Devamsızlık bilgisi

Edebiyat
Mustafa Kutlu Yenişafak gazetesindeki yazısını Mehmet Aycı’nın  Dergah’ın 2017 Ocak sayısında yayınlanan ” Devamsızlık Bilgisi” şiirine ayırmış… Mehmet Aycı çok...
EMOJİLE

Mustafa Kutlu Yenişafak gazetesindeki yazısını Mehmet Aycı’nın  Dergah’ın 2017 Ocak sayısında yayınlanan ” Devamsızlık Bilgisi” şiirine ayırmış…

Mehmet Aycı çok şiir yayımlıyor. Yazmak başka yayımlamak başka. Pek çok dergide şiirlerini görüyorum. Ancak aşağıdaki şiiri (Devamsızlık Bilgisi, Dergâh, Ocak 2017) ötekilerin arasında inci gibi parlıyor.

Ne kadar bulutlu için söylemesen de
Kaybetmiyor yüzünü, bu iyi:
Karışması, kaynaması, kabarması içinin
Bir elma kadar sade!
Karanlığın da sade, iç çekişlerin
Sakladığın ne varsa dilinin bohçasında
Çözüp açılıyorsun gözlerini kapatıp
Çözülmüyorsun yine:
Muzip bir sus işareti parmaklarında bir de!
Şimdi aklından geçti, unuttun
Herkesin içi bulutlu gibi bir cümle…
Orası öyle, derdim, tanımasam seni
Enine, boyuna, derinliğine…
Nasıl bir maharetse, bir tebessüm atölyesi
Yaşadığın şeylerle yüzün arasında
Sağalıyor, direşiyor, hayat buluyor
Sonra yüzünde uçsuz bucaksız bir şarkı:
Düşen çocuk, kırılan dal, eskiyen elbise!
Kim demiş, varsın desin
İnsan karmaşık diye!

Bu şiir küçük şiir. İnsanın içinden geçen bir şey. Bir elma kadar sade. Evet sadelik önemli. Yani tüm safralarını atmış, yalın.

İsmet Özel, Behçet Necatigil şiiri için “küçük şiir” derdi. Bu anlaşılır bir şey.

Mütevazılık, sessizlik, içten gelen düşünceler, duygular, bağırmayan, çırpınmayan, kitlelere ulaşma onları etkileme, coşturma peşinde olmayan, ev ile iş arasında hatta sadece odalarda, parklarda, iki kişi arasında bir şiir.

“Büyük şiir” Sezai Karakoç’un meselâ “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” şiiri gibi. Büyük şiirin “uzun” olması gerekmez. Fertten cemiyete, oradan maveraya yönelmesi yeter.

Büyük şiir’le Küçük şiir’in şiirsel değer açısından farkı yoktur.

Aycı’nın şiiri bir “hüzün ve keder” bulutu ile başlıyor. Karşıdaki kişinin içini kaplamış bu. Ama o söylemese de ben anlıyorum yine, çünkü yüzünün tamamını kaplamıyor bulut. “K” sesi âhengi sağlıyor, dört kelimenin başında durarak.

Karşıdaki kişi “dilinin bohçasında” ne varsa döküyor galiba. Galiba diyoruz çünkü dökmüyormuş, o da cevaben parmağını dudaklarına götürerek “sus” işareti yapıyor.
Ne diyor, bununla, şu: Bende veya aramızda bir sır var, anladın sen onu ama yine aramızda kalsın. Hüzün ve kedere dair bir sır. Ayrıca bu sade bana ait değil. Bulut herkesi kuşatıyor, herkesin içi bulutlu.

Evet bunu geçiriyor aklından. Ama karşıdaki muhatabını tanıyor. Nasıl: Enine, boyuna, derinliğine.

Tanıyor ve şöyle diyor: Eğer yaşadığın şeylerle aranda, aramızda bir tebessüm belirirse, o zaman yara sağalabilir.

Ve o zaman bulut dağılır, yüzüne uçsuz bucaksız bir şarkı konar. Bu şarkı ince şeyler anlatan bir şarkı: Düşen çocuğa, kırılan dala, eskiyen elbiseye dair.

Evet insanı anlamak zor. Öyle deniyor. Ama yine de bir adım atmalı. Sonunda “Gayret bizden, tevfik Allah’tan”.

Bir şiiri anlamaya çalışmak yersiz ve talihsiz bir uğraştır. Hele ki şiir “modern” ise.
Yine de zaman zaman bu işe soyunduğumuz; “Şiir tahlilleri” yaptığımız olur. Rahmetli Prof. Mehmet Kaplan’ı anmak gerekiyor burada. Gerekli ve tehlikeli bir işe girişmiştir.
Modern olanlar “şiir anlaşılmak için yazılmaz” derler. Anlaşılmak “düz yazı” içindir. Buradan şiirin “anlamsız” olduğuna hükmetmek yanlış olur.

Biz bu yazıda ne yaptık? Mezkur şiiri sezmeye, duymaya, anlamaya çalıştık. Beyhude bir çaba mı sarfettik? Hayır.

Bu şiir bize ne diyor? Duyduğumuzu, anladığımızı, sezdiğimizi aktarmak istedik. Bize çağrıştırdıklarını sıraladık. Bize dokunan yerlerini andık. Başka okurlar başka şeyler söyleyebilir.

“Devamsızlık Bilgisi” üzerine söylenecekleri çoğaltıp, işi çığırından çıkarabiliriz. Böyle yazılan ne çok yazı var, siz de bilirsiniz.

Benim fikrim haddi aşmamak, bir yerde durup susmak.

Biz susalım şiir konuşsun.