Sılanın Özlemiyle Yaşayanlar

Kitap
Zahit Yakın’ın kitap kritiği Dedelerinin vatanının özlemiyle yaşayanlar Ülkü Özel Akagündüz, Osmanlı coğrafyasından kalan topraklarda unutulup giden veya hep kendi köşelerinde bir gün anavatana ...
EMOJİLE

Zahit Yakın’ın kitap kritiği

Dedelerinin vatanının özlemiyle yaşayanlar

Ülkü Özel Akagündüz, Osmanlı coğrafyasından kalan topraklarda unutulup giden veya hep kendi köşelerinde bir gün anavatana dönecek olmanın özlemiyle yaşayan kayıpların izini sürdü. Onları -özlemini duydukları Türkiye’ye- anavatanlarına getiremedi ama onların sıcaklığı ve hikâyeleriyle kalplerimiz arasındaki tarihî bağı bir kez daha kuvvetlendirdi.

Suriye, Lübnan, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Sudan ve Yemen bizim bir parçamız, bizim bir toprağımız idi. Bugün artık köprünün altından çok sular aksa da tarihin ruhlara verdiği sarsılmaz iman farklı biçimde tezahür ediyor. Siyasi gelişmelere paralel olarak her gün bir ülkeyle sadece aramızdaki vizeleri kaldırmıyor, aramızdaki resmi çizgiyi eritmiyor aynı zamanda tarihin kutlu devirlerinden kalma kardeşlik hatıralarını yeniden yaşıyor, canlandırıyoruz.

Bugün devrimlerle kendine yeni bir kader ve yönetim biçimi arayan bu coğrafyaların, ülkelerin içlerine, derinliklerine gittikçe farklı bir üslûp ve insan tipiyle karşılaşıyoruz.

Ülkü Özel Akagündüz, bütün sosyal ve siyasi bilgileri kökten ve derinden yıkacak, yeniden bir tarihi kardeşlik esası ve hukuku inşa edecek, Osmanlının aziz hatırasına bütün devletlerin ve milletlerinin daha büyük ihtiram duymasını sağlayacak önemli bir kitaba imza attı.

Kaynak yayınları tarafından, “Kayıp Türkler” adıyla yayınlanan çalışma, emeğin, gayretin, inancın başarısını ve öyküsünü yansıtıyor. Onlarca profesörün, siyasetçinin bir araya gelse de kuramayacağı dostluk ve kardeşlik bağlarını yalın ve duru bir gerçeklikle ve üslupla dile getiriyor. Bir zamanlar bizim toprağımız olan, himayemizde bulunan devletlerde, ülkelerde çeşitli sebeplerle kalan, yerleşen, sürgün edilen kayıpların izlerini buluyor. Onların sevincine, kaderine, kederine ortak olmakla kalmıyor, oradan Anadolu’yla kurulan bağları ve köprüleri de inşa ediyor.

Meseleyi milliyetçilik boyutuyla görenler insan olmanın, ait olmanın yalın boyutunu fark edemezler. Bu aziz hatıraya saygısızlık edenler de sadece kendi tarihine, kendi kaderine, kendi yarınına saygısızlık etmiş olur.

Fotoğraflarla desteklenen, köylere, evlere tek tek ziyaretlerle beslenen, yerinde müşahedelerle çok güçlü kılınan bu çalışma, vatandan uzakta yaşayan insanların kaderini, kederini tarihimizin en sıcak ve yalın bir albümü olarak bizlere sunuyor.

Türkçe eski ve hatırlı bir dost

Suriye’nin Humus şehrinde yaşayanların kaygılarını, duygularını şöyle anlatıyor Akagündüz: “Humus’taki ilk durağımıza dönelim, 550 yıllık olduğu söylenen Türkmen köyü Kızhıl’ı anlatalım. Adı Türkiye olan ninenin tek kelime Türkçe konuşamıyor olması neye işaret ediyor sizce? Suriye Türkmenlerinin en büyük sorununa elbette, ana dillerini günden güne unutuyor olmalarına. Özellikle Hama ve Humus’un iç kısımlarında “esenliği” Araplar gibi yaşamakta bulanlar, çocuklarına Türkçe öğretmekten uzak duruyor. Şehir merkezine on dakika uzaklıktaki Kızhıl’da mesela Arapça konuşmayı tercih eden köylülerin ortak görüşü şu: ‘Türkçenin bize hiçbir faydası yok.’ Okulda, sokakta, resmi dairelerde bir geçerliliği olmayan ana dilleri yıllar içinde gözden düşmüş. Fakat Türkçe sorulara cevap verebilmek için sarf ettikleri çaba görülmeye değer. Türkçe bu topraklarda eski ve hatırlı bir dost gibi dolaşmaya devam ediyor yine de”. Bu bilgi bize hemen Yahya Kemal’in “Türkçenin çekilmediği yerler vatandır” sözünü hatırlatıyor. Suriye de, Lübnan da, Libya da, Cezayir de bize iç meselemiz olarak geliyor, oraları iç işlerimize dahil ediyorsak bunu hem Türkçeye, hem de aynı kökün farklı dalları olmamıza bağlayabiliriz.

