‘Nar Ağacı dedemin hikayesi’

Kitap
Yaklaşık 5 yıl aradan sonra ilk kitap. Neler oldu, neler yaşadınız bu 5 yılda? Lâ baskıya girdiği gün ben bu romana başladım. Tabii başladığım şey ile bitirdiğim şey arasında çok fark var ama yi...
EMOJİLE

Yaklaşık 5 yıl aradan sonra ilk kitap. Neler oldu, neler yaşadınız bu 5 yılda?

Lâ baskıya girdiği gün ben bu romana başladım. Tabii başladığım şey ile bitirdiğim şey arasında çok fark var ama yine de dört yılı aşkın bu süre giderek hızlanan bir ivme içinde Nar Ağacı ile dolu geçti.

Seyahatler romanı besledi, roman seyahatleri kışkırttı. Yoğun bir okuma süreci her ikisine eşlik etti. Hele son bir buçuk yıldır dünyadan neredeyse el etek çekerek romana son halini vermekle uğraştım. Bütün bu süreçlerin bana kattığı hâkim duygu ise mutluluk oldu.

Yazmaktan çok yaşamanın mutluluğu diyebilirim buna. Çünkü düpedüz o hayatların içindeydim. Anlattığım her şeyi tecrübe ettim. Bir tür zaman atlama yani.

Gerçek bir hikâyeden yola çıkılarak yazılmış romanınız. Sizin dedenizin hikâyesi mi?

Evet anne babam bir Tebriz göçmeni. 1917 Bolşevik ihtilâli koptuğu sırada Batum’da. Sınırlar kapatılınca İran’a dönememiş. Batum çok karışık bir ortam, orada da kalmak istememiş ve İstanbul’a geçmek üzere bir motorla Trabzon’a kaçmış. Fakat parası pul olunca Trabzon’da biraz soluklanmak ihtiyacını hissetmiş. Ama o soluklanma kalıcılığa dönüşmüş. Bunlar bizim çocukluğumuza eşlik eden bilgiler. Fakat acı olan şu ki yanı başınızda sağ salim biri var ama siz onun hikâyesini ancak uzun yıllar sonra fark ediyorsunuz. Oysa o çoktan göçüp gitmiş bu dünyadan. Peşine düşmek bile bütünü öğrenmenize yetmiyor. Geriye sadece muhayyile kalmıştır. Kurgu yani. Neticede yazdığım şey olan şey değil galiba olmuş olmasını istediğim şey. Bir tür kişisel tarih inşası. Ama kim bilir belki de öyle olmuştur.

Nar Ağacı ne kadar zamandır demleniyor sizde?

Dedem öldüğünde 12 yaşındaydım. Lisede kompozisyon dersinde hocamız ‘Bir anınızı yazın’ demişti. O zaman çocukça cümlelerim bu hikâyenin üzerine gitmişti. Demek istediğim dedemin hikâyesi beni hep ilgilendirdi. Üniversitede o adrese bir mektup yazdığım, bir cevap aldığım da doğru. Ama yıl 1979 olmuştu ve bu yazışmanın devamı gelmemişti. Neticede galiba içimde hep taşıdığım, yazılmak için sadeleşmiş bir dilin sahibi olmamı bekleyen bir romanmış. Böyle bir romanı Yusuf ile Züleyha’nın ya da Lâ’nın üslubu ile yazamazdım. Bu yaşı bulmam gerekiyormuş.

Neden Nar Ağacı?

Romanın adını, biçimlenmeye başladığı andan itibaren Taht-ı Süleyman olarak düşündüm ben. fakat yayınevinden kimse beğenmedi. Ben de ‘Bu kadar kişi beğenmiyorsa bunda bir hikmet vardır’ dedim. Bu kez pek çok isim geçti aklımdan ama hiçbiri içime sinmedi. Ben de iddiadan vaz geçip en sade olanı aradım. Romanda için için akan bir nar ağacı damarı vardı. Ona yaslanabileceğimi fark ettim. Bir ağaç adı. Hem de nar. İçime sindi. Tabii nar ağacının kendi kişisel tarihçemde yüklendiği çok derin anlamlar da var. Daha ilkokul 1. sınıftayken öğretmenimiz bahçelerimizden (ben bahçeli evlere yetişen nesildenim) ağaç dalı örnekleri getirmemizi istediğinde babamın kapı yanındaki nar ağacından bir dal koparıp ‘Bak unutma bu nar’ dediği elan kulaklarımda. Unutmadım. Bu nar.

Savaşın acı yüzünü göç hikâyeleri ile anlatıyorsunuz. Göç tasvirleriniz tamamen hayal gücü mü yoksa size ulaşan hatıralar söz konusu mu?

