Türkiye’nin Uç Noktası

Kitap
Türkiye’nin en uç noktasında kalan ve UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine dahil ettiği Maçahel, fotoğraf sanatçısı Faruk Akbaş’ın objektifinden kitaba dönüştü. Yılın her mevsimi...
EMOJİLE

Türkiye’nin en uç noktasında kalan ve UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine dahil ettiği Maçahel, fotoğraf sanatçısı Faruk Akbaş’ın objektifinden kitaba dönüştü.

Yılın her mevsimi yağmur alan yörede zorlu doğa koşullarıyla başa çıkmaya çalışan insanların kurduğu hayat, uzak zamanlardan seslenir gibi…

Faruk Akbaş’ın yolu bir gün belgesel çalışması için Maçahel’e düştü. Başlangıçta iki yıl sürmesi beklenen proje bittiğinde Akbaş’ın aklı da Maçahel’de kalmıştı. ‘Biraz daha, biraz daha’ diye başlayan çalışma beş yıla yayıldı. Bütçe az, bölge koşulları zordu. Beş yıl boyunca yaşadıklarını fotoğraflayan Akbaş’ın çalışması ‘Maçahel’ ismiyle Say Yayınları’ndan çıktı.

Dünyanın biyolojik çeşitlilik açısından en zengin ve aynı zamanda tehlike altında bulunan 25 karasal ekolojik bölgesinden biri olan Maçahel’in yılın altı ayı dünyayla iletişimi kopuyor. Toplam 18 köyden oluşan Maçahel’in köylerinin 12’si Gürcistan’da. Dünya üzerinde tükenmekte olan bitki ve hayvanlara ev sahipliği yapan, saf Kafkas arısı organik balına sahip olan Maçahel’in el değmeyen yerlerinde yağmur ormanları da bulunuyor.

Faruk Akbaş kültürü fotoğraflarken, Türkiye’nin son yıllarda en çok tartışılan konularından birine de parantez açmış; HES’ler. Maçahel derelerine yapılması planlanan sekiz adet HES projesi var. Tatlı su ekosistemleri açısından son derece önemli bir yapıya sahip olan derelerin ekolojik yapısının bozulmasından duyduğu endişeyi aktaran kitapta, ‘Züccaciye Dükkanındaki Filler’ başlığı altında HES’lerin yaratacağı tahribata yer verilmiş.

Çekimlerde mahsur kalınca…

Çalışma yapılan bölgenin iklim koşulları zaman zaman Akbaş ve ekibini zorlamış; “Gittiğiniz zaman her yere ulaşamıyordunuz ve çalışma alanınız sınırlı kalıyordu. Yerleşimler birbirinden kopuk ve oldukça uzaktı. Çoğu yerde yol olmadığından yürüyerek gidilmesi zorunluydu. Özellikle yaylalara…”
Zorlu koşullara, yol sırasında burkulan bileğine rağmen gördüklerinin etkisinden kurtulamıyor; “Yürüyüşler zor ve uzundu ama bir o kadar da etkileyiciydi. Kimi zaman, aynı gün içinde güneş, sis, yağmur ve karla karşılaşıyorduk. İklim ve hava değiştikçe fotoğraflar da değişiyordu.”

Çadır niye kurdunuz?

