya dikkat çekiyor; kul hakkı yemek kötüdür ama bu hususta inceden ince bir başka husus daha var: Hakkımız yendiyse, bu hususta bağışlayıcı olmak tasavvuf ahlakı açısından daha uygundur.

Derginin orta sayfasında İrfan Kaynağı köşesinde düzenli olarak yazıları yer alan Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi, “Dünyamızı İmar Ederken Ahiretimizi Harap Etmeyelim” başlıklı yazısında, günahları küçük görmemeyi, şeytanın hilelerinden korunmayı, Allah’a itaat etmekten bir an bile vazgeçmemeyi tavsiye ediyor.  “Mü’minin -küçük gibi de olsa- hayrı küçümsememesi gerekir. Belki de Allah’ın rızası Resulullah’ın -küçük gibi görülen- sünnetlerinden bir sünneti yapmakla kazanılabilir. Müridin hayırlı amellere, ibadetlere ve Allah’a itaata kendisini ağır ağır alıştırması, tarikatın adaplarını yerine getirmeye çalışması, zikir ve adapları tatbik etmeyi terk etmemesi gerekir.” diyen Şeyh Muhammed Muta’a Haznevi ibadet, itaat ve Hakk’ın rızasını kazanmak yolunda uymamız gereken temel ölçüyü beyan ediyor.

Dergi bu sayısında yine dolu dolu içeriğiyle göz dolduruyor. Kâmil Yeşil, “Hikmeti Ehlinden Öğrenmek”; Doç. Dr. Selahattin Yıldırım, “Sahabelerin Mübarek Üç Ayları”; Sami Bayrakçı, “Bir Yanık Kalp Hikayesi: Rabia Adeviyye”;  Adem Dönmez, “Delhi’den Kalbimize Açılan Yol”; Kemal Özer, “Bahşedilmiş Emanet: Temiz Gıda ve Fıtrat”; Ahmet Birler, “Kırkambar” başlıklarıyla bir ay boyunca tasavvufun büyüklerinden Delhi’ye yolculuğa, yediğimiz gıdaların temizliğinden üç ayların faziletlerine kadar geniş bir alanda okurun kalbine hitap ediyor.

İlim ve İrfan Ailemiz sayfalarında ise, Deniz Çiftçi, “Habil ve Kabil Olmak”; Esra Küçük, “Çocuklarınızı Korkularıyla Yüzleştirin” başlıklarıyla ailenin dertlerini omuzlamaya, sıcaklığını hissettirmeye, hanımlara pratik bilgiler vermeye devam ediyor.

İletişim: http://www.ilimveirfan.com.tr/

Türk Edebiyatı Dergisi’nden Necip Fazıl dosyası

Aylık fikir ve sanat dergisi Türk Edebiyatı, 475. sayısını yayınladığı mayıs ayında vefatının 30. Yılı nedeniyle Necip Fazıl dosyasıyla karşımızda… Türk edebiyatının bu ayki sayısında neler var, editörüne kulak verelim…

Türk şiirinin hiç şüphesiz en büyük isimlerinden biri olan Necip Fâzıl aramızdan ayrılalı tam otuz yıl oldu; fakat hatırası taptaze. Onun ismini çeşitli vesilelerle anmadığımız gün yok gibi. Ya şiirlerinden bir mısra dilimize takılır yahut esprilerinden birini anlatır, gülüp neşeleniriz. Necip Fâzıl olmasaydı, eminim, sadece edebiyatımız değil, hayatımız da yoksullaşırdı.

Başkasında bizi çok rahatsız edecek şişkin “ben” duygusu onun yaratılışının olmazsa olmazı gibiydi; rüzgârın önünde sürüklenen iradesiz ve tepkisiz kalabalıkların yitirdiği hayatiyetin tamamı onda toplanmıştı sanki. Kendisini kalabalıkların kaybedilmiş şuuru gibi hisseder, “Durun kalabalıklar!” diye haykırarak onların yerine de en yüksek perdeden haykırırdı.

Necip Fâzıl’ı sınırlı küçüklükler değil, sınırsız büyüklükler ilgilendiriyordu. Bunun için bütün meselelerimize “mutlak olan”ın adesesinden baktı. Beyni “zonk zonk sızlayan” bir mistikti; varlığı parçalayarak anlamaya çalışan bir filozof değil, yekpâre olarak kavramaya çalışan bir şair, bir vecd insanıydı. Gözlerini bir imparatorluk coğrafyasında açıp şuuru aydınlığa kavuştuğunda kendisini eskisine göre çok küçük bir ülkenin vatandaşı olarak bulan trajik bir neslin beyni yaralı bir ferdi olarak konuştu. Bir dünyanın, bir hayat tarzının, bir kültürün toptan inkâr edildiğini görmüş, kökten kopuşun, gitgide küçülüşün acılarını yaşamıştı. Olup bitenin farkına varabilen birkaç kişiden biriydi o, belki de tekti. Hiçbir zaman bir üçüncü dünyalı gibi “mazlum” edası takınmadı, büyük bir imparatorluğun ve büyük bir kültürün mirasçısı, daha da önemlisi, büyük bir dinin mensubu olduğunun şuurundaydı, bunun için mağrur ve kendinden emindi. Şiiri de, aynı şekilde, erkek sesli, yani yakınan değil, meydan okuyan bir şiirdi.

Bu sebeple büyük şairi, vefatının 30. yılında yeniden değerlendirmek istedik. Dosyamız, önemli bir röportajla başlıyor. Necip Fâzıl-Adnan Menderes İlişkisi adlı önemli bir kitabı bulunan Alâattin Karaca, Necip Fâzıl’ın şiirimizdeki yeri, getirdiği yeniliğin mahiyeti ve -en önemlisi- birkaç ay önce tartışmalara yol açan örtülü ödenek meselesiyle ilgili sorularımızı cevaplandırdı.

