İki usta kalemin “şiir” münazarası

Edebiyat
Türk şiiri geçmişten bugüne önemli fikir tartışmalarına sahne oldu. Bugün okul kitaplarında birkaç şiir ile geçiştirilen şairler, bulundukları dönemde yazdıkları kadar tartıştıkları meselelerle d...
EMOJİLE

Türk şiiri geçmişten bugüne önemli fikir tartışmalarına sahne oldu. Bugün okul kitaplarında birkaç şiir ile geçiştirilen şairler, bulundukları dönemde yazdıkları kadar tartıştıkları meselelerle de gündemdeydi.

Namık Kemal ile Ziya Paşa, Recaizade Mahmut Ekrem ile Muallim Naci, Peyami Safa ile Necip Fazıl, verdikleri eserler kadar yaşadıkları tartışmalarla da akıllarda yer edindi. 

Öte yandan Ahmet Haşim ve Yahya Kemal Beyatlı arasındaki münazaralar, Türk şiiri tarihine önemli notlar düştü. 

Baki Ayhan’ın YKY’de 14 Kasım 2012’de yapılan konuşması bize konuyla ilgili önemli bilgiler veriyor.

Ayhan, Yahya Kemal’in Ahmet Haşim’i hep çok okuduğunu hem de ziyadesiyle eleştirdiğini belirtirken, Kemal’in dil sorununa da dikkat çekiyor…

İşte o konuşma..

"Edebiyat kavgaların bazıları edebiyat görüşlerine dayanırken bazıları ya siyasal eğilimlerden ya da tamamen kişisel nedenlerden kaynaklanır. Bazen de Peyami Safa-Necip Fazıl arasındakinde olduğu gibi intihal (çalıntı) meselesi tartışmaya yol açabilmektedir.
 
Tartışmalar sadece yazarlar-şairler arasında değil, bazen de yazar-şairlerle okuyucular ya da izlerçevre arasında cereyan etmiştir.

Ahmet Haşim çevresinde cereyan eden tartışmalarda bu durumu görebilmekteyiz.

İlk şiiri “Hayâli- Aşkım”ı 1901’de yayımlayan, 1912’de Fecr-i Aticiler arasına katılan Ahmet Haşim, şiirleri nedeniyle çeşitli hücumlara göğüs germek zorunda kalır.

Haşim, 1921 Dergâh’ın yazı kadrosundadır ve ilk sayıda “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirini yayımlar. Aynı yıl Dergâh Yayınları arasında Göl Saatleri çıkar. “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirindeki anlam kapalılığının, alışılmamış dilin yol açtığı tartışmalar ve alaycı eleştiriler üzerine Haşim “Şiirde Mânâ ve Vuzuh” başlıklı cevap yazısını yayımlar. Bu yazı, şairin 1926’da çıkan Piyale kitabında önsöz olarak ve “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlığıyla yer alır.
 
Haşim’in şairlikte uğradığı ilk saldırı, Galatasaray yıllarındadır. Fransızca hocası Ziya Bey küçük Haşim’in şiirle uğraştığını öğrenince “seni ciddi biri zannederdim” diyerek sert tepki gösterir, derslerde onunla alay eder.

Genç Haşim, bu alaylardan biraz etkilenirse de şiiri bırakmaz ve 1800’lerin sonlarında edebiyat mahfillerinde tanınmaya başlar. 1899’da İzzet Melih, Emin Bülent, Abdülhak Şinasi, Refik Halit’le tanışır.

İlk başarılı şiirleri sayılan “Şi’r-i Kamer”leri yayımlar. Rimbaud, Baudelaire, Verlaine, Henry de Regnier gibi sembolistleri ve Servet-i Fünuncuları ince etütlerle okur.

Sonrasında da, kendisini az önce değindiğim “Bir Günün Sonunda Arzu”, “Şiirde Mana ve Vuzuh”, Göl Saatleri, Piyale eksenli tartışmaların odağında bulur. İlk eleştiriler devrin mizah dergilerinden gelir.

