Skaz Türünden Bir Roman

Kitap
Asuman Kafaoğlu-Büke Skaz deyimini ilk kez 1910’larda Rus edebiyat eleştirmenleri kullandı. Biçimcilik kuramının önemli temsilcilerinden Boris Eikhenbaum bir ülke edebiyatının gelişmesi için söz...
EMOJİLE

Asuman Kafaoğlu-Büke

Skaz deyimini ilk kez 1910’larda Rus edebiyat eleştirmenleri kullandı. Biçimcilik kuramının önemli temsilcilerinden Boris Eikhenbaum bir ülke edebiyatının gelişmesi için sözel ve geleneksel anlatı biçimleriyle bağlantı kurması gerektiğini savunuyordu. Rusça ‘anlatmak’ anlamına gelen ‘skazat’ sözcüğünden türettiği yeni deyimi çağdaş edebiyatın önemli bir unsuru sayıyordu. Folklorik özellikler barındıran, sıradan insanların gündelik hayatlarını yansıtan, konuşma akıcılığında ve klasik edebiyatın katı kurallarına aldırmayan bir edebiyat türü olarak betimleniyordu Skaz.

Sonraki yıllarda Skaz, edebiyat kuramcıları tarafından farklı anlamlarda kullanıldı. Bugün ise, konuşma dilinde birinci tekil şahıs anlatılar için sarf edilen bir deyim oldu. Edebiyat tarihçisi ve yazar David Lodge, İngiliz ve Amerikan edebiyatında ‘teenage skaz’ (Türkçe gençlik skaz’ları denilebilir) olarak adlandırdığı bir türden bahseder, Mark Twain’in ‘Huckleberry Finn’, Salinger’in ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ romanlarını bunlara örnek gösterir. Günümüz edebiyatında önemli bir yeri vardır bu gençlik skaz’larının. Ülkemizde ise az sayıda roman girer bu kategoriye fakat genç skaz örneği olabilecek Vivet Kanetti’nin bir romanı bugünlerde yayımlandı.

‘Huysuzun Teki’ romanını Kanetti, yirmili yaşlarının başında yazmış. Romanın önsözünde yıllarca unutulmuş olmasının nedenini “… hayretle ve tabii bir miktar hayal kırıklığıyla, benim dışımda birçok yazarın, kitabın izleriyle de dolup taştığını görmüştüm” sözleriyle açıklıyor. İzlerini bulduğu yazarlar Emile Ajar’dan, Boris Vian’a ve hatta Ret Kit çizgi romanına kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Bir neslin dilini ve düşüncesini etkilemiş çok sayıda eserden söz ediyor Kanetti. Skaz türünün bir özelliği gündelik hayatın bir parçası olmuş, tanınmış popüler eserleri metne yansıtmasıdır. O yıllarda yazarın sevmediği özellik ya da belki kişilik yoksunluğu olarak nitelendirmesine yol açan neden, bugün bu türün özü olarak görülebiliyor.

‘Huysuzun Teki’nde Vivet Kanetti çocukluğunu, ilk anılarını ve genç kızlığa geçiş yıllarını anlatıyor. “Olgunlaşmam yedi yaşıma doğru başlar. Cennetten ilk kovuluşum” aynı zamanda dünyayı olduğu gibi görmesinin de başlangıcı oluyor. “…köpeklerin kuduz olabileceğini, çivilerdeki pas ihtimalini, tehlikelerin köşe başlarında pusu kurmuş beklediğini öğrendim elbette ve mutlu dönem kapandı.” Anlatı da bu noktada başlıyor.

İç dökme sanatı

Bu türden anlatı için en önemli şey okurla yakınlık kurmasıdır. Bunu en iyi yapmanın yolu, en aşağılayıcı, en berbat deneyimi anlatarak başlamak olur. Böylece yazar içtenliğini kanıtlar, okur da iç dökme anlatısına kabul edilmiş hisseder kendini. Kanetti de böylesi bir olay anlatarak başlıyor. İlkokul ikinci sınıfta başına gelen korkunç olay gerçekten de her çocuğun utanç duyacağı ve korkacağı türden. Bundan sonra anlatacağı her şey artık bu yakınlaşma (yazar – okur) temelinde algılanıyor.