Ali Birinci ise, her zamanki titizliğiyle arşivleri didik didik ederek Necip Fâzıl’ın dedesi, babası, dayıları ve hayatının karanlıkta kalmış taraflarıyla ilgili yeni bilgilere, daha da önemlisi çocukluğunda yazdığı bilinmeyen iki şiirine ulaştı. Birinci üstadımızın bu çalışması sayesinde Necip Fâzıl biyografisi yazmak isteyenlerin yolları epeyi kısaldı diyebilirim. Abdullah Uçman da “Gaibden Gelen Ses” başlıklı yazısında, Necip Fâzıl’ın şiirinin nasıl oluştuğunu derinlikli bir biçimde ele aldı. Sezai Coşkun da modern dünya şiirinin kurucularından olan Rimbaud ile Necip Fâzıl arasındaki duyuş ortaklığından söz etti.

Ahmet Ağır’ın “Necip Fâzıl’ın Şiirinde Yabancılaşma veya Anlamsızlık” başlıklı yazısıyla katkıda bulunduğu dosyamız, Mehmet Narlı’nın Necip Fâzıl’ın hikâyelerini “akıl ve ruh bozuklukları açısından” ele aldığı yazısı takip ediyor. Bahtiyar Aslan da Necip Fâzıl’ın hikâye ve otobiyografi gibi iki farklı türde kaleme aldığı eserlerinde, büyükbabasının ölümünü anlatmasını, çocukken şahit olduğu bu gerçeğin yarattığı travmadan kurtulma çabasına bağlayarak dikkate değer bir yaklaşım getiriyor. Cafer Gariper, Necip Fâzıl’ın Bahriye Mektebi’nde hocası olan Yahya Kemal’e yönelttiği eleştiriler, Muzaffer Doğan da “Necip Fâzıl-Abdülhakim Arvasî Buluşması” hakkında yazdı. Adem Polat, Üstad’ın “Zindandan Mehmed’e Mektup” şiirini Foucault’nun “hapishane” hakkındaki yaklaşımından yola çıkarak yeniden okumayı denedi. Selçuk Karakılıç da, 1942 yılında, Necip Fâzıl’ın Para isimli piyesi etrafında cereyan eden, tanınmış birçok ismin karıştığı intihal tartışmasını enine boyuna irdeledi.

Elinizdeki sayının tek hikâyesinde, Recep Seyhan, Necip Fâzıl’ın Paris macerasını ve maceranın sonunda yaşadığı derin iç hesaplaşmasını hikâye diliyle anlatıyor.

Şiire maalesef yer veremediğimiz bu sayıda dosya dışında da iki yazımız var; Gürsel Aytaç hocamızın Selim İleri’nin son romanı Mel’un’u değerlendirdiği yazı ve Mehmet Nuri Yardım’ın geçen ay kaybettiğimiz büyük sanat tarihçisi Prof. Dr. Oktay Aslanapa hakkındaki yazısı…
Kırkambar’ımız her zaman olduğu gibi dopdolu…

İletişim: http://www.turkedebiyati.com.tr/ 

Dil ve Edebiyat: “Tarihdeş Bir Milletin Yolculuğu”

Dil ve Edebiyat dergisi 53’üncü Mayıs 2013 sayısında tarihin tanık olduğu sürece katkı sunan bir sayı ile çıkıyor. Üzeyir İlbak’ın “Tarihdeş Bir Milletin Yolculuğu” başlıklı yazısını kapağına taşıyarak; İlbak’ın “Ahlat Şehitliği ile Çanakkale Şehitliği bu coğrafyayı paranteze alan en özel mekanlardır” cümlesinde ifadesini bulan ortak yaşanmışlıklarla dolu en az bin yıllık bir parantezi açmaya davet ediyor.
Dil ve Edebiyat dergisindeki yazısında Genel Yayın Yönetmeni Üzeyir İlbak, özellikle “barış süreci”nde yaşanan gelişmeleri medeniyet perspektifinden ele alıyor. İlbak bu bakış açısıyla meseleyi kavramsal ve duygusal yönlerden kuşatıcı bir yaklaşımla değerlendirmeye çalışıyor.

İlbak yazısına “Hemdert olmak”ı hatırlatarak başlıyor: “Hemdert olmak, felaketlerin, ıstırapların, cehalet ve aymazlıkların ülkemiz coğrafyasında inşa ettiği düşmanlıklardan etkilenen ana-baba-kardeş insanlarımızın dert ve kayıplarını sayısallaştırmadan, karşılıklı istatistik verileri üzerinden gönülleri daha fazla karartmadan hepsiyle özdeşleşerek bir başlangıç yapmaktır.”

Bu ifadeler, “etnik ve dinî kimlikler üzerinden” yapılan suni tanımlamalarla “cendereye sıkışmış/sıkıştırılmış halimizden da kurtuluşun anahtarı gibi sunuluyor.

İlbak’ın yazısında üzerinde durduğu temel problem özellikle Cumhuriyet’le birlikte “bin yıllarla tanımlanan ortak tarih”in yok sayılmış ve “son seksen yılda görmezden gelinmiş” olmasıdır. “Tanzimat’la başlayan ‘ötekileştirme’ ve ‘tek-tip insan üretme’ çabası Cumhuriyet’in ilanından yirmi yıl sonra anayasaya konularak bu coğrafyanın insanları isyan ettirici bir etnik homojenlik cenderesine sıkıştırılmıştır.”

