UMRAN DERGİSİ’nin Kasım 2015 sayısı bayilerde

Kitap
Genel seçim çalışmalarına hız verileceği bir zamanda, 10 Ekim 2015 tarihinde meydana gelen Ankara Tren Garı’ndaki patlama, Suruç kışkırtması ile hedeflenmiş olan fakat elde edilemeyen mevzilerin elde ...
EMOJİLE

Genel seçim çalışmalarına hız verileceği bir zamanda, 10 Ekim 2015 tarihinde meydana gelen Ankara Tren Garı’ndaki patlama, Suruç kışkırtması ile hedeflenmiş olan fakat elde edilemeyen mevzilerin elde edilmesi amaçlı ileri bir operasyon olarak görülmelidir. Kadife darbeci kadronun, hem siyasî iktidarı düşürmek hem de iç savaş çıkartarak Türkiye’yi kargaşaya itme amaçlı bir girişimidir. Ortadoğu’nun yeniden inşa süreci tamamlanana kadar bu tür olaylar devam edecek gibi görünüyor. Ortadoğu genelinde devletin varlığı hızla zayıflıyor. Irak ve Suriye en bariz iki örnek iken, Libya ve hatta Mısır ile ilgili de kayda değer bir endişe söz konusu. 2011 yılı Arap ayaklanmaları, Tunus hariç, ya toprak bütünlüğünü ya da halklarının bağlılığını kontrol edemeyen zayıf devletlere yol açtı.

Bölgenin en istikrarlı ülkesi olan Türkiye, hem içeride hem de dışarıda PKK, DHKP-C ve DAİŞ terör örgütleriyle çatışmaya devam edecek. Türkiye’nin şansı, milletin terör örgütlerine çok fazla alet olmamasıdır. Bununla beraber, siyasî partiler kendi bindikleri dalı kesercesine terör eylemlerini siyasete alet etmekten vazgeçerlerse, hem toplumsal gerginlik azalacak hem de Türkiye daha az zarar görecek. Emin olabilirsiniz ki, bu örgütler hem kendi aralarında çatışmaya devam edecekler hem de zaman zaman Türkiye’ye karşı ortak cephe oluşturacaklar. Kim ne derse desin, PKK-PYD-DHKP-C ittifakı Suriye ve Irak’taki çıkar çatışmalarında DAİŞ’in düşmanı, ama Türkiye’ye yönelik eylemlerde DAİŞ’in dostu olmaya devam edecektir.

Ankara’nın göbeğinde iki canlı bombanın bir katliama sebebiyet vermesi, Türkiye’yi karıştırmış, Suruç katliamında öngörülen fakat gerçekleştirilemeyenler, Türkiye’nin her tarafında sol sendikalar, odalar ve cephe ittifakları sayesinde gösteri ve sokak eylemleri yapılarak gerçekleştirilmiştir. Milletin pek pirim vermediği bu tür olayların alttan alta kaşındığını dikkate alarak sürecin elan devam ettiğinin farkında olunmalıdır. O zaman öncelikle şunu sormamız lazım gelir: Peki, ne oldu da Türkiye’de küçükten büyüğe herkesin ümidi haline dönüşen çözüm süreci yerini bir anda çatışmalara bıraktı? Ne oldu da düne kadar birbirlerini boğazlayan PKK ve DHKP-C eylem birliği ettiler. Ne oldu da DAİŞ, PYD ile Suriye’de kanlı bıçaklı iken Türkiye’de Kürt siyasetinin önünü açan eylemler düzenliyor? Bu günkü tabloyu anlamak, olan bitene bir anlam verebilmek için, sanırız fotoğrafın bütününü görmek gerekiyor. Harekete geçirilen fay hatları, Türkiye’nin enerjisini iç sorunlarla tüketmesini sağlamayı, olası ittifaklarını dağıtarak araya nifak tohumları atmayı hedefliyor. En önemlisi ise Türkiye, en kırılgan noktalarından vurularak kargaşaya sürüklenmek isteniyor.

Esasen kargaşa imparatorluğu dediğimiz şeyin temel stratejik hedefi, bir imparatorluk siyaseti güden ama imparatorluklar gibi düzen kurucu olmak yerine kendisine meydan okuma potansiyeli taşıyanların kargaşaya sürüklenerek etkisizleştirilmesine dayanır. Kaos imparatorluğu artık, tüm dünyaya nizam vermeyi kendi varoluşunun gerekçesi kabul eden ABD’nin adıdır. ABD’nin bir kargaşa imparatorluğu olmasının sebebi, bir düzen kurmaktan kaçınması ve daha çok denetim, kontrol yolu ile mevcut düzeni bozmasından kaynaklanmaz sadece. Bu imparatorluğun dünyaya bir kargaşa olarak bakması da onun bir kargaşa imparatorluğu olarak anılma nedenidir. Bu anlayışın esası iki kutuplu dünyanın son bulduğu ve artık dünyada ABD’nin oluşturduğu batılı kapitalist ittifaka meydan okuma potansiyeli barındıran birçok unsurun bulunmasından dolayı belirsizlik dünyada esas olmuştur. Bu da dünya çapında bir istikrarsızlığın ortaya çıkma ihtimalini ve bunun ABD’nin iç istikrarını da tehdit etme potansiyelini barındırır. Bunun asli tercümesi şudur; özünde bir şirketokrasi olan ve finans oligarşisi olan Walt Street tarafından yönlendirilen ABD adlı şirket devletin yeryüzü ölçeğinde yayılan şirketlerinin ekonomik geleceğinin tehdit edilmesidir.