Güleryüz, Ayine, Aydede gibi mizah dergileri Haşim’e alay yollu eleştiri yöneltmekte birbirleriyle yarışırlar. Ahmet Haşim’e o yıllarda ve sonrasında eleştiri yönelten, onun şiirini başarısız bulanlar arasında sadece mizah dergileri yoktur; pek çok edebiyatçıdan da Haşim’e yönelik eleştiriler kayda geçer.

Devrin önemli şairlerinden Yahya Kemal de, bir dönem sonra, Haşim’i eleştirmekten geri durmaz. Aslında Dergâh dergisini Haşim’in de aralarında bulunduğu bir arkadaş grubuyla birlikte çıkarmış, zaman zaman mesai ortaklığı yapmışlarıdır fakat sonraları araları açılır ve Yahya Kemal, Haşim’e yönelik zehirli oklarını (üstelik çoğunu da Haşim’in ölümünden sonra) fırlatır.

Yahya Kemal, Haşim’in sembolizmi bilmediğini, saf şiiri kendisinden öğrendiğini iddia eder. Yahya Kemal’in burada dinleyeni/okuyanı yanlış bilgiyle yönlendirdiğini görüyoruz çünkü Haşim daha Galatasaray’da öğrenciyken sembolist şiir antolojisini elinden düşürmemektedir.

Sembolizmi ve saf şiiri daha o yıllarda tanımaya başlamıştır. Yahya Kemal’in iddiaları bu kadarla kalmayıp Haşim’in bazı şiirleri üzerinde güya hatalı bulduğu noktalarda tamirat yapmaya kalkışır.
 
Yahya Kemal’in ömrünün son yıllarında (1950’lerin ortaları) kendisiyle bir nehir söyleşi gerçekleştiren edebiyat doktoru Sermet Sami Uysal’ın birinci ağızdan aktardıkları bu konuda bize çeşitli bilgiler verir.  Birinci ağızdan aktarmalar olması nedeniyle Yahya Kemal hakkındaki en güvenilir kaynaklardan biri olan İşte Gerçek Yahya Kemal’in Haşim’le ilgili sayfalarında olumlu sözler yok denecek kadar azdır.

Uysal’ın aktarmasıyla: “(Yahya Kemal) Özellikle Ahmet Haşim’e çok tutulur ve aleyhinde haksız sözler ederdi. Ben bu değerli şairi müdafaa eder ve hafızamdaki şiirlerinden bazılarını okurdum. Buna tahammül edemez, kendisi sözü alır, Haşim’in mısralarını, hatırlıyamamış gibi, vezinlerini bozarak okur, bir iki defa, derdi, şairliğe yaklaşmıştı, kendisine bu yolda git dedim, hain, onu ben yanlış yola sevkediyorum sanarak saçma sapan buluşların ı takip etti ve neticede bir şey olamadı; esprileri de kendine göredir: Bana Nişli Âgâh dermiş; onun bu sözünden, söylendiği andan itibaren hiç kimsenin hafızasında bir şey kalmamıştır; ama ben onun için Arap Haşim dedim, şimdi herkes onu öyle tanır.” (Sermet Sami Uysal, İşte Gerçek Yahya Kemal, İnkılap ve Aka Kit., İstanbul 1972, s. 78)

Burada bir noktaya not düşerek sürdürmek istiyorum: Yahya Kemal’in “Ben onun için Arap Haşim dedim, şimdi herkes onu öyle tanır.” ifadesi gerçeği yansıtmamaktadır. Yahya Kemal’in daha önce olduğu gibi burada da meseleyi kendisine yontmak, çoktan ölmüş gitmiş Haşim karşısında kendisini üste koymak istediği anlaşılıyor.