Yazıda çeşitli raporlardan yapılan alıntılarla bu sıkışma, sıkıştırma hâli örneklendiriliyor: 1940 yılında yayımlanan CHP Azınlıklar Raporu’undan yapılan alıntı şöyle:

“Vilayet ve kaza merkezlerinde, hükûmet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçeden başka dil kullananların cezalandırılması. Bölgeye gidecek yabancı kişi ve kuruluşların hükümetten izin almaları gerekmektedir. Ermeni mülklerine yerleşmiş Kürtler, yerleştikleri yerlerden çıkartılarak eski yerlerine veya batı bölgelerine gönderilmeli ve demografik yapı değiştirilmelidir. Dersim bir an evvel Kürtlüğe karışmaktan kurtarılmalıdır. Olağan mahkemelerde ve sıkıyönetim mahkemelerinde asker ve sivil ‘yerli’ hâkim [yani Kürt] bulunmayacaktır. Görkemli hükûmet konakları kurulmalıdır. …Kürtler Türkleştirilmelidir! Kürt meselesi Türkiye’nin en mühim meselesidir. Yol yapımına öncelik verilmelidir. Asimilasyonun ilk şartı dil öğretmektir.”

İlbak, “Ötekileştirme ve yargılamadan mahkûm etme devlet politikası hâline getirilerek sistematik bir şekilde uygulandı ve son bir asır, bu coğrafyada yaşayan dini ve etnik topluluklara zehir edildi.” tespitini yaptıktan sonra benzer yaklaşımın yakın dönemde de sergilendiğini şu cümlelerle belirtiyor: “Bulgar zulmüne ve Belen sürgünlerine resmî ağızlardan ağıt yakıldığı günlerde Diyarbakır cezaevinde işkence sesleri duvar dışına taşıyor, köylerde dışkı yedirme merasimleri düzenleniyordu.”

Ortak tarihi yok sayma anlayışıyla üretilen politikalar, uygulamaların aksine yazıda belirtildiği gibi “Anadolu çok kültürlü, çok dinli, çok topraklı kadim medeniyetlerin art arda ve bir arada yaşadığı coğrafya”dır. “Bu topraklar” İlbak’ın ifadesiyle “Anadolu, Mezopotamya, Kafkasya, Akdeniz ve Karadeniz’dir. Anadolu medeniyeti ve kültürleri, semavi dinlerden de beslenerek birbirlerini etkilediler, geliştirip, büyüttüler ve temasta bulundukları Avrupa medeniyetlerini de etkilediler. Anadolu, Akdeniz havzasının ve Ege kültür varlığının tüm değerlerini kendi muhteva hamurunda yoğurarak derleyip toparladı, büyülü bir bireşim meydana getirdi.”

İlbak bunun üzerinde şu hatırlatma/uyarıyı yapıyor: “‘Otuz yıllık’ aymazlık üzerinden bu coğrafyanın insanlarına ve tarihi birikimine öfke kusanlar, biraz durup bu coğrafyanın şehitliklerine göz atmalı ve aynı inançla bir Fatiha okumalı. Bilinmeli ki, Ahlat Şehitliği ile Çanakkale Şehitliği bu coğrafyayı paranteze alan en özel mekanlardır. Anadolu’nun doğu kapısında da batı kapısında da birlikte şehit olduk; kanlarımız bu topraklara anlam kazandırdı. Alpaslan’ın Cuma hutbesini birlikte dinledik Anadolu’nun Malazgirt kapısında… Buğday çorbasını paylaşan mektepli çocuklarla Çanakkale’de ‘süngü taktık’. 1071’de ortak rüyanın adı Anadolu’ydu. 1918’de de aynı rüya için Anadolu’nun en batı noktası Çanakkale’de bin yıllık ortak rüya yok olmasın diye birlikte şehit olduk; karındaşlığın ötesinde bir kardeşlikle, kanlarımızı yatacağımız topraklara katık ve gelecek yaparak. Son büyük ortak rüya Çanakkale mücadelesinin üzerinden bir asır bile geçmeden ellerimizle rüyalarımıza katran döktük.”
Aslında “Tarihdeş Bir Milletin Yolculuğu” yakın geçmişteki suni durumun geçiciliğine vurgu yapıyor. Gelecek perspektifini de böylece çiziyor: “birlikte yaşama kültürüne aşina bu topraklar Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Kafkas, Arap, Süryani, Asuri… dil ve kültürleriyle birbirini aşılayarak daha da zenginleşmeye devam edecekler. Anadolu, mevcut dil ve kültür zenginliğini yeni değerlerle besleyerek daha da büyütecektir. Farklılıklar bu toprakların zenginliği olmaya devam edecektir.”

“Geleneğimize dönüp bu toprakların kadim halklarıyla ‘eşit’ yurttaşlar olarak barışmak, helalleşmek, her bir topluluğun kendisi kalarak, kültürlerini yaşatarak ve her bir değerin “Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, bilenler için gerçekten ayetler vardır” [Kur’an 30/22] hakikati gereği, farklılıkların  ‘yaratılmış bir ayet olduğu’ gerçeğini benimseyerek yeni bir asrın ilk çeyreğinde gelecek büyük vizyon sahibi ülke idealine katkı vermek zorundayız.”

Dil ve Edebiyat dergisinde öne çıkan diğer başlıklar ise şöyle:

Müçtehit Şair: Sezai Karakoç/ Zafer Acar
Bir Gönül Şairi: Yunus Emre/ Mustafa Özçelik
Necip Fazıl’ın Sinema Anlayışı ve Senaryo Romanları/ Mustafa Miyasoğlu
Otobüs –günlük- / Özkan Şahin

İletişim: http://www.tded.org.tr

İtibar’ın mayıs sayısında neler var?

İtibar’ın Mayıs sayısında M. Uğur Derman ve Hüsrev Hatemi gibi önemli isimlerin kıymetli ürünlerinin yanı sıra Murat Menteş’le yeni romanı Ruhi Mücerret üstüne yapılmış renkli bir söyleşi de yer alıyor.

