Mü’minin ayırıcı vasfı infaktır

Kitap
Mart sayısında “Ölçü: Helal Kazan, İnfak Et” dosyasıyla okuruyla buluşan dergi kazançtaki ve infaktaki incelikleri el alıyor. İnfak, Allah Tealanın hoşnutluğunu kazanma niyetiyle yapılan harcamadır. K...
EMOJİLE

Mart sayısında “Ölçü: Helal Kazan, İnfak Et” dosyasıyla okuruyla buluşan dergi kazançtaki ve infaktaki incelikleri el alıyor.

İnfak, Allah Tealanın hoşnutluğunu kazanma niyetiyle yapılan harcamadır. Kullar, sadece namazla, oruçla, hacla kazanmaz Allah’ın rızasını. Kazancımız ve harcamamızla da Allah’ın razı olacağı hayatı yaşayabilmeliyiz. Şüphesiz insanın sahip olduğu bütün servetin asıl sahibi Allah’tır. O’nun (cc) emanet olarak verdiği bu servetten başkalarına infakta bulunmak gerekir.

Bu hassasiyetler temel ölçü olarak yazılarda detaylandırılıyor. Dosya kapsamında Prof. Dr. Ali Akpınar, Doç. Dr. Selahattin Yıldırım ve Abdullah Taha Orhan’ın yazıları yer alıyor.

Prof. Dr. Ali Akpınar, mü’minin ayırıcı vasfının infak olduğunu belirttiği yazısında, infakın aynı zamanda Allah’a borç verme hissiyle gerçekleştiğini ifade ediyor. “Fakir kanaat edip zenginin malına göz dikmeyerek ve sabrederek; zengin de variyetinin bir kısmını yoksul kardeşleriyle paylaşarak bu sınavı kazanabilir. Allah yolunda ve O’nun rızasını kazanmak için yapılan hiçbir harcama karşılıksız kalmayacaktır.” diyen Prof. Akpınar, fakirlik-zenginlik dengesine ve infakın karşılığının Allah’tan geleceğini vurguluyor.

Doç. Dr. Selahattin Yıldırım, cömertliğin cennete cimriliğin ise cehenneme götürücü vasfını beyan ettiği yazısında, cömertliğin de şefkat ve merhametle birlikte gönüllerde yer ettiğine işaret ediyor.

Dosya kapsamında Abdullah Taha Orhan da, kazancın infakla temizleneceğini belirtiyor. Abdullah Taha Orhan bilhassa tasavvufu, kazancı ve infakı merkeze aldığı yazısında tasavvuf ve kazanç konusunda son derece önemli bilgiler veriyor. Tasavvufun bir lokma bir hırkayı değil el emeğini, çalışıp kazanmayı ve zekat verecek duruma gelmeyi teşvik ettiğini belirterek konuya yeni bir boyut getiriyor.

İrfan Kaynağı köşesiyle derginin orta sayfasında her ay düzenli olarak sohbetleri yer alan Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi bu sayıda dünya malının hem nimet hem de külfet olduğunu vurguluyor. Çalışmanın ve helalinden kazanmanın önemli olduğunu belirttiği sohbette Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi şöyle diyor, “İslam, sebeplere ve tedbirlere başvurmadan yapılan tevekküle kesinlikle karşıdır. İslam, Müslümanı çalışkan, dinamik, atik ve üretken olarak görmek ister ve buna teşvik eder. İslam, Müslümanın hayata dair rolünü ifa etmesini ister.”

Tasavvufun ve hayatın damarları 

Mart ayı aynı zamanda Nakşibendi-Haznevi tarikatının kurucusu Şeyh Ahmed Haznevi’nin vefat yıldönümü. Bu vesileyle dergi sayfalarında Salih Kadri Oğul, hem Şeyh Ahmed Haznevi’yi hem de Haznevi tarikatını anlatan önemli bir yazı kaleme almış.

Prof. Dr. Kadir Özköse imzasını taşıyan yazı ise Kadirlik tarikatını ana hatlarıyla, tarihi süreci ve etkili olduğu bölgelerle anlatıyor. Tarikatın Afrika’da da büyük bir güce ve etkiye sahip olduğunu belirten Prof. Dr. Özköse, “Tuat yoluyla Kuzey Afrika’dan Batı Afrika’ya gelen Kunta şeyhleri Velata şehrini tarikatlarının ilk merkezi yapmışlardır. Bir süre sonra buradan uzaklaştırıldıktan sonra Timbuktu’yu kendilerine üs edinmişlerdir. Fas, Kayrevan, Trablusgarb ve Kahire’ye öğrenci gönderip ilmiye sınıfının teşekkülüne çalıştıkları kadar Timbuktu’da kurdukları medreseleri ile de İslam’ın tebşirine çalıştılar.” diyor.

Mona İslam deneme tadındaki yazısında aklın, nefsin ve kalbin ibadetini anlatıyor. Mona İslam, aklın ibadeti düşünmek, kalbin ibadeti de zikretmektir, diyor. Nefsinin ibadetinin ise başının teslimiyet olduğunu ifade ediyor.

Yrd. Doç. Dr. Mustafa Demirci bu sayıda Nakşibendi mürşidi Muhammed Ma’sum Hazretlerinin Mektubat’ını tanıtıp, bu mektuplardan bir örnek yayınlıyor.

Portre bölümünde Saadettin Acar, Hazret-i Osman’ı anlatıyor, “Hazret-i Osman tam bir haya ve cömertlik örneğidir. Mahcup ve nazik bir tabiata sahipti, gecelerini ibadetle, gündüzlerini oruçla geçirirdi. Bedir hariç tüm savaşlarda Resulullah Efendimizin yanında yer almıştır.” diyor.

Ahmet Edip Başaran çok dikkat çekici bir yazıyla bu sayıya katkıda bulunuyor. Necip Fazıl Kısakürek’in, kendini ve şeyhi Abdülhakim Arvasi’yi anlattığı O ve Ben isimli çağdaş tasavvuf klasiğinden kalbinde kalanları paylaşıyor okurla.

Yrd. Doç. Dr. İbrahim Baz, Cizre’nin ve neredeyse bütün Doğu’nun kaderinde etkili olmuş bir büyük veliyi tanıtıyor. Bu toprakların hamurunun Nakşibendi ulularının dualarıyla yoğrulduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Baz, Cizreli Şeyd Seyda’nın hizmetini şöyle ifade ediyor, “Şeyh Seyda’nın Cizre’deki ve Serdahl köyündeki medrese ve dergahı Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin en çok tanınan ilim ve irfan merkezlerinden biri haline geldi. Türkiye, Irak ve Suriye’den çok sayıda talebe onun medrese ve dergahında eğitim aldı.”

M. Nezihi Pesen ise Kırkambar köşesinde okuru farklı bir yolculuğa çıkarıyor.

İlim ve İrfan dergisi:

0212 694 98 98

facebook/ilimveirfan

twitter.com/ilimveirfan