Haşim’e kökeninden dolayı “Arap Haşim” denmesinin Yahya Kemal’le ilgisi yoktur. Bu lakap, bu hakaretamiz anma şekli Haşim’in 1897’de kaydolduğu Galatasaray’daki öğrencilik yıllarından kalmadır ve o tarihlerde Yahya Kemal daha Paris’ten memlekete dönmemiştir, her
ikisi de edebiyat dünyasından ve birbirlerini tanımaktan uzaktır.

Yahya Kemal’in, Haşim’in şiirleri üzerindeki somut eleştirilerini ve tamirat çabasının örneklerini yine Uysal’ın söyleşisinde buluyoruz: “Ahmet Haşim de evvela Servet-i Fünun’u taklit etmiştir. ‘Firaz-ı zirve-i’ vs. der. Sonraları benim şiirimin dili ile değişip: ‘Bir kuş düşünür bu bahçelerde’ dedi. Sayemde bizim lisanımızda sade Türkçe söylemeyi anladı.

Fakat asıl mesele Türkçenin estetiğini bulmakta idi. İşte Haşim buna erişemedi. ‘Zannetme ki güldür ne de lâle’ yanlıştır. ‘Zannetme ki güldür yahut lâledir’ doğrudur. Sonra: ‘Âteş doludur’ diyor. Ateşte imale yapılmaz. Üstelik ateş olan şey tutulmaz. Dokunulur ve hemen el çekilir. ‘Gülgûn’ da dememeliydi. Bu kelime divan dilinde var. Bizim lisana aklı erseydi, ‘Piyale’yi:

  Gül rengine aldanma yanarsın
  El sürme ateştir bu piyale

gibi bir söyleyişle söylerdi… Sonra eski dilde anınçün, bundan dolayı demektir. Yeni lisanda efgan yoktur. Şöyle demeliydi:

        Aksetmede sevda gecesinden
        Baştanbaşa feryad ile nâle

Elbette ki bizde de, Fransız münekkitleri gibi mısralara bakan hocalar ve münekkitler yetişip, bu huşulara dikkat edeceklerdir… Sonra Haşim, ‘Merdiven’de: ‘Eğilmiş arza’ diyor. Arza eğilmiş, denmez. Yere eğilmiş denir. Piyale, Bülbül, Merdiven hep bizim lisanla. Niye ‘O Belde’yi bizim lisanla söylemedi? Çünkü Yahya Kemal o zaman Paris’ten gelmemişti.

Şair heyecanlanmış ve sinirlenmişti. Kendisinden başka bir şairin şiiri de çok sevilecek diye ödü kopardı. Hatta bir defa: ‘Acaba bu hafta öğrencilere Haşim’in hangi şiirlerini okutsam?’ demiştim… Birden yüzü karışıp: ‘O şiirden ne anlar ki çocukların zihnini o saçma sapan şeylerle yoracaksın.’ diye çıkışmıştı.” (Uysal, age, ss. 200-201)

 Benzeri ifadeleri bir başka çalışmada da görebiliyoruz. Haşim ve Yahya Kemal hakkındaki güvenilir kaynaklardan olan, Abdülhak Şinasi Hisar’ın kitabında Yahya Kemal’in Haşim hakkındaki eleştirileri epeyce yer tutmaktadır. Haşim’in Göl Saatleri kitabı hakkında övgü dolu bir makale kaleme alan Hisar bu dönemde olan biteni kısaca şöyle aktarır:

“Makalenin (Hisar’ın Göl Saatleri hakkındaki yazısı) yazıldığı zamanlarda Haşim’le Yahya Kemal’in araları hiç bozulmamıştı. Yahya Kemal, ‘Melâli anlamayan nesle aşina değiliz diyen Haşim büyük bir şairdir!’ demişti. Senelerden sonra Yahya Kemal, Ahmet Haşim için “Hiç şair değildir’ deyince, bu eski sözünü hatırlatmak istedim. Kendisi, ‘Fikrimi değiştirdim.’ diyebilirdi. Halbuki, ‘Hayır, ben böyle bir şey söylemedim!’ diye inkâr etti.” (Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Haşim Şiiri ve Hayatı, Hilmi Kit., İstanbul 1963, ss. 43-44)
 
Buradaki belki de en önemli nokta, şairlerin kişisel ilişkilerinin eleştirel bakışı perdelemesidir. Aralarının iyi olduğu dönemlerde birbirlerini yere göğe sığdıramayan şairler, kişisel ilişkileri bozulduğunda neredeyse tamamen şiir dışı, edebiyat dışı yaklaşımlarla muhatabını eleştirmeye başlamaktadır.

