Kül ve Umut: Bir Öykü Adamı Necip Tosun

Edebiyat
Röportaj: Bilal Can Necip Tosun Kimdir: 1960 Kırıkkale doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini Kırıkkale’de tamamladı. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesini bitirdi. 1988 yılından beri...
EMOJİLE

Röportaj: Bilal Can

Necip Tosun Kimdir: 1960 Kırıkkale doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini Kırıkkale’de tamamladı. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesini bitirdi. 1988 yılından beri bir kamu kurumunda görev yapıyor. Ankara’da yaşıyor, evli ve iki çocuk babası. İlk öyküsü “Yangın” 1983 yılında Aylık Dergi’de yayımlandı. Öykü, eleştiri ve sinema yazıları, Mavera, Dergâh, Hece ve Hece Öykü dergilerinde yayımlandı. Hâlen Hece ve Hece Öykü dergilerinde yazmayı sürdürüyor. Yapıtları: Öykü: Küller ve Uçurumlar (Hece, Ankara, 1998); Deneme: Hayat ve Öykü (Hece, Ankara, 1999); İnceleme: Türk Öykücülüğünde Rasim Özdenören (İz Yayıncılık, İstanbul, 1996); Türk Öykücülüğünde Mustafa Kutlu (Dergâh Yayınları, İstanbul, 2004); Film Defteri (Dergâh Yayınları, İstanbul, 2005.)

1998 yılında ilk öykü kitabı olan Küller ve Uçurumlar’ı yayınlandıktan sonra 2005 yılında da Otuz Üçüncü Peron isimli öykü kitabınız yayınlandı.  Biz de sizi yazdığınız öyküler ve öyküler üzerine geniş kapsamlı yazılarınızla biliyoruz. Hece Dergisinin Aralık – Ocak 2010 sayısında Öykü Yazmanın kurallarında ‘’ Öykü, tarihsel serüveni içinde, her sanat gibi sürekli kendi kendisiyle hesaplaşma, yüzleşme, yenilenme süreci yaşamıştır. Anlatımın daha etkin, tutarlı, vurucu olabilmesi için yapı, biçim, ses peşinde koşan öykücüler; keşif, dönüştürme, inşa hareketiyle yeni biçimler, yeni imkânlar aramışlardır.’’ Demişsiniz. Öykü türünün tarihsel serüvenine inersek – dediğiniz minvalde –  kendisiyle hesaplaşan öyküde ne gibi değişiklikler oldu?

Bu süreçte, olay öyküden, durum ve atmosfer öyküsüne; portre öykücülüğünden soyut/simgesel öykücülüğe; bilinç akışı ve çokseslilik denemelerinden postmodern öykücülüğe geniş bir çeşitlilik sergilendi. Bu yapısal değişim serüveni, bir bakıma öykünün estetik özerklik serüvenidir de. Öykü, ilk dönemlerde özellikle gazeteci öykücüler aracılığıyla “magazin” yönü ağır basan bir anlayışla yola çıktı. “Deneme hikâyeciliği” ve “portre hikâyeciliği”ne yaslı bu anlayış, modern öykünün ilk acemi adımlarıydı. Bu öyküler, kısa yazmanın parlak geleceğini işaret etmekle birlikte yazınsal bir tür olmanın gereklerinden uzak bir yapı sergiliyordu. Çünkü estetik unsur, içeriğe göre oldukça geri plandaydı. Ancak, modern öykünün ilk ciddi duraklarından biri Maupassant adıyla anılan “olay öykü” oldu. Daha sonra Çehov’la birlikte olaydan, konudan ziyade insanı ön plana çıkaran, onun psikolojisini yansıtan öyküler yazılmaya başlandı. Ardından biçimsel denemeler ve soyut, sembolik yaklaşımlarla oluşturuldu öyküler. Öykücüler, kimi insani tutum ve davranışları, güncelin ucuzculuğundan, kolay tüketiminden kurtararak evrenselleştirmek ve yarınlara taşımak için soyut, sembolik anlatımlara yöneldiler. Öykü bu süreçte tüm sanatlarla ve disiplinlerle yoğun bir ilişki içerisine girdi: Müzik, resim, fotoğraf, şiir, roman, felsefe… Artık bilinç akışı, yeni roman, gerçeküstücülük, varoluşçu yaklaşımlar, büyülü gerçekçilik ve postmodern tutum öyküde değerlendiriliyordu. Bir başka ifadeyle öykü, ilk dönemlerdeki gazeteci-hikâyeci tavırlarından, artistik arayışlara, oradan da çok özel biçimsel denemelere uzanıyordu.

Yazının devamında ‘’ Kalıcı öyküler, gerçeğin “yeni dili”ni bulan metinlerdir.’’ Demişsiniz. Öyküdeki yeni dil bir o eserin kalıcı olması için yeterli midir?