Balkan Harbi’ne, I. Cihan Harbi’ne, muhacirliğe, tehcire, Gülcemal seferine dair pek çok hatırat kitabı okudum. Fakat çok yıpratıcı bir okuma süreciydi bu. Kuyulara düştüğüm günler oldu. Yanık defter diyorum ben o döneme. Neticede gerçek sahneler de var romanda ama kurguyu da gerçek belirledi. Muhayyilemi kışkırtan gerçeğin kendisiydi.

Çok tartışılan padişah Abdülhamid de romanda yer alıyor. Sizin için Abdülhamid nasıl bir padişahtı?

Elinin altındaki malzemenin dağılmaması için onları sıkmak mecburiyetinde kalan bir padişahtı. Başka türlüsünü bilmediğinden değil gerçekleştirecek şartlara sahip olmadığından. Romanda Abdülhamid, imparatorlukların doğasını tartışmak için görünüp kaybolan bir figür. Onun karşısında da önce yeşeren sonra çığırından çıkan milliyetçilik cereyanları. Hangisini suçlayacaksınız şimdi?

Osmanlı kimliğini kaybetmemize yönelik vurgular var romanda. Sizce bugün yaşadığımız kimlik ve aidiyete dayalı sorunların kökleri o günlere mi dayanıyor?

Tamamen değilse de bir ölçüde evet. Demin dedim ya hangisini kınayacaksınız diye? Aslında neyi kınayacağımı biliyorum ben. Milletler için kendi kimliğini fark etmek XIX. asrın doğasında var. Bunun dışında kalmak Türk unsur için bile mümkün değil. Ama galiba bütün mesele şairane bir hülyada çiçekleniyor. Semavi bir dinin mensupları olarak hiçbir kavmin diğerine üstünlüğü olmadığına iman etmek ama insanlık ağacının bir dalı olarak da onurlanmak ve işe önce kendi bahçesini süpürerek başlamak. Ah ama bunu kimseler bilmiyor. Bilse, ‘birlikte yaşamak’ içi böylesine boşalan bir kavram olmazdı ve başarabilirdik.

‘Hiçbirimizin kökü kendi toprağında değil’ romanınızı taşıyan cümlelerden biri diyebilir miyiz?

Denebilir. Bunu Doğu’ya yaptığım bütün o seyahatler boyunca öyle net hissettim ki. Hele de ırmakların sorgusuz, sualsiz, pasaportsuz sınır atladığını gördükçe. Bütün ırmakların ana kaynağı bana Doğu gibi geldi. İnsanlar da ırmaklar gibi akıp duruyor. Özellikle eskiden daha çok böyle. Savaş insanları savuruyor, hayatları dağıtıyor, sonra onların yaşamlarını yeniden biçimlendiriyor. Zaten kim bu dünyada ben ‘Bu yerliyim’ diyebilir ki? Biraz kurcalayınca hepimizde bir sonradanlık, bir iğretilik, bir misafirlik çıkıyor.

Trabzonluyu güreş değil futbol mutlu eder

Trabzon ve Tebriz’in 1900’lü yıllarını yazmak için nasıl araştırmalar yaptınız?

Fazlaca okuduğumu söylemeliyim. Bir döneme tam anlamıyla hâkim olamayınca o zemin üzerinde adım atmak mümkün değil. Balkan ve I. Cihan Harbi hakkında az çok bilgim vardı, onları genişletmem aynı zamanda derinleştirmem, bireysel dramlara indirgemem gerekti. Beni en çok uğraştıran Kafkasya’daki Bolşevik-Menşevik çatışması ile İran’ın I. Cihan Harbi’ndeki durumu oldu. Okudukça parça parça bilgiler birleşti, kıvama geldi. Garip ve çok acı bir durum. İran güya bu savaşta tarafsızlığını ilân ediyor ama İngiltere bir yanından Rusya diğer yanından giriyor. Gizli antlaşmalar var. Sovyetler iktidara gelince İmparatorluk Rusya’sının bu antlaşmalarını aşikâr ediyor. Ürpertici. Bizim bu gün olsa komplo teorisi diyebileceğimiz bir şey sahici, belgesiyle ortada. Çok okudum ve okuma süreci bu işin en tatlı dönemini teşkil etti. Bir paragraf okurken onun içinde Settarhan’ı ve Zehra’yı gördüm çünkü.

‘Trabzon ile yazı bağlamında hiç ilişki kurmadım, Trabzon’la hala organik bağım yok’ demiştiniz. Romanla bu bağ kuruldu mu?

Kesinlikle evet. Bu romanla, havasını soluduğum, suyunu içtiğim, içinde bir münzevi gibi yaşasam da bir sakini olduğu şehrime karşı da borcumu ödemeye çalıştığımı zannediyorum. Eğer şehrim kabul buyurursa, benim elimden gelen bu.