İtibar’ın Mayıs sayısı Hasan Aycın’ın çizgisiyle başlıyor. Çizginin ardından ilk şiir olarak, birkaç yıldır dergilerde şiir yayınlamayan Hüsrev Hatemi’nin yeni bir şiiri geliyor: “Suda Boğulan Kız Çocuğuna Ağıt”. Zengin bir şair kadrosunun yer aldığı bu sayıya şiirleriyle katılan diğer isimler şunlar:  Cevdet Karal, Mustafa Aydoğan, Hüseyin Atlansoy, Levent Dalar, Ali Emre, Selahattin Yusuf, Cafer Turaç, Nurettin Durman, Emel Özkan, Berat Demirci, Mehmet Aycı, Mustafa Akar, Mehmet Tepe, Muhammed Faruk Özcan, Gökhan Ergür, Soner Karakuş, Fatih Muhammet Atasever, Tuba Kaplan, Nurcan Toprak, İsmail Kılıçarslan ve Süleyman Çobanoğlu.

Bu sayının öykü sayfalarında Kâmil Yeşil’in “Amin”, Müzeyyen Çelik’in “Eski Renkler”, Numan Altuğ Öksüz’ün “Kete” ve Mehmet Emin Gül’ün “Boşluk” adlı öyküleri yer alıyor. 

Edebiyat, Fikriyat ve Sanat Bir Arada

İtibar’ın Mayıs sayısında öne çıkan ürünlerden biri de M. Uğur Derman’ın kaleme aldığı “Osmanlı Türkleri’nde Hat Sanatı” yazısı. Derman yazısında hat sanatının başlangıcından 20. yüzyıla geliş süreci içinde Osmanlı dönemini etraflıca ele alıyor. İhsan Fazlıoğlu ise “Var-Olmayı ve Hayatı Yeniden Anlamlı Kılmak!” başlıklı yazısında insanın hayatla ölüm arasındaki bilgi ve anlam macerası üstüne kafa yoruyor. Bu sayının sürprizlerinden biri de üçüncü romanı Ruhi Mücerret geçtiğimiz günlerde yayınlanan Murat Menteş’le Ali Görkem Userin tarafından yapılan söyleşi. “Roman Bir Tür Naylon Kaderdir” başlıklı söyleşide Menteş samimi bir şekilde Ruhi Mücerret’i ve romancılığını anlatıyor. Söyleşiyi, Mustafa Akar ve Furkan Çalışkan’ın romana dair yazıları izliyor. Bu sayının diğer söyleşisi ise şair Mustafa Akar’la yeni kitabı Tüm Nefesliler üstüne yapılmış. Akar’ın söyleşisini ise Said Yavuz’un Tüm Nefesliler’i ele alan yazısı izliyor.

Nisan sayısının diğer düzyazı ürünleri de düşünceden edebiyata ve güzel sanatlara kadar geniş bir yelpazede. İbrahim Paşalı  “Cennet ve Cehennem, Dünyaya İnanmak İçindir”, Ali Görkem Userin “Fotoğraf Üzerine Düşünceler IV”, Mustafa Ruhi Şirin “Süt ve Kitap ve Sakarya”, Atasoy Müftüoğlu “Başımızı Kuma Gömerek Yaşamaya Devam Edemeyiz”, Alper Gürkan “Gelenek ve Kültürün Aktarımında Dil ve Anlatım”, Afşin Selim “Teyakkuz”, Güven Adıgüzel “Ortadoğu’nun Hüzünlü Kalbi: Feyruz”, Suavi Kemal Yazgıç “Söyle Sessizlik” ve Abdullah Harmancı “Öykü Günlüğü – Necip Fazıl’ın Öyküleri” başlıklı yazılarıyla derginin Mayıs sayısındalar.

İletişim: www.itibardergi.com 

Genç Dergi: Ekrandan Tabiata Hicret Et

Ebedi Gençlik Dergisi sloganıyla yola çıkan Genç dergi mayıs ayında yayınladığı 80. Sayısının dosya konusu; Tabiat. Dergi kapağında dergi “Sevmeye Tabiattan Başla” diye sesleniyor.

Genç Dergi’den Mehmet Emin Gül bu ayki Genç dergide neler var, şöyle anlatıyor:

Kapak konumuzu bu ay, Süleyman Ragıp Yazıcılar’ın şair İbrahim Tenekeci ile yaptığı doyumsuz röportaj kaplıyor. Tenekeci`nin çok özel fotoğraf ve açıklamalarının yer aldığı bu röportajı kaçırmayın derim!

Dosya konumuza dair kalemi eline alan bir diğer yazarımız Ayhan Işık. İsmi sizi yanıltmasın, artist değil yazar! Ve emin olun meşhur ve merhum artist kamera karşısında ne denli yetenekliyse yazarımız da kalemi ile en az onun kadar yetenekli.

Sevilay Kösebalan, bu ay “Kuşla Bizi Mutlu Edebilir mi?” başlığını kullanmış. Hemen ardından Abdurrahman Çetinkaya, “Güzel Gören, Güzel Düşünür” diye veciz bir ifade ile sesleniyor.
Genel Yayın Danışmanımız Mehmet Lütfi Arslan, sabır ve şükür ilişkisini açıklıyor: “Sabrın Şükrü, Şükrün Sabrı”

Ali Can ise Türklük, Batılılık, Doğululuk tartışmalarına açıklık getiriyor: “Türklük Başımda Duman.” Ayrıca “Twitter Günahları ve Ömer Hayyam” başlıklı yazısı ile twitter gençliğine mesaj gönderiyor.
İnsanlığın en eski meselesi; Hâbil ve Kâbil. Merve Kurtoğlu, iki kardeşin kavgası ekseninde bugünü yorumluyor: “Dikkat Kâbil Çıkabilir!”

Asım Gültekin, farklı açılardan bakmaya devam ediyor. Bu ay ele aldığı konu; Kutlu Doğum Programları. Başlığı ise; “Efendimize Fransız Kalma Onuru.”