Kuşkusuz “yeni dil”den kastım, zamanın ritmini yakalayan, onun ruhunu anlayan ve aktarabilen öykü anlayışıdır. Nâzım Hikmet’in bir sözünü hatırlıyorum. Hikmet, “Zamanında yeni olmayan hiçbir eser klasik olamaz” diyordu. Yani yeni dilden, yeni, zamanını yansıtan öykü anlayışını kastetmiştim.

Öykü denilinde akla direk Çehov ya da Maupassant isimleri gelir. Bu iki ismin gelmesi elbette öyküye farklı bir desen katmalarındandır. Kalıcılık ve kalite bakımından sizce Çehov ya da Maupassant isimlerini geçecek Türk Öykücüleri yok mudur?

Tarihsel süreç içerisinde bakıldığında öykücülüğümüz dünya ölçeğinde eserler üretmiş ve öykü sanatını nitelikli bir yere taşımıştır. Bu anlamda Türk öykücülüğü öncelikle biçimsel anlamda dünya öykücülüğünün hem mirasçısı hem de özgün, farklı bir sesi olmuştur. Öyle ki modern öykünün geçirdiği evrelerin izdüşümünü, öykücülüğümüzde bulmak mümkündür. Bu bağlamda Maupassant ve Çehov çizgisi, Kafkaesk, bilinç akışı, varoluşçuluk, gerçeküstücülük, postmodernizm gibi eğilimlerin yansımaları izlenmiştir. (Kuşkusuz bu sözlerle, tümüyle etki altındaki bir öykü gelişim çizgisinden değil, dünya öykücülüğünün bir parçası olma serüveninden söz ediyoruz.) Öte yandan hiç değişmeyen ortak duyguların da izi sürülür: İnsanlık durumları, evrensel değerler ve sadece insan olmakla elde edilebilecek iç değer, iç bilinç. Maupassant ve Çehov’la karşılaştırmak zor ama bizim de dünya ölçeğinde öykücülerimiz var.

Türkiye’deki öykü türünün gidişatını nasıl buluyorsunuz? 2010 yılında kayda geçen 66 öykü kitabı var. Sizce bu sayı yeterli midir?

Günümüz öyküsü gerek ustaların örnekleri gerekse yeni öykücülerle birlikte parlak bir dönem yaşıyor. Günümüz öykücülüğünün eleştirilecek tek yanı ise 1950’lerin, 1960’ların yenilikçi akımlarını, ses getiren çıkışlarının olmaması. Değerleri tartışmasız öncülerin gölgesinde, var olan birikim içerisinde öyküler üretiliyor. Oysa öykücülüğümüzün öncü çıkışlara, yeni atılımlara, çağın dilini seslendirecek öykü anlayışlarına ihtiyacı var. Bilinç ve estetik düzeyi yüksek çıkışlara, yeni bir heyecan dalgasına, 1940’ların Sait Faik’ine, 1950’lerin Leyla Erbil’ine, 1970’lerin Rasim Özdenören’lerine ihtiyacı var. Bütün bunlara rağmen hiç şüphesiz umut verici gelişmeler de yok değil. Öyküde ısrarlı yazarların saygın duruşları geleceğe umutlu bakmamızı sağlıyor. Özellikle 2010 yılında ilk öykülerini yayınlamış öykücüler öykü dünyamıza büyük bir hava ve umut getirdiler. Bu anlamda ben şimdilerde Türk öykücülüğünün büyük bir sıçramanın eşiğinde olduğunu düşünüyorum.

Öyküye sizce gereken önem veriliyor mu?  Türkiye’deki öykü alanında bir eksiklik görüyor musunuz?

Gerek yayıncı nezdinden gerekse okur nezdinde öykünün hak ettiği ilgiyi gördüğünü söylemek zor. Şimdilerde ülkemizde bir “roman patlaması” olduğu söyleniyor. Gerçekten de birkaç yıldır romana yönelik bir ilgi olduğu açık. Çok daha nitelikli bir serüven yaşayan öykü ve şiir aynı ilgiyi görmüyor. Bunun romanın yapısıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Gevşek yapısı, okuru sıkmayan basit anlatımı ve kurduğu dünyanın kabullenirliği zamane okurunu cezbediyor. Ama bu romanların nitelikli romanlardan daha çok popüler ürünler olduğunu biliyoruz. Romanın bu kolay yapısına karşın öykünün sıkı örgüsü ise okurdan bir çaba istediği için okur bu zora gelmiyor.  Bu ilgiye bağlı olarak da yayıncılar romana nazaran öyküye daha az ilgi gösteriyorlar. Adı daha çok öyküyle anılan kimi öykücülerin ise romana yönelmeleri elbette tartışılması gereken bir durum. Peki ama romanın yoğun ilgi görmesinden öykünün düşüşe geçtiği sonucu çıkarılabilir mi? Bunun dönem itibariyle bile imkânsız olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü öykü insanlığın birikimini aktarmada kullandığı en eski ve köklü anlatım imkânı. Öte yandan öykünün sağlam bir arka planı var bu topraklarda. Bu direnç ve birikime dayanarak, sağlam temeller üzerinde, geleceğe umutla bakıyor. İnsanlara, birikim, tecrübe aktarmaya devam ediyor.

