Gerçekte olan neyse onun şiirini yazıyorum

Edebiyat
Abdullah Güner’in röportajı Hayatı görmeye, duymaya,  anlamaya çalışan ve sorgulayan herkes için kaçınılmaz bir durak, ucu bucağı görünmeyen uzun bir yolculuktur şiir. Şiirin izini sürmek i...
EMOJİLE

Abdullah Güner’in röportajı

Hayatı görmeye, duymaya,  anlamaya çalışan ve sorgulayan herkes için kaçınılmaz bir durak, ucu bucağı görünmeyen uzun bir yolculuktur şiir.

Şiirin izini sürmek için dergilerde yayınlanan şiirleri takip etmek her şairin ve şiir okurunun önemli vazifelerinden biridir. Şiirin sesine kulak vermek için bu ay şair Dilek Kartal’ın İtibar dergisinin 15. sayısında (Aralık 2012) yayınlanan “Akşam Akşam Bi Gömlek” şiirinin yazılma hikayesini kendisiyle konuştuk.

Akşam Akşam Bi Gömlek

insan montundan utanır mı montluluğundan
fermuarlı bi kambur, satın alınmış üstelik
utandım
o zaman da böyle bayramlık ayakkabımdan
çocuğum daha bilmiyorum ama emek memek
eşitlik ne, hak, hukuk adalet ne
bilmiyorum ne; boynuzsuz koçun boynuzlu koçtan alacağı
sadece bayramı sadece bayramlığı, utanmayı bi de

tam sokağa fırlayacakken dönüp baktılar
ikinci bayram günü bitince bayramlaşmalar
bi görseniz ama hepsi birden
düşman değil, bizim çocuklar
beyaz fiyonklu rugan, bilekten bağlı
öyle parlaktı ki, ayakkabılarıma baktılar
güler gibi değil söver gibi de
misafir gelmiş bi çocuğa bakar gibi
ayakkabılarıyla uzaktan ve uzaklaştırarak baktılar

bi gömlek
ama incecik nefes nefese bi gömlek
bi gömlek sermayesi selpak mendil
burnu akan bi gömlek, kara kuru, yetim boyunlu
kıyıp da sermayeden yiyemeyen bi gömlek
akşam akşam şart mıydı
çocuğum işte  nerden geldiyse hızla örülen bu duvarı yıkmak
bu duvarı sokağımla aramızda
ayaklarımı ayaklarımla çiğnemiştim
beyaz fiyonklu rugan ayakkabılarımın fiyonklarını
beyaz fiyonklu rugan ayakkabılarımın topuklarıyla
annemden yediğim bi tokat
hiç utanmamıştım bundan

bu akşam da sırtımda sırtımın ayıbı
deri değil parlak hiç indirimden alınmış yeni bile değil
tam  boynumu sıcağıma gömecekken ellerimi tam cebime
şart mıydı diyorum akşam akşam bi gömlek

gece kalkıp şiirini yazdım
içime dert oldu bilin diye şiirini
bakın uykularım kaçtı, görün diye
sahi, iyi halden sayılabilir mi bi şiir, bi şiir hafifletici sebep
siz olsanız, gömlek olsanız, incecik bi gömlek olsanız siz hepiniz
bu şiiri yazdım diye…

hiç bi şey yapmadım
ben ne montumu montumla çiğnemek
ne de montumdan infak
ben bi mendil bile almadım ihtiyacım yok diye
ben sadece utanıp sadece yüzümü cama
gömleğin montuma bakışını görmeyeyim diye
görmeyeyim diye uzaktan ve uzaklaştırarak bakışını
ben olsam affetmem
çünkü ben sadece yüzümü cama…

Not: Bu şiir İtibar dergisinin (Aralık 2012) 15. sayısında yayınlanmıştır.

"BU, ŞİİR YAZMAK NEYİ ÇÖZÜYOR SORGULAMASI"

Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Tanımak derken!.. Bildiğimiz özgeçmiş detaylarıyla mı?  Biliyor musun, çoğu okurun bu detaylarla hiç de ilgilenmediğini düşünüyorum. Belki de, ben ilgilenmediğim içindir. Doğmuş, yaşıyor ve ölecek olan biriyim. Geçerken uğrayanlardan biri işte. Bir ailesi olan, çalışan, çalışmak zorunda olan, sıradan… Şiir yazmaya çalışıyor bir de.