“Dağda Nâzil Olan Kur’ân’ı Şehirde Nasıl Okuruz?” Haşim Akın cevaplıyor…

Süleyman Ragıp Yazıcılar, tecrübeleri ışığında yazdığı kısa ve özlü yazılarıyla yolumuzu aydınlatıyor. Mayıs’ta sayfasını üç ayrı başlıkla süslüyor: “Anlattıklarınızdan Çok Yaşattıklarınız Kalıyor Geride…” “Allah Vicdan Versin İçine” ve “Mazi Sizi Üzmesin.”

Sadaka verir misiniz? Peki, verdiğiniz sadakanın akıbetini düşünür müsünüz? Sinan Özgenç yazdı: “Bencil Sadakalarımız.”

İnsanın bitmeyen bir hakikat arayışı var. Herkes, istisnasız herkes, az ya da çok, arıyor. Ve nadir şahsiyetler dışında pek kimse aradığını bulamıyor ya da bulduğuyla yetinemiyor. Mesut Kaya, arayışınız için altın değerinde öğütler veriyor: “Kendi Kendini Yetiştirmeyi Bırak Bir Üstada Bende Olmaya Bak”

İletişim: www.gencdergi.com

Mü’min Elinden ve Dilinden İnsanların Emin Olduğu Kimsedir

Aşıkane dergisi 11. sayısını yayınladığı mayıs ayında Sıddık Naci Eren’nin “Mü’minin Ateşten Nasibi” isimli yazısı derginin orta sayfasında yer alırken, Muhammed Hikmet ise yazısına mü’min konusunda bilgiler veriyor. Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç dost olabilmeyi anlatırken, Dr. Talha Uğurluel ise “Mısır’da İslamiyet ve Türk İzleri”ni yazdı. Prof. Dr. Mehmet Akkuş ise “Salahi Hazretlerine Göre Zikir” yazısı ile tarihe ışık tutuyor.

Derginin Allah dostları köşesinde Pir Seyyid Cemaleddin-i Uşşaki (k.s.a) Hazretlerini tanıtılıyor. Muhammed Gündoğdu ise makalesinde Hz. Peygamberin aile fertlerine örnek davranışlarını anlatıyor. Ferhan Önem yazısında mübarek ayların yaklaştığını bizlere hatırlatırken, Pınar Tel de merhamet konusunu ele alıyor.

Yayın hayatında ikinci yaşını dolduran Aşıkane, zenginleşerek yoluna devam ediyor…

İletişim: http://www.asikanedergisi.org

Film Arası Dergisi’ne Hülya Koçyiğit var

Film Arası Sinema Dergisi, son sayısında, Türk sinemasının usta oyuncularından Hülya Koçyiğit’i ağırladı. Ömer Lütfi Akad üçlemesi başta olmak üzere, sinemamızın çok sayıda önemli filminde rol alarak, bir döneme damgasını vuran usta oyuncu Hülya Koçyiğit, dergiden Gülcan Tezcan’ın sorularını yanıtladı. Ünlü oyuncu Hülya Koçyiğit, yeni dönem Türk Sineması için ‘Batıya sempatik görünüp kendi geçmişini elinin tersiyle itiyor’ dedi. Bir filmde oynayıp büyük aktör oluyorlar diyen Koçyiğit, Barış Süreci için ’30 yıl acı çektik, artık yeter’ dedi.

İşte o röportajdan bazı başlıklar;

BATIYA ŞİRİN GÖRÜNÜP KENDİ GEÇMİŞLERİNİ İNKÂR ETTİLER

Bir kuşak değişti. Kendini ispat etmenin yolu olarak, bireysel sinemayı seçti. Bireysel sinema dediğimiz kişisel hikâyelerden oluşuyor, toplumsal bir yönü yok. Dolayısıyla toplumun çoğunluğunu ilgilendirmedi bu filmler. Ama bu filmlerin bir estetiği var, görsel bir kalitesi var. Dolayısıyla bu konuda meraklı olan üniversite talebelerinin veya özel sinema seyircisinin ilgisini çektiler. Ve buradan cesaretle bu filmler, kalite olarak uygun şartlarda oldukları için yurt dışında şanslarını aradılar. Biraz da Batı’ya sempatik olabilmek adına, yerel hikâyelerin, mümkün olduğu kadar çarpıcı olanlarını, can acıtıcı olanlarını ve olumsuz yönlerini kaşıyıp, Batı’da cazibe oluşturma amacını güttüler. Ve geçmişteki o tecrübeyi, ellerinin tersiyle ittiler. Ne bir yönetmen, ne bir senarist, ne bir oyuncu talepleri olmadı.

BİR FİLMLE BÜYÜK AKTÖR OLUYORLAR!

Her gece tiyatroya gitmiş, oyunlar oynamış, canlı performanslarda bulunmuş bir oyuncudan hiç kimsenin haberi yok. Bir tek filmde oynuyor adam, birdenbire Türkiye’nin en önemli aktörü oluyor. İç piyasada o kadar çok değer buluyor ki bunun için daha fazla bir çabaya, daha fazla bir emeğe gerek kalmıyor. Bu da ne demek? Popülizm demek. Yani günlük değerler. Günün kazananı olmak, günün adamı olmak.

MAHSUN’U KUTLAMAK GEREK

Mahsun Kırmızıgül neden sinemacı sayılmasın? Sayılmamasına imkân yok. Onun için kutlamak lazım duyarlılığını, geçmişe olan saygısını… Halkın beğenisini kazandı, esas olarak bunu kutlamak gerek. Halk, puan vermişse, orada durup düşünmek gerekir.
 