Sınır değil komşuluk

Suriye ile Türkiye arasındaki sınırlar aslında fiilen bir anlam ifade etmedi. Aradaki mayınlar, içimizdeki ve dışımızdaki karanlık ellerin, kardeşlerin arasına koyduğu bir tuzaktan başka bir şey değildi. Akagündüz, iki ülke arasındaki sınır değil komşuluk bağından söz ediyor: “Türkiye sınırına yakın Halep köylerinde gün boyu Antep radyoları dinleniyor ve Türk televizyonları uydu antenine ihtiyaç olmadan izlenebiliyor. Bu köyler mimarisi ve hayat biçimiyle Anadolu köylerinden farksız. Sınıra üç kilometre uzaklıktaki Karaköprü’de mesela Arapçayı ancak askerde öğrenebilen gençler var. Köyün yaşlılarından Hacı Musa Kahya, “Biz iresmi Türkmenik. Türkmenin en koyusu bizik” diyor. Bu köyde yaşlıların gözde dili hâlâ Osmanlıca… 

Amerikan Üniversitesini ve bursunu red…

Lübnan’da yaşayan Bekrakilerin atalarının memleketini, yurdunu, milletini sahiplenişi ayrı bir övünç taşıyor. Sene 1987. Ali Bekraki 16 yaşında, liseyi yeni bitirmiş, bir üniversite seçimi yapmak zorunda. Beyrut Amerikan Üniversitesi çantada keklik hem de burslu. Belgelerini bir de İngiltere’ye göndermiş, aklında Türkiye yok. Çünkü Türkiye’nin o yıllarda yurtdışından öğrenci çekebilmek için yaptığı bir tanıtım yok. Ama serde Türklük var. Rahmetli babası İbrahim Bekraki bir öneride bulunuyor: ‘Dedelerinin memleketine gitmek istemez misin? Bırak Amerikan Üniversitesini, Türkiye’ye git, kültürüne ve diline kavuşursun.’ Böylece Ali Bekraki, Amerikan bursunu elinin tersiyle itiyor ve tıp eğitimi almak üzere ‘dedelerinin memleketine’ geliyor.

Şeyhülislam Mustafa  Sabri’nin torunu

Dedesi Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi. Yüzellilikler listesinin dokuzuncu sırasında Mısır’a sürgün. Şeyma Sabri, Mustafa Sabri’nin torunu, İbrahim Sabri’nin kızı. Dünyaya gözlerini İskenderiye’de açmış. Kendini tanıtırken  “Yarı Mısırlı yarı Türk’üm ama tartıya koyarsanız Türklüğüm azıcık ağır basar” diyor. Mustafa Sabri’nin oradaki hayatına dair önemli açıklamalar, bilgiler anlatılıyor. Ezher Üniversitesinde hocalık yaptığı sıralarda Bediüzzaman ile alakasını hiç kesmemiş, Risale-i Nurların Ezher’de yaygınlaşmasını sağlamış. Mısır uleması, Şeyhülislamın yazılarını okumadan hayatına yön vermezmiş. Mustafa Sabri’nin el yazması kitaplarının bir kısmı şimdi Şeyma Hanımdaymış. Şeyhülislam’ın en önemli eserlerinden sayılan ve Türkiye’de bugün bile yasak olan “Mevkıfü’l-Akıl ve İlim” kitabının aslı da torun Şeyma Hanımın evinde.

Ülkü Özel Akagündüz sadece arkeolojik bir kazı yapmamış, tarihi akışa derinden etki edecek çok önemli resimleri, fotoğrafları, hatıraları gün yüzüne çıkarmıştır. Bu resimlerdeki acılar, hüzünler, göçler, ayrılışlar, kopuşlar, dargınlıklar, kırgınlıklar son yüzyılda başımıza gelen acıların hep bir başka yüzünü yansıtmaktadır. Buralardaki acılar, kederler bizim yüreğimizde yaşanan kederlerdir.

Türkiye, bu coğrafyayla bugün yeniden gönül köprüleri kuracak, dostluk bağlarını pekiştirecekse önce tarihten gelen bu kederleri silmeli, yeniden insanlara itibar kazandırmalıdır. Nazım Hikmet’in hak ettiği ilgiyi buralarda kalan vatandaşlarımız hak etmemiş midir? Üstelik onların yüreği hâlâ “memleket” özlemiyle yanıp dururken. 

Dünyaya Yeni Söz