Birinci tekil şahıs anlatı, çocuksu bir dille, çocuksu günahları anlatıyor. Dünya bir tek kişinin bakış açısından veriliyor. Buna göre anlatıcının annesi ‘anne’, dayısı da sadece anlatıcının değil, herkesin dayısı oluyor. Bütün roman karakterleri anlatıcıyla kurduğu ilişki temelinde rol oynuyor. Ayrıca gençlik romanlarında çok sık olduğu gibi, yetişkinlere karşı yüklü bir eleştiri yer alıyor. Yetişkinlerin dünyası sadece karmaşık olmakla kalmıyor aynı zamanda ikiyüzlü de. Kadın erkek ilişkilerini anlamlandıramıyor çocuk anlatıcı, yalan söylediklerini görerek şaşırıyor. Huck Finn ve Holden Caulfield örneklerinde olduğu gibi, ‘Huysuzun Teki’ de benzer yetişkinlerin dünyasına tepki ile dolu.

Her şeyden önce anlattığı bütün büyükler cimri. Anne babasını çok kereler cimri olmakla suçluyor fakat bununla da kalmıyor, benzer cimriliği yakın aile dostları için de dile getiriyor. “Ama aşırı cimriydi, biraz da bencil. Bunu ilerde kanıtlayacağım” diye söz ediyor annesinin yakın arkadaşı Filiz’den. Babasının yakın dostu biyoloji profesörünü de cimri ve bencil olmakla suçluyor. Anne ve babası zaten bu özellikleriyle çok kereler dile getiriliyorlar “hiçbir sınavı kazanamayıp geri zekâlı sanılmam ihtimali, bizimkilerin cimriliğiyle ilkelerini yendi” diye anlatıyor özel öğretmen tutulma konusunu.

Kanetti orta sınıf bir aile yapısını anlatıyor romanında. Bazen taşra yaşamını anlatıyor havasında, özellikle ünlü bir şarkıcı kente geldiğinde ve şehrin tüm genç kızlarının heyecanlanması romanın Anadolu taşra kentinde geçtiği izlenimi veriyor fakat daha sonra yaşanılan şehrin İstanbul olduğu anlaşılıyor. Mekân duygusunu veren ender satırlardan biri, devlet ilkokulunda okurken en yakın arkadaşının gecekonduda oturuyor olması. Henüz sınıf farklarının algılanmadığı yaşlarda yakın arkadaş olan iki kız çocuğu daha sonra dostluklarını sürdüremiyorlar. Bu konu etraflıca ele alınmıyor sadece dünyaları değiştiği için ayrı düştüklerine değiniliyor.

Söz verdim…

Roman ilk başlarda ‘huysuz’ olarak tanınan anlatıcının huysuzluklarını anlatacak sanarak başlıyoruz okumaya fakat anlatı aile yakınlarının ilişkileri üzerine yoğunlaşıyor. En uzun anlatılan kişiler, biyoloji profesörü ve onun hayatındaki kadınlar oluyor. Kadınların çoğuna isimler takılıyor, örneğin ‘yerden bitme’ denilen ‘Mantar Hanım’ önemli bir yer tutuyor romanda. Bunun nedenini profesöre duyduğu gizli hayranlık olduğunu sanabilir okur çünkü “denize karşı birlikte mucizeler beklediğimiz profesör” diye anlatıldığında ilişkinin beklenmedik bir aşka dönüşeceği zannediliyor fakat konu bu yönde gelişmiyor. Aksine profesör kitabın sonunda sıkıcı ve sıradan bir adam olarak anlatılıyor. Romandaki son sahne varlıklı bir kadının manzaralı evinde geçiyor. Bir çocuğun bakışıyla tam olarak anlamlandıramadığı ilişkiler, kıskançlık, rekabet duyguları ile karmaşık olaylar dizisi yer alıyor bu sahnede. Romanın son satırları da bunu doğrularcasına “nihayet her şeyi anlamaya başlayacağıma söz verdim” sözleriyle son buluyor.

‘Huysuzun Teki’ romandan çok, çocukluk yıllarından sahneler sunan bir anlatı olarak okunuyor. İçten ve dolaysız anlatısı ile okurun seveceği türden bir yapıt. Tam da yazının başında söz ettiğim gençlik skaz örneklerinde olduğu gibi, argo karışık dili ve çocuksu bakışıyla sevimli. Tek kusuru, kurgusal yapısının olmaması. Olayları birbirlerine bağlayan unsurlardan yoksun ve dağınık bir yapıya sahip. Eserin başlarında önemli olabileceğini sandığımız karakterler süreklilik göstermiyor; baba ve anne çok silik iz bırakıyorlar. Bu eser yirmi beş, otuz yıl önce yazılmış ve daha önce hiç yayımlanmamış, şimdi bakınca o yıllarda yayımlansaydı çok daha olumlu bir etkisi olacağını düşünmeden edemiyor insan. [Radikal Kitap]