HALK BU ACININ BİTMESİNİ İSTİYOR

Toplum barış sürecine biraz umutla, biraz kuşkuyla; biraz endişeye, biraz da zor bir bulmacaya bakar gibi bakıyor. Barışın gelmesini elbette istiyorlar ama tam 30 yıldan bu yana süren kanlı savaş bitmezmiş gibi geliyor. Ama bitsin istiyorlar… Endişe de umut da eşit hızda yer alıyor bu süreçte… Bazı kesimde endişe, bazısında umut var. Net görmek istiyor herkes sonucu. Endişe edenler, barış için ne veriliyor acaba, hangi ödünler bizden habersiz verildi, ülke mi parçalanıyor, rejim değişikliği mi oluyor derken, umutlu olanlar, artık evlatlarımızın ölmeyeceğini, eşit hak ve vatandaşlık ile demokrasimizin içinin dolacağını, halkın onaylayacağı anayasa ile daha demokratik, hukuk üstünlüğünün olduğu, insanların temel hak ve özgürlüklerinin, cumhuriyetimize güç vereceğini düşünüyorlar… Bunu hangimiz düşünmüyoruz ki?

Röportajın tamamı Film Arası Dergisi’nin Mayıs sayısında.

Bilişim Dergisi’nin mayıs sayısı yayında!

Bilişim Dergisi, Mayıs 2013 sayısında, “Gelişmişlik Göstergeleri ve E-Devlet Endeksleri ne kadar doğru? Nasıl hazırlanıyorlar? Sonuçlar ne kadar dikkate alınmalı? Endekslere güvenmeli miyiz?” sorularının yanıtlarını aradı.

“Karşılaştırma” amacıyla kullanılan endekslerin “kusursuz” olamayacağı, artı ve eksileri bulunacağı belirtilirken kullanılan yöntem ve metodoloji açısından endekslere yönelik tartışmalar olabileceğinin altı çizildi. Uzmanlar, Gelişmişlik Göstergeleri ve E-Devlet Endekslerinin başka göstergeler olmadığı için kullanılmak durumunda olunduğuna dikkat çekti.

Kusursuz bir endeksin varlığından söz etmek doğru olmaz

Ulusal istatistiki gösterge ve endekslerin ülkemizin resmi istatistiklerinin üreticisi ve koordinatörü olan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Başkanı Birol Aydemir, her endeksin artı ve eksileri olduğuna işaret etti. Aydemir, endekslerin doğruluğunu sorgulamak yerine neler ifade ettiğine bakmak, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumu sorgulamak ve sorunların çözümüne çabalamanın daha önemli olduğunu vurguladı.
 
“Gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkelerin e-devlet uygulamaları arasında amaç farklılıkları var”
 
Türk İstatistik Derneği Başkanı ve Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşen Apaydın, E-Devlet Endeksleri oluşturulmasını, ülkenin BİT alanındaki en önemli amaçlarından olduğunu belirtti. Endekslerin hesaplama sürecinde kullanılan yöntem, metodoloji ve yöntemsel tartışmalar olabileceğini anımsatan Apaydın,  Gelişmişlik Göstergeleri ve E-Devlet Endeksleri dışında başka göstergeler olmadığı için bu verilerin “ihtiyatlı da olsa” kullanılmak durumunda olunduğunun altını çizdi.
 
“Endekslerin değerleri, kullanılan göstergelerin seçimine bağlı olarak değişebiliyor”
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı Dr. Tayfun Acarer, endeksi oluşturan bileşenlerin seçimi dışında verilerin toplanma yöntemi ve doğruluğunun sonuçları etkileyebildiğine dikkat çekti. Acarer, endeks oluşturulurken, göstergelerin endeksin amacına uygun olarak saptanması, verilerin bulunabilir olması ve Temel Bileşenler Analizi sonuçları ile uyumlu olması gerektiğini kaydetti.
“Kamu yönetimi açısından bilgi toplumu tanımı ve ölçüm sorunları”
Hacettepe Üniversitesi’nden M. Kemal Öktem, piyasa kaynaklı araştırmaların hemen hemen hepsinin bilgi toplumunu algılamaya yönelik olduğunu belirtip bu araştırmaların birçoğunun piyasadaki yatırımcıları İnternet ya da teknoloji kullanımının yaygınlığına ikna etmek için yapıldığının söylenebileceğine işaret etti.

Türkiye Bilişim Derneği (TBD) Bilişim Dergisi’nin Mayıs 2013 sayısı yayında. Derginin154. sayısı, tam 152 sayfa olarak çıktı.  Bilişim Dergisi’ne şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz: E-dergi: www.bilisimdergisi.org.

Gezgin Dergisi 75. sayısıyla yine yollarda

‘‘Görülecek daha çok yer var!’’ deyip yoluna devam eden Gezgin Dergisi, 75. sayısıyla yeni diyarlar keşfetmeye devam ediyor.

Gezgin bu ay Balkanlara uzanıyor. Bosna Hersek’ten başladığı yolculuğuna, Karadağ, Kosova ve Makedonya’yla devam ediyor. Murtaza Koçak yazdı, Mehdi Öztürk fotoğrafladı: ‘Balkanlara Yolculuk’
Asya’nın kalbinde, binlerce yıldır sırlarını korumasını bilmiş bir düşler ülkesi, Serkan Doğan ve Sinan Aydın sizler için anlattı, ‘Yeti’nin Mutlu Ülkesi, Son Saklı Cennet: Bhutan’
Karadeniz’in içlerinde 8500 yıllık geçmişiyle, tarihten günümüze ev sahipliğini yaptığı farklı medeniyetlerden izler barındıran antik bir kent. Uğur Biryol’un anlatımıyla ‘Dağı Delen Aşk: Amasya’
Tarihten bir koridor. Yaşar Şadoğlu ve Hilmi Karaduman’nın fotoğrafları, Halit Ömer Camcı’nın kalemiyle: ‘Her Mevsimin Güzeli: Kırım’
Bu ay Portfolyo’da, aşığı Hayrettin Oğuz’dan yüce dağ Erciyes’e bir güzelleme.
Hayatındaki ilk yurt dışı seyahatine Roma’dan başlayan Asiye Yılmaz, bu heyecanını Gezgin’le paylaştı, ‘Bir Gezinin Anatomisi: Roma’
Ayrıca; Oktay Subaşı’dan Bitlis’te Bilinmeyen Kaplıca, Cağsım Abi’nin rafting merakı ve daha fazlası Gezgin Dergisi’nin Mayıs sayısında.
İletişim: www.gezgindergi.com