Şiir yazmaya ne zaman başladınız?

Üç yaşımdayken tarağı kalem yapıp… pardon ya o mikrofon içindi değil mi. Elbette kanın deli aktığı yıllarda başladım ben de. Doğal süreçte yani. Gerçi;  ilkokuldayken bir şiir yarışmasında da 1. olmuşluğum var ama onu saymıyoruz değil mi? Şaka bir yana, 16 yaşındaydım ilk defa bir dergide şiirim yayımlandığında. Milliyet Sanat o dönemde el yordamıyla bulup takip etmeye çalıştığım bir dergiydi. Orada yayımlamışlardı. Sonra uzun, upuzun sustum. Detaylar, mazeretler devreye girmesin diye ‘neden’ sorusunu sormayın, geçelim. Kelimelerle yollarımızın ikinci kesişmesi yaklaşık 3 yıl önce gerçekleşti. Bu defa birbirimizin peşini bırakmayacağız, inşallah.

‘Dergilerde Şiirler – Bir Şiir Bir Şair’ başlığında her ay seçtiğimiz bir dergiden bir şiirin şairiyle kendi şiirini konuşacağız. Bu ay ilk olarak sizin şiirinizle başlayacağız. Sizin bu ay (Aralık 2012) İtibar dergisinin 15. sayısında yayınlanan “Akşam Akşam Bi Gömlek” şiiriniz var. Diğer şiirlerden sıyrılan; daha içten, daha yaşanmış, somut ve insana kalır, insanı kuşatır bir tarafı ola bir şiir… Bize bu şiirinizin hikayesini anlatır mısınız? Nasıl yazdınız? Nerede karar verdiniz bu şiiri yazmaya?

Ekim ayıydı sanırım, işten dönüyordum. Akşam olmuştu eve gidiyordum. Meşhur Kadıköy- Pendik minibüsündeydim. Trafik vardı, yağmur vardı. Bir tane çocuk bindi minibüse. Üzerinde bir tane gömlek var, bir eliyle tutunuyor diğeriyle de elindeki poşeti tutuyor. Elleri, suratı kıpkırmızı. Gripti belki, belki soğuktan burnunu çekip duruyordu, bilmiyorum. Sonrası şiirde yazıyor zaten… Çocuğa bakıyorum, çocuk sürekli burnunu çekip duruyor. Koluna sürüyor burnu akınca. Şimdi bir an düşünüyorum kendi içimden ‘Oğlum aç oradan bir tane selpak mendil al, burnunu sil’. Sonra kendi kendime diyorum ki ‘Herhalde ne kadar önemli bir şey ki o selpak onun için -1 liraya mı satacak 50 kuruşa mı satacak- o çocuk o torbasından bir tane mendil çıkartıp burnunu silmedi. Birkaç durak gittik, sonra çocuk Bostancı’da ışıklarda indi zaten. Biz minibüsteyiz, trafik ışıklarında takıldık, bekliyoruz. O kargaşada çocuk iner inmez araba camlarına mendil uzatmaya başladı. Tuhaf bir mahcubiyet. O an orada olmasının müsebbibi benmişim gibi geldi. Abartılı gelebilir ama öyleydi. Bir kaç gün sonra şiiri geldi. O da başka bir sorgulamaya vesile oldu. Bu, şiir yazmak neyi çözüyor sorgulaması. Yani tamam mı, bitti mi, ben daha başka ne yapabilirim ki diyebilir miydim? Zihin ne tuhaf sıçramalar yapıyor. Çocukluk, bu gün, şiir, şiiri yazdıktan sonraki hal. Hayli karışık. Anlatabildim mi onu bile bilmiyorum aslında.

Neler düşündünüz?

Şimdi insan kendi kendine düşünüyor bir ton şikayet ettiğimiz şeyler var. Oturmuşuz montlar üzerimizde, ellerimizi sokmuşuz cebimize… Bacak kadar çocuk, akşamın saat 8’i, 9’uydu üstelik. Bacak kadar çocuk o saatte üzerinde bir gömlekle mendil satacak. Oradan aldığı parayla ne yapacak, nereye götürecek, nasıl bir hayat yaşıyor? Bütün bunların hiçbirini bilmiyorsun. O mendili almamışsın onun için kendine kızıyorsun bir ton. Sonra eve geldim, onunla ilgili bir şiir yazıyım dedim.