Bu, XX. yüzyılda da böyleydi maalesef günümüzde de böyle. İlginç olan da, sanki Ahmet Haşim, Yahya Kemal’in bu U dönüşünü çok önceden görmüş gibi, Dergâh’ta yayımladığı ve daha sonra Piyale kitabına ön söz olarak koyduğu yazıda, elbette başkaları üzerinden, başkalarını hedef alarak, şunları söylemektedir:

“Düşünüş ayrılığından dolayı hakaret, öteden beri bizde kullanılan aşınmış bir silahtır ki, şerefsiz bir miras halinde, aynı cinsten kalem sahipleri arasında batından batına (kuşaktan kuşağa) intikal eder. Onun için hiçbir edebi nesil, bu tarz münakaşaları tanımamış olmakla iftihar edemez. Hele ilim ve edeb sahalarında nekre (gülünç) ve maskara gâh âlim gâh sanatkâr gâh münekkit (eleştirmen) kılığında merkebini serbestçe koşturabildiğinden beri, fikir alışverişinde artık insanî âdâba riayet edildiğini görmeği ümit etmek çocukça bir safvet (saflık) olur.” (“Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar”, Piyale, 1926)
 
Yahya Kemal’in, “Sayemde bizim lisanımızda sade Türkçe söylemeyi anladı.” ifadesi de bir başka yanıltıcı noktadır. Her şeyden önce, sade Türkçenin edebiyat dili, şiir dili olarak kullanılmaya başlanması 1911’de Genç Kalemler hareketiyle gündeme gelmiş ve süreç içinde yaygınlık kazanmıştır.

Hatta, el yordamıyla da olsa Mehmet Emin Yurdakul, çok daha önceleri böyle bir çabanın içine girmiştir. Ahmet Haşim’in 1910’ların ortalarında, Çanakkale cephesindeyken, Mehmet Emin’le mektuplaştığı, onun sade Türkçesini övdüğü hatırlanırsa (bk.: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim, İletişim Yay., İstanbul 2000) Haşim’in, sade Türkçeye biraz geç yöneldiği söylenebilirse de, bu eğilimden haberdar olmasının tarihi Yahya Kemal’le tanışıklığı öncesine kadar iner.
 
Tartışmanın bir başka boyutu da, Ahmet Haşim’in bazı şiirleri üzerinde Yahya Kemal’in giriştiği tamir çalışmasıdır. Şurası muhakkak ki, şiirde tekniğe her şeyden çok önem veren şairlerin şiirlerinde bile tamire muhtaç ifadelere rastlanır.

Bu nedenle Haşim’in bazı şiirlerindeki ifade aksaklıklarını Yahya Kemal’in bu kadar büyütmesine bir anlam veremiyoruz. İşin daha da ilginç yanı, şiirleri üzerinde çok titizlendiği söylenen, mısraya uygun bir kelimeyi bulabilmek için on yıl aradığı belirtilen, aşırı titizliği sonucunda sağlığında şiir kitabı yayımlamayan Yahya Kemal’in şiirlerinde de tamire muhtaç epeyce ifade bozukluğu olmasıdır. Birkaç örnek:
 
Ömrünce mest olur nice hayran olan sana
 (“Olmak” fiilinin ve bundan türetilen “olan” fiilimsisinin aynı mısrada kullanılması sözcük kakafonisi yaratmaktadır.)
 
