Ölümlülerin Ayak Sesleri

Kitap
Erkan Canan’ın kitap kritiği Her bir öykü güçlü bir yazarın habercisi olduğu kadar, yazarın ‘bir genç adam olarak portresi’ni de sunuyor. Kuşkusuz mağdur, her zaman haklıdır. Fakat k...
EMOJİLE

Erkan Canan’ın kitap kritiği

Her bir öykü güçlü bir yazarın habercisi olduğu kadar, yazarın ‘bir genç adam olarak portresi’ni de sunuyor. Kuşkusuz mağdur, her zaman haklıdır. Fakat kişi, mağduriyetini gidermeye çalışırken kendisini ezenle aynı üslubu kullanma tehlikesiyle mücadele etmek zorundadır. Biliyoruz ki tarih, güç sahibi olduğunda muktedirlerle aynı araçları kullanmaktan imtina etmemiş mazlumlarla doludur. Bir zamanlar ezilmeye karşı savaşıp herkes için adil bir dünya talep edenler, günün birinde söz konusu taleplerin muhattabı olmaya başlar. Büyük trajedi, bu ayrıntıda gizlidir. Evet mağdur her zaman haklıdır ve kendisini ezen gücü şiddet kullanarak püskürtmeye çalışması da çoklukla meşru telakki edilir. Bu, doğası gereği böyle olabilir, fakat başka seçeneklerin varlığı da su götürmez. Asıl maharet gerektireni, mağdurun, kendisini ezeni gözeterek konumlandırmaması; daha sofistike ve zeki araçlar icat etmesidir. Mahatma Gandhi’nin, Nelson Mandela’nın, Rosa Parks’ın ve yakın zamanda Tahrir meydanındaki Mısırlıların yaptığı gibi. Onlar, şiddetin baştan çıkarıcılığına kapılmamaları, güçlerini tümüyle kendi vicdanlarından almaları ve iyi olanı savunmadaki ısrarlarıyla bambaşka yolların varlığını ortaya koydular.

Keskin ve acımasız

Amerikalı yazar Kurt Vonnegut’u, bu isimlerin edebiyattaki izdüşümlerinden biri olarak düşünüyorum. Vonnegut’un, İknci Dünya Savaşı’na katıldıktan, Almanlara esir düştükten, Dresden’in yakılmasına tanık olduktan ve ABD’ye dönüşünde yoksullukla boğuştuktan sonra yalnızca tek bir silahı vardı: mizah, yergi ve ironiyle harmanladığı kelimeleri. Vonnegut, hiçbir zaman mağduriyetini bire bir dile getirmedi; fakat yaşadığı sıkıntıların, içinde bulunduğu topluma ve siyasete eleştirel, keskin ve acımasız bir gözle bakmasında büyük payı var. O, ‘Mezbaha No: 5’ ve ‘Gece Ana’da savaşın anlamsızlığını ve savaşa dair doğru bilinen yanlışları; ‘Şampiyonların Kahvaltısı’nda Amerikan rüyasının açmazlarını ve ‘Ülkesi Olmayan Adam’da da, dünyayı olduğu kadar Amerika’yı da cehenneme çeviren George W. Bush’un kişiliğinde temsil edilen pervasız tehdidi anlatır. Bu kitaplar, Vonnegut’un ustalığını ortaya koyduğu eserlerden yalnızca birkaçı. Şimdiyse elimizde, ‘Ölümlüler Uyurken’ adıyla Türkçeye kazandırılan, onun henüz ünlenmediği gençlik dönemlerinde yazdığı on altı öyküsü yer alıyor. Collier’s ve The Saturday Evening gibi dergilerde yayımlanmış öyküler, güçlü bir yazarın habercisi oldukları kadar, bu yazarın ‘bir genç adam olarak portresi’ni de sunuyor.

Kaçkın, hırslı, yeteneksiz

Vonnegut’un öyküleri, klasik öykünün tüm özelliklerini barındırıyor. Yazar, bu tarz öykülerde sıkça görüldüğü şekliyle, okurunu ilk olarak bir sorunla, yani düğümle karşı karşıya bırakıyor, ardından adım adım bu düğümü çözmeye koyuluyor. Genel olarak öykülerin, iyi bir yazarı müjdeleyen en görünür ortak yönü, toplumun yozlaşmış değer yargılarıyla hesaplaşmaları. Vonnegut, Amerikalıların gözünde muteber kabul edilen tipleri deşiyor; onların çelişki ve açmazlarını görünür hale getiriyor ve bunu da, zekice keşfedilmiş detaylar ve alaycı bir üslupla zenginleştiriyor.

Kitabın ilk öyküsü Jenny, aşkı geç keşfeden bir erkeğin altüst olan hayatı aracılığıyla kadın-erkek ilişkilerindeki sıkıntıları anlatır. Bir buzdolabı firmasında çalışan George Castrow, şirketi için kadın şeklinde bir robot buzdolabı yapmıştır. Bu buzdolabı konuşmakta, tepkilere karşılık vermektedir; ama tümüyle Castrow’un kontrolü dahilinde. Aslında robot kadın, Castrow’un aşk konusundaki sıkıntılarından kaçışının simgesidir. Hayatını kariyer hırsıyla zehirlemiş Castrow, geç sayılabilecek bir dönemde aşık olmuş, fakat daha önce bu konuda bir “bağışıklığa” sahip olamadığından, bu güçlü duygunun karşısında kendini kaybetmiştir. Söz konusu robot, bizatihi Castrow’un hayalkırıklığı sonucunda ortaya çıkar ve kadınlar yüzünden acı çekmiş kahramanımız, teselliyi, kendisini asla üzmeyecek olan robot Jenny’de bulmuştur.