Sait Faik Hikaye Ödülü, Yunus Nadi Öykü Ödülü, Orhan Kemal Öykü Ödülü, Türkiye Yazarlar Birliği Hikâye Ödülü adı altında öykü yarışmaları düzenleniyor. Bu yarışmaların öykünün gelişimine ne gibi katkıları var?
 
Ödüller tek başlarına eserin değerine ilişkin bir ölçü olamazlar. Yani bir edebi esere ödül vermek o edebi esere bir değer katmadığı gibi ödül verilmeyen eserlerin de değerini azaltmaz. Ödül olsa olsa o eserin okura ulaşmasına katkıda bulunur, yazarına şevk ve memnuniyet hissi verir. Çünkü ödül, eserin dışında cereyan eden bir durumdur ve eser tarihsel serüveninde kendi kaderini yaşar. Hele ödül verme ölçütlerinin bunca tartışıldığı bir zeminde bu etki iyiden iyiye azalır. Bütün bunları ödüllerin değeri küçültmek için söylemiyorum, bir gerçeği ifade etmeye çalışıyorum. Ödüllerin uzun vadede yazarına sesinin yankısı olma bağlamında elbette olumlu katkısı olur ama tür bağlamında etkisi sınırlıdır.

Öykü alanında eserler verirken geniş kapsamlı dosyalarla da öykünün gelişimine katkılarda bulunuyorsunuz. Film Defteri, Türk Öykücülüğünde Mustafa Kutlu, Türk Öykücülüğünde Rasim Özdenören gibi eserler gördüğünüz bir eksiklikten dolayı mı hazırlandı?

Kuram/inceleme/eleştiri yazılarını, öncelikle yaptığım işi anlama, bu türün ustalarını tanıma ve nihayet vardığım sonuçları belgelendirme/kayda geçirme amacıyla yazıyorum. Yazık ki yazma geleneği az olan bir toplumuz. Daha çok sohbet geleneğinden geliyoruz. Bu yüzden de pek çok duygular, görüşler, saptamalar dost sohbetlerinde uçup gidiyor. Bütün bunları bir sonraki kuşağa aktaramıyoruz. Biz kuşak olarak, genelde sanat-edebiyatta özelde de öyküde bu eksikliği yakıcı bir şekilde hissettik. İşte bu yazılar bir yandan bu “eksiklik” diğer yandan da benim öyküyü anlama sürecimi okurla paylaşma arzusu sonucu ortaya çıktı. Aslına bakarsanız, kendi yaptığı iş üzerine konuşma “tuhaf” bir durum. Bu kişinin ürün vermesi gerekiyor. Kuramsal tartışmalar eleştirmenlerin işi. Gerçekten bunun hakkını da onlar verir. Ama maalesef kimsenin eleştirmenliğe gönül indirmemesi nedeniyle iş sonunda bu işi bizzat yapanlara kalıyor.

Bu yazıların diğer bir yazılma gerekçesi de eleştiri tarihimizde görülen duygusal, ideolojik ve şahsi tutumlar. Öykü sanatının temel ölçütleriyle hareket ederek, tümüyle analiz, araştırma ve emek ürünü yazılarla yaşanan haksızlıklara müdahale etmek istedim.

İktisadi İdari Bilimler fakültesinden mezunsunuz bu bölümün yazdığınız öykülere bir katkısı oldu mu?

Maliye mezunuyum. Daha sonra da Sayıştay Denetçiliği. Hesap kitapla uğraşmamın yazılarıma etkisi elbette vardır. Mesleğin bir kusursuzluk arayışına dayanması belki yazılarıma da yansıyor olabilir, ama bilemiyorum tabii. . Müfettişlik şüphe üzerine oturan bir meslek. Bu nedenle duygular, ilk izlenimler önemli. Pek çok olayı ilk kez ortaya çıkaran kişi olmanız nedeniyle, sorumlulukları olan, insanların hayatlarını direkt etkileyen riskli bir meslek. İnce eleyip sık dokumanız gerekiyor. Bu anlamda öğretici bir yanı olduğu da kesin. Öykülerimde mesleğimin katkıları olduğunu sanıyorum. Çünkü yaşadığım hayat bu.

Necip Tosun bir gün bir öyküye konuk olursa nasıl bir portre ile okuyucu karşısına çıkardı?