Romanda Trabzon ve futbolun bağına da işaret etmişsiniz. Trabzon için futbol niye bu kadar önemli?

Bu, öncelikle sosyolojik bir durum, aidiyet bilinci Trabzon’da her zaman kuvvetlidir. Diğer yandan taşra-merkez ayrımının zarif bir rövanşı olarak başlayan sürecin neticesi. Psikolojik sebepler de var tabii. Karadeniz’in ani değişen mizacından nasipli bu insanlar bu hareketli oyunda her halde kendilerini de ifade edebiliyorlar. Söz gelimi güreşin durağanlığı, bir pozisyonda dakikalarca kalan insanlar Trabzonlunun ruhi ihtiyaçlarını cevaplayamaz sanırım.

Seyahatlerimin özel bir yeri var

Tebriz, Yezd, Batum… yazdığınız yerlerden hangilerine gittiniz? Gezdiğiniz yerlerden romana izlenim olarak ne aktardınız?

Hepsine gittim. Önce Bakü, sonra Batum ve Tiflis, sonra İran’da Tebriz, Isfahan, Şiraz, Yezd. Hattâ Rusya’ya da gittim. Çünkü romanda bir Rusya bölümü vardı. Onu bütünüyle çıkardık, bazı bölümlerini diğer bölümlerin içine yedirdim. Ama yine de bu Rusya seyahatinin romana katkısı oldu. Çünkü o dönemde Batum, Tiflis Rusya İmparatorluğu’nun sınırları dâhilinde. Seyahat izlenimlerim romanı yazmaya ilk başladığımda daha fazlaydı. Yani anlatıcı katmanı bir tür seyahatname hacmindeydi. Çünkü bu seyahatleri anlatmayı çok seviyordum. Üstelik seyahatname katmanının üslûbumu şiirsellikten sahiciliğe çekmek gibi dönüştürücü bir etkisi de oldu. Sonra o kısımları dikkat dağınıklığına sebebiyet verdikleri gerekçesiyle iyice incelttim. Fakat dış katmandaki bu seyahatleri yapmasaydım tarihsel katmanı anlatamazdım. Bir şeyi coğrafyasında görmek bambaşka bir duygu.

İnsaniyet siyasetin üzerindedir

İnsanı yaşlandırıp gençleştirirken aynı bıraktığınız yer gözleri. Gerçekte de böyle midir?

Bakışlar. Gözler değişse bile bakışlar aynı kalıyor. Belki ruh değişmediği müddetçe.

Karakterlerinizden en çok hangisini sevdiniz, hangisiyle bütünleştiniz?

Tartışmasız olarak İsmail. İsmail benim kahramanım.

Romanda Şems de, Şair Nigar Hanım da bir görünüp kayboluyorlar. Sizin hayatınızda önemli bir yer tutan isimlerin romanınızda da görünmesini mi istediniz?

Bir şeylerin bir yerlerde hâlâ yaşanıyor olduğu duygusu beni sema ettirebilir. Şems üzerinde fazla ısrar etmedim ama o zamanlara dönmüşken Nigâr Hanım’ı görmeden olmazdı. Ne ki İsmail’in trajedisi öyle büyüktü ki Nigâr Hanım’ın dizlerine kapanarak ağlamak yerine İsmail’in alnını okşadım sadece. Oysa Nigâr Hanım’ın da birkaç yıl sonra aynı hastanede ve aynı hastalıktan öleceğini biliyordum.

‘Herşeyi özetleyecek cümle’yi aramaya devam ediyor musunuz?

Sanırım buldum. Ben bu cümleyi yıllarca aşka dair bir cümle olarak aramıştım. Değilmiş. İnsaniyete dairmiş. ‘İnsaniyet siyasetin üzerindedir’, ‘Tarihe sebepler değil sonuçlar kalır’, ‘Tek masumun acı çektiği yerde bütün gerekçeler geçersizleşir’. Size üç cümle söyledim şimdi ama üçü de aynı cümledir aslında. Ve tecrübelerimin toplamını ifade eder. Ama bulmanın sonu yok, belki yenilerini de bulurum.

İnternet sitenizin fonu kenardan durup gündüz kâinatı seyreden bir kadın, diğer tarafında da gece kâinatı seyreden bir adam. Sizdeki karşılığı ne?

O siteyi görmedim. İnternet benim için, içinde Nazan Bekiroğlu olmayan bir yerdir. Ama kim tasarladıysa güzel. Bana yıllar evvel gördüğüm, Nun Masalları’na da girmiş bir rüyayı hatırlattı. Bir tarafta güneş diğer tarafta ay vardı rüyamda. Gece ve gündüzün aynı anda yaşandığı bu dünyadan olmayan bir vakit. Şimdi artık o sayfaya bakmam şart oldu.

Haberdar.com