Kitapta yöre insanının alışkanlıklarına ilişkin anekdotlar da var:
“Bir gün Maçahel’in yaylalarından birinin çevresinde çadır kuruyorduk. Tam işimizi bitirip rahat bir nefes alıp dinlenecekken, yaşlı bir adam yanımıza geldi ve “Siz bizi rezil mi edecekiniz, bu kadar ev varken çadır mı kurulur” diye çıkıştı. (…) Tarzları amcanın bize yaptığındaki gibi ilk önce biraz ters gelse de, Maçahelliler öylesine konuksever, öylesine içten ki…”
Bölgenin zor koşulları modernleşmeden nasibini almasına da engel. Bunun en basit örneklerinden biri mutfak kültürü. Mısır, pekmez, reçel, turşu, kışlık yufka temel besinler. Yörede kullanılan ahşap kap kacaklar yine orada çıkan malzemeyle hazırlanıyor. Geleneksel yemekler arasında cadi (mısır ekmeği), papa (üzüm ve erikle yapılan bir yemek), malahdo (cevizli fasulye yemeği), lobyo palay (barbunyalı karalahana), kalaco (cadi ve peynirle yapılan bir yemek), silor (yufka ile tatlı ya da tuzlu yapılabilen yemek) var.

Yaylalarında ‘Sonbahar gelince yayladaki kadınlar yerlerini vargit çiçeklerine bırakır’ efsanesi dolaşan yerleri gezmek için çok zaman yürümek gerekiyor. Ulaşım her yere yetişmiyor. Yetişen yerlerde de Akbaş’ın deyimiyle bir risk var; “Hiç kazamız ya da hatamız olmadı. Zaten Artvin’de bir kez kaza yapma hakkınız vardır. Dünyada yaptığınız son şey o hakkı kullanmak olabilir.”
Evlere “Geyçine” (Gürcüce gülümse) diyerek girmiş, hiçbir evden eli boş dönmemişler. Kenan Kahya, Süleyman İnan projeye destek veren isimler.

Aktaş’ın bu çalışması sırasında ona en çok yardım eden yine yöre halkı. Efeler Köyü’nden Kenan Kahya yolculuğun başından itibaren Akbaş’la birlikte olmuş. Akbaş, “Belgesel fotoğrafın insan odaklı ve insana dokunarak, sahici bir iletişim ile oluşabileceğini düşünüyorum. Amacım sadece görsel seyirlik bir malzeme oluşturmak değil, insanların yaşamalarını belgelemekti” diyor.

Bileğini burkunca uzun zaman Maçahel’den uzak kalan Akbaş’ın hedefi, en kısa zamanda yine yaylalara çıkmak, derelerde dinlenmek, ormanlara kavuşmak.

Dünyanın sayılı bölgelerinden

Maçahel’de bozulmadan kalmış geniş ve iğne yapraklı orman, çalı, alpin çayır, sarp kayalık ve zirve bitki toplulukları var. En az 61 nadir bitki türünün yetiştiği biliniyor. Kayın ve ladinin hâkim olduğu ormanlarda kestane, gürgen, ıhlamur gibi ağaç türleri, huş meşçereleri (yaş, ağaç türü bileşimi, büyüme ve kuruma biçimi) bulunuyor. Doğal hayatın sürdüğü ormanlarda ayı, çakal, çengel boynuzlu dağkeçisi, yabandomuzu, susamuru, bozayı popülasyonu var. Bozayı popülasyonu açısından bölge Avrupa’nın en önemli yerlerinden. Yaklaşık 25 bin hektarlık bir alan olan Karçal Dağları’nda 1850 hektar Tabiatı Koruma Alanı Statüsü’nde. Bölgede sadece Maçahel’de yaşayan bir örbeşik böceği türü bulunuyor.

Yüzlerce yıllık müzik geleneği

Bölge 1921’de ikiye ayrıldıktan sonra insanlar akrabalarını pasavanla görmeye başlamış. Yalıtılmış kültür ayrılsa da özelliklerini korumaya devam ediyor ama. Yaşları 45’le 85 arasında değişen ve herhangi bir müzik eğitimi almamış erkeklerden oluşan Maçahela korosu bu geleneğin temsilcilerinden. İnsan sesiyle enstrümana gerek duyulmadan söylenen şarkılar, tek ses yerine iki ya da üç ayrı sesle söyleniyor. Müziğin kökleri 4. yüzyıla kadar uzanıyor. Onun dışında akordeon evlerin olmazsa olmazlarından.

Radikal