 Baktım konuşurken daha bir kerre güzeldin
 (Mısra tamamen bozuktur, “daha bir kerre” ifadesi Türkçeye uygun olmadığı gibi, “kerre”nin “güzellik”e sayısallık ve tekrar anlamı katması ifadeyi zedelemiştir.)
 
Kaç fatihin altın kanı mermerle karışmış
 (“Altın kan” ifadesinde kötü, başarısız benzetme vardır. Kan, ne rengi ne de başka bir özelliğiyle altına benzer. Bu benzetme değer yönüyle yapılmışsa bile sanki değerli [güçlü] olan değersiz [güçsüz] olana benzetilmiş gibi ters ve bozuk bir durum ortaya çıkmıştır. Yahya Kemal, aruza uygun bir benzetme bulamadığı için bununla yetinmiş olsa gerek.)

Çok saatler geçince hicranda
 (“Çok saatler” ifadesi Türkçeye uygun değildir, Fransızca kokmaktadır.)

 Kanmadık gaşy eden bu maviliğe
 Ne yazık geçmek üzeredir gece
 Ey gönül fecre az zaman kalıyor
 (İlk iki mısrada görülen zaman akışına göre, “kalıyor”un “kaldı” olması gerekir.)

 Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten
 (“Yapabilmek” yeterlik fiilinin bu şekilde kullanımı Türkçeye uygun değildir. Aruzun zorlaması açıkça görülüyor.  “Birkaç hiç” ifadesi ise “hiç” kavramına sayısallık kattığı için tamamen yanlıştır.)

Çeşmeden her su içerken şükür Allah’a diyen
 (“Her su içerken” ifadesi bozuktur, aruzun zorlaması ifadeyi bozmuştur; doğrusu ,“her su içişte” şeklindeki söyleyiştir.)

Örnekler çoğaltılabilir ama buna gerek yok; çünkü az önce de dediğimiz gibi, bu tip ifade hataları belki bu kadar çok olmamakla beraber, her şairde bulunabilecek hatalardır.

Çok titiz bir sanatçı olduğu belirtilen ve bu yönüyle yanlış şekilde efsaneleştirilen Yahya Kemal’in şiirlerinde hatalara rastlanmasına da böyle bakmak gerekir. Önemli olan, şairleri herhangi bir veriye dayanmadan, araştırma yapmadan, ezber bilgilerle kutsallaştırmamaktır. Yahya Kemal, Ahmet Haşim’in şiirine bu kadar eleştirel bakarken kendi şiirindeki hataları fark etmemiştir.
 
En ilgincini de sona sakladım:

Sadece ikisi de hayattayken değil, Ahmet Haşim bu dünyaya veda ettikten sonra, cevap hakkını kullanma şansı yokken bile “Merdiven” şairini sürekli eleştiren; onun için, “Gazete yazıları iyidir ama şiirleri kötüdür, hatta şair değildir.” diyen Yahya Kemal’in, o kadar eleştirdiği Haşim’in şiir kitaplarını başucundan ayırmaması herhalde travmatik bir durumun ifadesidir:

“Ölümünden sonra, kardeşi Reşat Beyatlı ile Parkotel’deki odasını toplamaya gittiğimizde Yahya Kemal’in çalışma masası üzerinde, en çok inkâr ettiği şairin, yani Ahmet Haşim’in şiir kitabı açık duruyordu.” (Sermet Sami Uysal, İşte Gerçek Yahya Kemal, İnkılap ve Aka Kit., İstanbul 1972, s. 79, aynı not s. 178, s. 269)

Demin, Ahmet Haşim’in ölümünden sonra, cevap hakkını kullanma şansı olmadığı günlerde onun arkasından konuşan Yahya Kemal’in bu yanlış tutumuna değinmiştim. Benim bu kısa konuşmama, bu çerçevede, Ahmet Haşim’in cevap hakkı gözüyle bakılabilir!"

artfulliving