Şimdi şiiri yazıyorum. Onu yazarken başka şeyler geliyor insanın aklına. Çocukken de öyleydi. Mesela çocukken yeni ayakkabılarla sokağa çıkmaktan nefret ederdim ben. Herkes bakıyor çünkü. Biz mahalle de doğduk, büyüdük. Öyle siteler içerisinde büyümedik. Birçok arkadaşımızın yeni ayakkabısı olmuyordu. O bayramlık ayakkabılarım hakikaten beyaz, fiyonklu, rugan ve bilekten bağlı bayramlık ayakkabılarımdı. Hakikaten o ayakkabılarımın fiyonkları parçalanırcasına ezildi. Annem aşağıya indi, iki tane tokat attı. ‘Ne yapmışsın ayakkabılarını mahvetmişsin’ dedi. Utanıyorsun bir şekilde ve onlarla aynı görünmek istiyorsun. Çünkü aynı görünmediğin zaman seni dışarıya itiyorlar. Sonra oturup şiiri yazarken de onlar geliyor aklına. Çocukken de o sınıf farkını bilmiyorsun ama farklı sebeplerle bir mahcubiyet duyuyorsun. Bir eziklik duyuyorsun, onlar gibi olmak istiyorsun. Mesela bu şiiri ilk bitirdiğim zaman daha farklıydı şiir. Sonra şiir bittikten sonra şimdi dedim ki ne oldu? Ben bu şiiri yazdım. Eee ne yaptım? Bak ne kadar duyarlı bir insanım bunu fark ettim bunun da şiirini yazdım. Bunu da ilan ediyorum. Görün, bakın ne diye! Şimdi oradan da bakıp öfkeleniyorsun kendine. Sanki bunu pazarlıyormuşum, bunun rantını yiyormuşum gibi böyle saçma sapan çelişkili bir şeydi. Böyle bir şiir çıktı.

"BİRİLERİ SENİ BU ACIYI PAZARLAMAKLA İTHAM EDEBİLİR"

Buna da şiirin son kısmında diyorsunuz: “gece kalkıp şiirini yazdım / içime dert oldu bilin diye şiirini / bakın uykularım kaçtı, görün diye / sahi, iyi halden sayılabilir mi bi şiir, bi şiir hafifletici sebep / siz olsanız, gömlek olsanız, incecik bi gömlek olsanız siz hepiniz bu şiiri yazdım diye…” Bu mısralarda insanın kendisiyle ve yaşadığı dünyayla ilgili de bir sınav var? Vicdani yanımızla öfkemiz bir arada. Buradaki çelişkiyi açabilir miyiz?

Aslında bizim bu anlamda yazdığımız somut şiirlerin tamamı için bu durum geçerli. Şimdi bu şiiri yazdığım o çocuk bana ne diyecek bunu okusa: ‘Aaa abla sağ ol. Çok da güzel anlatmışsın’ mı diyecek. Onun umurunda değil ki. Onun umurunda değil bu. O çocuğa ben desem ki bak senin şiirini yazdım. Bundan duyacağı keyif herhalde 5 tane selpak mendil alsam, 5 selpak mendil almamdan duyacağı keyif kadar değil. O çocuğu ilgilendiren tek şey o an kazanacağı/kazanması gereken para çünkü. Biz burada aslında bu işin biraz da artistliğini yapıyoruz. Bir anlamda vicdanımızı rahatlatıyoruz. Tamam, bunları söylemek, göstermek lazım ama sanırım bilinçaltımızın bir yerinde bunu da ilan etme dürtüsü de var.

Bunu sahici bir şekilde yüreğinden geldiği şekilde ilan etmek kötü bir şey mi?