Epizootik’in eleştiri oklarını sapladığı konu, başarı hırsıdır. Öyküde bir hastalık olarak tanımlanan Epizootik, servet yaratmak amacıyla intihar etme anlamına gelir ve kendilerini büyük paralar kazanmaya koşullamış kişiler bu hastalıktan mustariptir. Vonnegut, hayatın gerçek anlamının kendilerini ve ailelerini olabildiğince zengin etmek olduğuna inanan bir kesimin, yaşamın gerçek sorunları karşısında ne denli kırılgan olduğunu, birebir bu dünyadan karakterleri kurguya dahil ederek anlatıyor. Vonnegut bu yaklaşımını, Yılda 10.000 $, Çocuk Oyuncağı adlı öyküsünde de sürdürür. Yalnız burada daha ilgi çekici bir detay vardır: sanatçı ve tüccar olma arasında gidip gelen Nicky Marino’nun açmazları, trajikomik unsurlar merkeze alınarak tasvir edilir. Babası gibi büyük bir tenor olmayı hayal eden Marino’nun tek eksiği, yeteneğidir. Fakat o, bu imkânsız hayalin çekiciliğine kapılmaktan kendini alamamaktadır. Oysa hayatın gerçekleri daha farklı işler: Marino para kazanmak zorundadır ve şu ana kadar hiçbir işte çalışmamış, hep başkalarına bağımlı yaşamıştır. O şimdi bir dönüm noktasında ve karar vermek zorundadır: ya yeteneksizliğiyle tam anlamıyla yüzleşecek ya da bayağı bulduğu ticaretle iştigal edip tenor olma hayallerini sonsuza dek erteleyecektir.

Tutku ile saplantı arasında

Vonnegut’un Ruth ve Eli Gaz Pedalında adlı öyküleri, kitabın barındırdığı temaları en iyi veren iki öykü olarak düşünülebilir. Bunlardan ilki bir kadın, ikincisi de bir erkek üzerinden, sevginin veya tutkunun varabileceği aşırı ve saplantılı durakları hikâye eder. İlkinin baş kahramanı genç kadın Ruth, yakın zamanda kocası Ted’i kaybetmiştir. Ruth, hiç tanışmadığı kayınvalidesi Bayan Faulkner’i görmek için uzun bir yol kat eder. Fakat buluşma, tam anlamıyla karabasandır. Çünkü çocuğuna aşırı düşkün olan Bayan Faulkner, evini, ölen oğlunun eşyalarıyla doldurduğu bir müzeye dönüştürmüş; yalnızca onun hayaliyle yaşamaktadır. Ruth şimdi, kendisini inatla görmezden gelen bu saplantılı ruh haliyle mücadele etmek zorundadır. Çünkü asıl vehamet, Bayan Faulkner’in, Ruth’un karnındaki bebek üzerinde de hak sahibi olduğuna inanmasıdır. Vonnegut’un bu ilginç öyküsü böylece, bir saplantıyı hikâye etmekle kalmaz; bir anne ve bir eş arasında, paylaşılamayan erkeğin konu olduğu bir iktidar savaşına da uzanır.

Öykülerden ikincisi Eli Gaz Pedalında da, erkeklerin oyuncaklarla kurduğu ilişkiyle alay eder. Burada kahramanımız, model trenlere fazlasıyla düşkün çocuk ruhlu Earl Harrison’dır. Vonnegut’un “Çoğu erkekten daha kısa boylu oluşuna canı sıkılan, koca koca kasları olan, kendi kendini yetiştirmiş, bütün toplantıların ilgi odağı olmakta ısrarlı, şöyle bir durup gevşemeyi beceremeyen bir adam” olarak tanımladığı Harrison, ülkenin dört bir yanına yollar inşa eden zengin bir adam. Fakat önemli bir kusuru vardır. O da model trenlere zaman ayırmaktan ailesini ihmal etmesi. Harrison’ın iş dünyasındaki büyük başarısı, onun imparatorluk hayallerini tatmin etmeye yetmemektedir ve başta, basit bir hobi gibi görünen bu model trenler de, gerçekte onun güç sahibi olmaktaki doymak bilmez iştahının aldığı örtük bir biçimdir. Vonnegut, Harrison’ın eşini ve annesini de kurguya dahil edip çatışmayı genişletmiş ve böylelikle güldürü öğeleri baskın bir öykü meydana getirmiş.

Son olarak ‘Ölümlüler Uyurken’in, Kurt Vonnegut külliyatının önemli bir boyutunu oluşturduğunu belirtmek gerekiyor. Burada beş öyküsüne yer verebildiğim kitap, yazarın ilk dönem üretimlerinin dahi ne denli sağlam olduğunun işareti. [Radikal Kitap]