Kurani Hayat 29. sayısını yayınladı

Kurani Hayat mayıs haziran ayında yayınladığı 29. sayısıyla karşımızda. Kur’an’ın Zirvesi Ema-i Hüsna başlığını kapağına taşıyan Kurani Hayat’ın başyazısında Mustafa İslamoğlu, esma-i hüsna dersleri boyunca anlattığı hakikatleri özenle özetliyor. Ayşen Gürcan, Kur’an’ın esma üzerinden insanı nasıl terbiye ettiğini kavram haritasıyla inceliyor. Ömer Faruk Karataş Allah’ın Kur’an’da geçen isim, sıfat ve fiillerini bir sistem dahilinde inceliyor. Bilgin Erdoğan Tevvab isminin güzel yansımalarını meslek hayatından da örnekler vererek anlatıyor. Seda Karasu büyük bir kararlılıkla takip ettiği esma derslerinden bir kesit sunuyor. Senai Demirci, iki esma üzerinden üç duruşu tahlil ediyor. Haydar Öztürk varlıkta esmanın nasıl tecelli ettiğini yağmur örneği üzerinden inceliyor. Ayten Durmuş Allah’tan razı olmanın ne anlama geldiğini deneme tadında anlatıyor.

Hitamuhu Misk-2 programı öncesinde esma-i hüsna derslerinin hocası ve katılımcıları ile yapılmış söyleşileri ilgiyle okuyacağınızı ümit ediyoruz. Hasan Aycın’ın çizgisini kapak edinen irfan köşesinde kadir Canatan a’raf/yücelik simgesini yazdı bu sayıda. Hüseyin Kerim Ece ise esma-i hüsna bağlamında tevessül konusunu işledi.

Bunlar Kurani Hayat dergisinin mayıs ve haziran ayı sayısında okuyacağınız haberlerden bazıları. Daha fazlası için mayıs-haziran sayısında…
İletişim: http://www.kuranihayat.com/

Kariyer Dergi İK dünyasının nabzını tutuyor

İK dünyasının en önemli yayınlarından biri olan Kariyer Dergi, 119. Sayısını yayınladığı mayıs ayında yine dopdolu içeriğiyle insan kaynakları dünyasının nabzını yakından takip ediyor.

İşte bu ayki Kariyer Dergi’de okuyacaklarınız:

Levent Dönmez; Görüntünün arkasındaki ses ustası
Mehmet Erkan; Her şey mi İK’nın kararı?
AVİVASA Emeklilik ve Hayat İK Böl. Yön. Berna Belkıs; İK’cı geniş yürekli olmalı 
Sağlıklı Yaşam Partneri Serhat Sıdal;  Düzenli bir hayata "merhaba"
Bozlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı; Dr. Şükrü Bozluolçay
Murat Yeşildere; Paula Prensibi nedir?

Bu konular ve daha fazlası Kariyer Dergi’nin mayıs sayısında. Keyifli okumalar dileriz.
Dergiyi okumak için tıklayınız! 
 

‘Yedi İklim’ dergisi 278. sayısıyla karşınızda…
                               
Aylık sanat, edebiyat, kültür ve medeniyet dergisi Yedi İklim Mayıs 2013 tarihli 278. sayısıyla okurlarıyla yeniden buluşuyor. Yedi İklim okurlarının ilgisini sorulara çekiyor ve özetle şöyle diyor, açılış sayfasında:

“…..[İkinci Dünya Savaşıyla]Yıkılmış Avrupa, aydınlarıyla, siyaset adamlarıyla kendilerine ‘Avrupa’yı nasıl bütünleştirebiliriz?’ sorusunu sorarken, İslam ülkelerinin siyaset adamları ve aydınları, ‘Bu bölünmüşlükleri nasıl temellendirebiliriz?’ sorusunun peşine düştü yıllarca. Batılı aydınların kendilerine sorduğu soru, bugün onları tek devlet olmaya doğru götürürken, İslam aydınlarının kendilerine sorduğu soru ise, bizi yapay tarihlere, yapay uluslara, yapay ırklara, yapay mezheplere, yapay coğrafi bölgelerin kutsallığına götürdü.”

Yedi İklim, Mayıs sayısında üç fotoğraf taşıyor kapağına: Mehmet Ragıp Karcı, Sait Faik Abasıyanık ve Orhan Okay… Mehmet Ragıp Karcı’yla yapılmış bir söyleşi, Sait Faik öyküleri üzerine yazılmış bir inceleme-araştırma yazısı, Orhan Okay’ın son kitabı üzerine yazılmış bir değini bulunuyor.

Yedi İklim sayfalarını şiirler açıyor her zaman olduğu gibi… Bu sayının şairleri Mehmet Ragıp Karcı, Şakir Kurtulmuş, Erkan Kara, Âdem Turan, Fatma Şengil Süzer, Suat Ak, Serdar Kacır, Hacer Akıcı, Abdurrahman Danış, M. Ertuğrul Evyapar, Caner Solak, Ersin Aydın, Hünkâr Karaca, Rabia Şura Horuz ve Sümeyye Akkuş. Hemen burada, Rabia Şura Horuz’un lise onuncu sınıf, Sümeyye akkuş’un da onbirinci öğrencisi olduğunu belirtelim. Yedi İklim, öğrencilerle buluşmasının meyvelerini toplayacak gibi…

Derginin bu sayısında iki söyleşi var; iki söyleşi de kapağa taşınmış. İlk söyleşi Mehmet Ragıp Karcı’la Sergül Vural’ın yaptığı söyleşi. Görece uzun söyleşide Karcı, şiir anlayışından, türkülerden bahsediyor. İkinci söyleşi ise Yeprem Türk’ün Edebiyat Ortamı dergisinin yayın yönetmeni Mustafa Aydoğan ile yaptığı söyleşi. Bu söyleşide de yıllık ve şiir üzerine konuşmuş şairler. Yeprem Türk’ün bir de yıllık üzerine yazdığı bir değerlendirme yazısı var.