Ama bunun karşılığında birileri sana şunu diyebilir: Vay artist, toplumsal yarayı bize gösterdi. Bunun da pirimini yaptı işte sempati kazanıyor gibi şeyler söyleyebilirler. Bunu göze almak gerekiyor. Çünkü bu bizim yazdığımız tarzda şiir yazanların hepsi için bu risk var. Çünkü somut şeylerden bahsediyoruz. Bir acıdan bahsediyorsam birileri seni bu acıyı pazarlamakla itham edebilir. O zaman bunlardan hiç bahsetmememiz lazım. Bundan kaçınmamız lazım. Onu da yapmamak lazım. Bırak, birileri desin ki; ‘Dilek Kartal bu şiiri yazdı, 10 yaşındaki bir çocuğun gömleğinin sırtına bindi böyle bir şiir yazdı. Hatta o şiir üzerine kendisiyle ilgili de bir söyleşi de yapıldı. Ama bunun çocuğa hiçbir faydası yoktur’ desin. Ama birileri de şunu bilmeli: Bu ülkede 10 yaşında bir çocuk akşam vakti soğukta gömlekle selpak satıyorsa herkesin oturup düşünmesi lazım. Kendi sahip olduklarını sorgulaması lazım. Ne yapmak gerektiğini sorgulaması lazım. Elbette ki bunun yöntemi oturalım onlara acıyalım ve sadece şiir yazalım değil. Ama bunu bir hatırlamak lazım. Bunları görüyoruz hep. Hani bunu ilk defa ben gördüm de keşfettim gibi bir şey değil. Her gün görüyoruz zaten buna benzer çocuklar. Arada böyle hatırlatmak lazım: “Bak hatırladın mı sen de görmüştün!” diye. Belki o işe yarıyor.

"MADDİ YA DA MANEVİ, ACININ OLDUĞU YERDE SES DAHA GÜR ÇIKIYOR"

Hayattaki maddi manevi eksiklikler ya da fazlalıklar şiirde nasıl karşımıza çıkıyor sizce? Bunlar şiiri bileyen unsurlar mıdır?

Göreceli varlığın şiiridir bu tersinden baktığında. Benim bir montum var ve ben o monttan utanıyorum. Çünkü o çocuk gömleğiyle. Dolayısıyla bu bir yokluğun şiiri midir yoksa varlığın şiiri midir orası da belli değil. Ben bu şiiri yazarken sıcak evimde oturuyordum çünkü. Yemeğimi yemiştim. Karnım doymuştu. Çayımı içiyordum belki de. Bekli de kanepede oturuyordum. O varlık içerisindeyken kendi sahip olduğum varlığı da sorgulamam gerekiyor. Ben bunları hak edecek ne yaptım? Bütün bunlar bana bir lütufsa o şiirin bir yerinde de geçer ‘boynuzlu koçun boynuzsuz koçtan alacağı bir gün’… öyle bir gün var işte. Herkes hakkını bir şekilde alacak. Biz de ‘benim haberim yoktu’ diyemeyeceğimiz kadar çok şeye şahidiz aslında. Görüyoruz, gözümüzün önünde insanlar aç. Görüyoruz, bilmiyorum diyemeyeceğiz bunlara.

Hayatta yokluktan, yoksunluktan kaynaklan acı daha derinde ve daha keskin. Biri diğerine görece varlıklı olanlar için de aynı durumun farklı yönden bir acısı var ya da olmalı, bilemiyorum. Maddi ya da manevi, acının olduğu yerde ses doğal olarak daha gür çıkıyor. Her şey, iyi, güzel ve adil olsa, o huzur içine kendinizi bırakıp gidersiniz. Şiir bana göre biraz da böyle huzursuzluktan kaynaklanıyor. Hayatı, görmeye, duymaya,  anlamaya çalışan ve sorgulayan herkes için kaçınılmaz bi durum bu. Sürekli dürten, olmadık yerde canınızı sıkan, içinize batan bir kıymık gibi.  

Bunun için sevdiklerimizden ne kadar infak edebiliyoruz sorusu geliyor aklıma.