Her yazar yazdıklarında, kimi, neyi anlatırsa anlatsın, bir tutam kendinden katar değil mi? Her öykümde ben varım.

Son olarak öykü konusunda önereceğiniz kitaplar nelerdir?

ÖYKÜ KURAMINA İLİŞKİN TEMEL KİTAP ÖNERİLERİ

William L. Randall, Bizi Biz Yapan Hikâyeler, Ayrıntı Yay.,
H. E. Bates, Kısa Öykü: Yazınsal Bir Tür Olarak, Bilge Kültür Sanat Yay.,
Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür, Metis Yay.,
Alberto Manguel, Kelimeler Şehri, YKY,
Mihail Bahtin, Sanat ve Sorumluluk, Ayrıntı Yay.,
Tzvetan Todorov, Yazın Kuramı, YKY,
E. M. Forster, Roman Sanatı, Adam Yay.,
Seymour Chatman, Öykü ve Söylem, De ki Basım Yayım,
Dorrit Cohn, Şeffaf Zihinler, Metis Yay.,
Franco Moretti, Modern Epik, Agora Kitaplığı,
A. Robbe-Grillet, Yeni Roman, Yazko Yay.,
Fredric Jameson, Dil Hapishanesi, YKY.,
Vladimir Nabokov, Edebiyat Dersleri, Ada Yay.,
Umberto Eco, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, Can Yay.,
Tzvetan Todorov, Poetikaya Giriş, Metis Yay.,
Roland Barthes, Yazının Sıfır Derecesi, Metis Yay.,
Rollo May, Yaratma Cesareti, Metis Yay.,
Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk, Metis Yay.,
Gennadiy N. Pospelov, Edebiyat Bilimi, Evrensel Kültür.,
Susan Sontag, Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş, Metis Yay.,
Peter Bürger, Avangard Kuramı, İletişim Yay.,
René Girard, Romantik Yalan ve Romansal Hakikat, Metis Yay.,
Georg Lukacs, Roman Kuramı, Metis Yay.,
Virginia Woolf, Bir Yazarın Güncesi, Oğlak Yay., (Günce)
Katherine Mansfield, Bir Hüzün Güncesi, Can Yay., (Günce)
Cesare Pavese, Yaşama Uğraşı, Can Yay., (Günce)
Laurence Sterne, Tristram Shandy, YKY, (Roman)
John Fowles, Fransız Teğmenin Kadını, Ayrıntı Yay., (Roman)
Julian Barnes,  Flaubert’in Papağanı, Ayrıntı Yay., (Roman)
Italio Calvino, Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu, YKY, (Roman)

ÖYKÜNÜN İLK ON BİRİ

Edgar Allan Poe (Tüm Öyküleri)
Anton Çehov (Tüm Öyküleri)
Gabriel Garcia Marguez: On iki Gezici Öykü
Wolfgang Borchert /Ama Fareler Uyur Gece
Katherine Mansfeld/ Ah Bu Rüzgâr
James Joyce/ Dublinliler
Sâdık Hidâyet / Diri Gömülen
Julio Cortázar/ Mırıldandığım Öyküler
Truman Capote / Gümüş Damacana
Carlos Fuentes / Körlerin Şarkısı
Jorge Luis Borges / Alef

ÖYKÜNÜN İLK OTUZU
Ömer Seyfettin, Bütün Öyküleri
Memduh Şevket Esendal, Ev Ona Yakıştı
Sait Faik Abasıyanık, Alemdağda Var Bir Yılan
Sabahattin Ali, Ses
Umran Nazif Yiğiter, Gar Saati
Tarık Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur
Feyyaz Kayacan, Bütün Öyküleri
Sabahattin Kudret Aksal, Bütün Öyküleri
Nezihe Meriç, Bozbulanık
Vüs’at O. Bener, Dost
Kamuran Şipal, Buhurumeryem
Adalet Ağaoğlu, Sessizliğin İlk Sesi
Bilge Karasu, Troya’da Ölüm Vardı
Sevim Burak, Yanık Saraylar
Leyla Erbil, Gecede
Ayhan Bozfırat, Bütün Öyküleri
Füruzan, Parasız Yatılı
Selçuk Baran, Haziran
Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken
Erdal Öz, Sular Ne Güzelse
Sevgi Soysal, Tante Rosa
Rasim Özdenören, Hastalar ve Işıklar
Tomris Uyar, İpek ve Bakır
Nursel Duruel, Geyikler, Annem ve Almanya
Tezer Özlü, Eski Bahçe
Sevinç Çokum, Beyaz Bir Kıyı
Mustafa Kutlu, Uzun Hikâye
Selim İleri, Dostlukların Son Günü
Hulki Aktunç, Gidenler Dönmeyenler
Cemil Kavukçu, Başkasının Rüyaları

on5yirmi5.com