Öte yandan, Türkiye’de istikrarı bozmaya dönük girişimlerde öne çıkan aktörlere bakıldığında solun da içinde yer aldığı cephenin, kamusal alanı karıştırmak için elinden geleni ardına koymadığı ve bu süreçte medya başta olmak üzere psikolojik savaş teknikleriyle bezeli kışkırtma siyasetini yürürlüğe koyduğu açıkça görülmektedir. Aslında Diyarbakır’da bir belediyenin Hz. Peygamber (s.)’e hakaret eden karikatür afişlerini asması eyleminde de görüldüğü gibi tam manasıyla mankurt siyaseti işletilmektedir. Bilindiği gibi, mankurt, halkının kimliğinden uzaklaşan, içinde bulunduğu topluma yabancılaşan kişi olarak anlamını bulmuştur. Efsanelere göre mankurt haline getirilmek istenen kişinin başı kazınır, başına ıslak deve derisi sarılır ve böylece elleri kolları bağlı olarak güneş altında bırakılır, güneşin altında kavrulan deri gerilir, gerildikçe başı mengene gibi sıkan deri kişiye ciddi acılar vermesine neden olur. Mankurt siyaseti toplumun fay hatlarını harekete geçirerek kargaşa çıkarmaya çalışmaktadır. Daha birkaç yıl önce Kürtlere oldukça mesafeli olan, onları sadece bölücü terörün bir parçası olarak gören ve meşruiyet açısından hiçbir zaman kabul etmedikleri Kürtleri, şimdi sırf AK Parti’ye ve cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a muhalif olma adına ölesiye desteklemektedirler. Dahası sosyalistlerin HDP desteği ne kapitalist dünya sistemine karşıtlıklarından ne de komünist ufuklarından kaynaklanır.

İsmet Özel’in dediği gibi “batılılaşmanın vicdan azabı olan” sol, kendisini İslâm düşmanlığına, millet hayatını diri tutan bağları yani her türlü değeri etkisizleştirmeye, silip yok etmeye ya da en azından siyasî hayattaki varlık alanını daraltmaya adamış vaziyettedir. Marksist bir kanton kotarmak uğruna akademik militanlıklarını olur olmaz her yerde kullananları, varolan düzeni sekteye uğratacak şiddet düzeneklerini ve özerklik uygulamalarını başka bir siyaset imkânı olarak pohpohlayanları yakından takip ettiğimizde olup bitenler daha rahat anlaşılacaktır.

Gelelim bize; bu süreçte ne olursa olsun, HDP ile PKK’yı özdeşleştiren ve birbirine kenetleyici bir dil yerine ayrıştırıcı bir dil, tutum ve tavır ortaya konmalıdır. Aksi takdirde HDP üzerinden PKK ve yaptıkları, HDP’ye rey vermiş seçmenlerin tümü nezdinde meşrulaştırılmış olabilir ve PKK çok ciddi bir halk desteği sağlayabilir. Bu ülkede “dinimden dönerim de partimden dönmem” sakil anlayışının ne kadar etkin olduğu göz ardı edilmemelidir. Bütün siyasî partilerin ve gönüllü kuruluşların bu gerçeği görmesinde fayda vardır. Kişilerin herhangi bir partiye oy vermesi veya vermemesi bir sadakat-ihanetsorunu değil, tastamam bir feraset sorunudur.

Geçen sayılarımızda da belirttiğimiz üzere; insanın kendi fıtrî değerlerine muhabbet duyması, onu koruması ve kollaması yaratılışın insana takdim ettiği bir özelliktir. Dillerimiz ve renklerimiz Allah’ın kevnî ayetlerindendir. Müslümanlar bu ayetlere hürmet ederler, bu ayetlerin bir toplumda hür ve görünür olmasına, baskı ve zulüm görmemesine dikkat ederler. Fakat bir Müslüman açısından kavmi olanın sınırı buraya kadardır, bundan ötesi cahili bir tutum ve tavra işaret eder. Müslümanlar, bölgemizdeki gelişmeleri yakından ve dikkatle takip etmeli ve küresel elit güçlerin oyunlarını bozucu bir basiret sergilemelidir. Çünkü bir Müslüman kendi menfaatlerini ararken dış güçlerin emrine giremez, Müslümanların birliğine ve ittifakına zarar veremez.