Mesela geçenlerde Suriye’yle ilgili yardım toplanıyordu ‘giymediğimiz ne varsa’ diye. Çünkü bizim insanımızın zihninde hâlâ nedense kendisinin kullanmaya değer görmediği şeyleri vermek gibi bir alışkanlığı var. Bu infak etme şeklinde olmuyor ama. Biz beğenmediğimiz, biz artık kullanmak istemediğimiz, giymediğimiz, artık işimize yaramayan şeyleri veriyoruz. Kimse birini gördüğü zaman mağazadan aldığı yeni eşyasını vermeyi göze alamıyor. İkinci bir eşyası yoksa belki veremez ama var olanın da bunu göze aldığı yok. O anlamda biz zayıfız. Biz böyle neredeyse döküntülerimizi veririz. Ben bunu artık giymiyorum, bunu artık kullanmıyorum şeklinde. Sımsıkı sarılmışız sahip olduğumuz her şeye. Babam demişti: “Ne kadar çok şeye sahip olursanız o kadar çok sahibiniz olur”. Eşya insana hizmet etmek için vardır. Eğer senin hayatının gayesi eşyayı edinmek olmuşsa sen eşyaya hizmet etmeye başlamışsındır. O zaman da bütün dengeler bozulmuştur aslında. Biz bunun farkında değiliz. Yani şu telefon senin işini görüyorsa gidip de 2 bin liralık telefon kullanmanın bir anlamı yok. Bu günün dünyasında 2 bin liram var diye ‘2 bin liralık telefon kullanabilirim ben’ demek bana göre doğru değil. Çünkü 200 liralık bir telefon alıp 1.800 lirasıyla bambaşka şeyler de yapabilirsin, buna ihtiyacı olanlar varken. 


"SÖZÜ FAZLA ARTİSTLİK YAPMADAN NET SÖYLEMEYİ SEVİYORUM"
 
Şiir yazarken hem içerik hem de biçim olarak neye dikkat ediyorsunuz?

Gerçekte olan neyse onun şiirini yazmaya çalışıyorum. Bana göre en doğru yerde durmaya, oradan bakmaya, sahici kelimelerle seslenmeye… Herhangi bir ideolojiye yaslanarak değil, hakça bakarak. İçimizden, üstümüzden, hemen yanımızdan, çok ötemizden, en azından haberdar olduğumuz milyonlarca hayat sürekli akıyor.  Şahit olduğumuz her şey, bir kıymık olup saplanıyor vicdanımıza. Sözü fazla artistlik yapmadan net söylemeyi seviyorum. Zihinlerde dolambaçlı yollara, kelime ve akıl oyunlarına başvurmadan. Zor mu peki? Kolay değil elbette. Bir taraftan neyi anlatacağınızla ilgili bir sorumluluğunuz var, diğer taraftan da bunu şiirle yapıyorsanız, bana göre göz ardı edilemeyecek bir de ses var. Yalnızca birinin varlığı şiir omuzlamaya yetmiyor çünkü.

Ne söylediğinden vaz geçemezsin. Özellikle bizim yazdığımız şiir için öyle. Ne söylediğimiz önemli. Çünkü bir mesaj vermeye çalışıyoruz. Bir mesele anlatmaya çalışıyoruz. Ama bütün bunu yaparken de bunu şiir olarak da söylüyorsan nasıl söylediğini de önemsiyorsun. Nasıl söylediğim önemli değil yazarım gider diye de söyleyemiyorsun sonuçta. Şiir yazıyorum diye bir iddiayla çıkıyorsun ortaya. En azından bu benim için böyle. O yüzden sese de dikkat etmek lazım. Günlük hayatta dilimde olmayan, kullanmadığım hiçbir şeyi de şiirimin içinde görmek istemiyorum. Gördüğüm zaman o şiir bana ait değilmiş gibi geliyor. Beni rahatsız ediyor.  Bir başkasında da mesela çok güzel kelimelerle örülmüş bir dizenin tuhaf bir şekilde samimi olup olmadığıma bakıyorum. Ben bunu kalbime sorarak bakıyorum tabi ki. Yoksa bilemem. O samimiyeti hissedersem amenna ama yoksa çok güzel bir şiir olması ben de çok fazla yankı bulmasını gerektirmiyor. Bulamıyorum da zaten.

Son olarak en sevdiğiniz şiir hangisi?

Beğendiğim çok beğendiğim şairler var. Çok çok sevdiğim onlarca şiir var. Birçoğu içerik ve biçim olarak birbirinden farklı üstelik. Bir şiir okursunuz, gelir içinizde bir yer bulur ve oraya yerleşir. Çoğu zaman mantıklı bir açıklaması da yoktur bunun. Olması da gerekmiyor zaten. Şiiri tek bir şiir ya da tek bir şairden ibaret görmek da hatalı olur. Netice de hiçbir şiir kutsal metin değil. Kaldı ki, bazen yıllar önce “işte bu!” dediğiniz bir şiirde ne bulduğunuza kendiniz bile hayret edebiliyorsunuz.

On5yirmi5