İletişim: www.yediiklimdergisi.com

Acemi Dergisi’nde neler var?

Aktüel Edebiyat dergisi Nisan-Mayıs ayında yayınladığı 8. Sayısıyla karşımızda. Tabiatın yeni bir mevsime hayat sevinciyle uyandığı bu güzel dönemde vefalı bir yol arkadaşı olmak temennisiyle selamlayan dergi, okuyucularına şöyle sesleniyor…

Bizler; fikir, inanç, duygu ve hayallerimizden ibaret bir şahsiyet özü taşımaktaysak, kendimizi ifade edebilme ihtiyaç ve sorumluluğumuzun olması da gayet doğaldır. İşte bu gereksinim, yazdıklarımızla kalıcı olabilmek idealini bütün heyecanıyla yaşatmaktadır. Yine bu nedenle, böylesine zorlu ama müstesna uğraşımızda bizlere eşlik isteyen kalem sahiplerine kapımızı hep açık tutacağımızı bir kez daha ifade etmeyi kayda değer buluyoruz. Bir dergi çıkarmanın ne denli özverilere mal olarak okur eline ulaştığı çoğumuzun bilgisi dahilindeyken, bu yolda güç aldığımız ilkelerin edebiyat sevgisi ve okul kimliğimizin sorumlulukları olduğu bilgisini, siz okurlarımızla paylaşmak isteriz.

Bu sayımızda, şiir ve yazılarmızın yanı sıra sayfa aralarında Bayram Atalay’ın objektifinden sunduğumuz değişik fotoğraf karelerinin ilgiye değer bulunacağını umuyoruz….

İletişim: www.acemidergisi.com

Ahenk dergisi 40. sayısıyla karşımızda

Fikir, kültür ve edebiyat dergisi mayıs ayında yayınladığı 40. sayısıyla okuyucularını selamlıyor. Ahenk dergisi mayıs ayında okuyucularına söyle sesleniyor;

Karlar yağdı, yağmurlar yağdı, mevsimler değişti, aylar geldi geçti, yıllar yılları kovaladı.

Bir baktık ki kırk demişiz.

Bütün ömrü birkaç saat süren kelebekler dile gelip konuşsaydı, belki “ah bu hayatta neler gördüm, neler geçirdim, anlatsam roman olur” diyecekler çıkardı içlerinden. Uzun mu kısa mı olduğuna herkesin kendince karar verdiği bu göreceli zaman akıp geçti.

Bir baktık ki kırk demişiz.

İnsan ve aşk diye başlamıştık. Kültür dedik, şiir dedik, eğitim dedik, yaz dedik kış dedik, Mevlana’dan bahsettik, iz bırakanların portrelerinden, kitaplardan, kitaplardan, kitaplardan söz ettik. Hüzünlü hikâyeler düşmedi dilimizden. Bazen geçmişi sorguladık, bazen geleceği kurgulamanın saçmalığından dem vurduk. Öyle dedik, böyle dedik.

Bir baktık ki kırk demişiz.

Kendimizce bir yol, hâlimizce bir hâl tutturmuş idik. Taviz vermedik. Gösteriş budalası, alkış bağımlısı, ilgi ve itibar düşkünü olmaya tenezzül etmeden yolumuza devam ettik. Biraz aykırıydık. Ama saldırganlık etmedik. Biraz uzlaşmacıydık. Ama girdiğimiz kabın şeklini almak düşüklüğünü semtimize uğratmadık. Sabrettik, direndik, vazgeçmedik.

Bir baktık ki kırk demişiz.

Kırk demenin kırka ermekle bağlantısı gönendirdi bizi.  “Hızır’la Kırk Saat” demişti bir üstat. Bir diğeri şiirine “Erbain” adını vermişti. Kırk çıkarmak, kırk gün sabır ve çile uzletine girmenin adıydı. Benliğiyle tutuştukları savaştan zaferle çıkan ermişlerin yolu kırk günlük zaman diliminden geçmekteydi. İnsan karakteri ancak kırk senede kıvamını bulmaktaydı. Peygamberlere görevleri kırk yaşındayken verilmişti. Kırk gün yerleşik hâle geçmenin, alışkanlıktan kurtulmanın veya alışkanlık peyda etmenin ölçüsüydü. Bu kırklar içinde bir yer bulabilmek için çabalamıştık belki de çok da farkında olmadan. Ama artık farkındayız.

Çünkü kırk dedik.

Kırk sayı içinde birikenlerin bazıları birer kitap oldu.

Artunç İskender’in “Malila”sı, B. Nuri Demircan’ın, “Hiç Olmaya Hiçe Geldim”i, Laedri’nin “Oğuzhan’a Masallar”ı, Meriç Çetin’in “Zamanın Kör Noktası”, Süleyman Pekin’in “Sahili Olmayan Deniz”i, Hayrettin Geçkin’in “Şiirkondu”su bunlardan şiir olanları. M. Cahit Hocaoğlu imzalı yazılardan “Mahzun Şövalye”, “Makaleler”, “Portreler”, “Medeniyet Dediğin”, Bahri Akçoral imzalı yazılardan “Anlaşılmamak”, “Benim Adım Yunus”, Atilla Gagavuz imzalı yazılardan “Kendin ol Kendin” nesirlerden bazıları.

Bunların hepsini ve diğer e-kitapları sağ menüden “e-kitaplar” bölümünü tıklayarak PDF dosya biçimiyle indirebilirsiniz. Aynı şekilde Âhenk Dergisi’nin eski sayılarını “e-dergi” bölümünden indirebilirsiniz.

Sağlık ve esenlik dileklerimizle.

İletişim: www.ahenkdergisi.com 

On5yirmi5