Kültür insan doğasıdır

Kitap
Evrimci antropoloji, insana bir hayvan gibi yaklaşarak, onu tarih öncesi dönemden itibaren kendini doğadan ayrıştırmakla tekamül eden ve uygarlaşan bir canlı olarak tanımlar. Buna göre, insan doğası d...
EMOJİLE

Evrimci antropoloji, insana bir hayvan gibi yaklaşarak, onu tarih öncesi dönemden itibaren kendini doğadan ayrıştırmakla tekamül eden ve uygarlaşan bir canlı olarak tanımlar. Buna göre, insan doğası da vahşi, çıkarcı, acımasız, hayvani bir doğadır. Doğanın kanunu güçlü olanın yaşadığı, zayıfın yok olduğu bir seleksiyon rejimi üretir. Bu rejimde herkes birbirinin hasmıdır ve düzen ancak bir despot aracılığıyla sağlanır. İnsan doğasına dair modern anlayış aslında Hıristiyan inancına dayanır. Çünkü insan doğası Hıristiyan inancında kötüdür ve insan, doğasına bırakıldığı zaman her kötülüğü yapar. Dolayısıyla insan doğası diye bir şey aslında yoktur; çünkü buna dair tanım tamamen kültüreldir. Marshall Sahlins, Batı’nın İnsan Doğası Yanılsaması adlı kitabında bize bunu kanıtlamaktadır.

Rasyonalite ile hesaplaşma

Gerçekten de, farklı kültürlere göre insan doğasının farklı tanımlandığını görüyoruz. Örneğin İslam inancında, insan doğası özünde iyidir; çünkü her insan İslam fıtratına göre doğar, yani barış, güven, sadakat, tevekkül gibi vasıfları haizdir ve kültür içinde bu fıtratı ya gelişir ya da bozulur. Sahlins, aslında İslami anlayışa uygun bir tez ortaya koyuyor. Yazar, insanın ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel, sanatsal, dini her tür gelişimini doğasında olan rekabetçi eğilimle açıklayan ve şimdilerde küreselleşmeyle yaygınlık ve geçerlilik kazanan piyasacı iktisadi rasyonalite ile hesaplaşıyor. Bunu yaparken, insanı çıkarı için her şeyi yapabilecek hırslı ve ihtiraslı bir varlık olarak tanımlayan Batılı insan doğası anlayışını, ilkel toplumların insana bakışıyla karşılaştırıyor ve Batı dışında hiçbir toplumun böyle bir insan doğası anlayışına sahip olmadığını ortaya koyuyor.

Doğaya ve doğal hayata Batılı antropolog gözlüğü ile baktığımızda sadece, canlıların hayatını sürdürmek için en zayıf ve küçükten büyüğe doğru birbirlerini yedikleri bir döngü ve hayatın yalnızca birincil ihtiyaçların giderilmesine indirgenmiş bir meşgaleden ibaret sayıldığı, yani güdülerinin peşinde koşan canlıların oluşturduğu bir manzara görürüz. İnsan da bu doğadan neşet ettiğine göre, kültür öncesi durumu buna uygun olmalıdır. İlkel toplum, bu kültür öncesi duruma göre tanımlanır. Bu varsayım yeni de değildir. Tukidides’ten Marx’a kadar bütün Batı düşüncesi bu temel varsayım üzerine kurulmuştur. Hobbes’un Romalı düşünür Plautus’un “insan insanın kurdudur” sözünü teyit ederek, “herkesin herkese karşı savaşı” olarak tanımladığı bu doğa durumundan yegâne çıkış yolu, Leviathan’ın, yani bir despotun şiddete dayanarak topluma egemen olmasıdır.

Batı’nın yerleşik anlayışında “vahşi”nin “uygar”la ilişkisi, doğanın kültürle ve bedenin akılla ilişkisi gibidir. Bedeni doğal olanın hapishanesi kılarak nesnelleştiren modern özne söylemi, keşifler çağında Batı ile ötekiler arasında yeniden kurgulanarak sömürgeciliğin meşruiyet kaynağına dönüştürülmüştür.

Rousseau gibi düşünürler ise uygarlığa insanın soylu değerlerinin ve sahiciliğinin yitimi olarak bakmışlar ve “vahşi”yi insanın bozulmamış halinin bir imgesi olarak yüceltmişlerdir. Günümüzde insanların organik gıda tutkusunda da bu tür bir saflığı ve bozulmamışlığı aramanın izleri vardır. Bu tür istisnai fantezileri bir yana bırakırsak, Batı’nın, insanın doğal haline dair kavrayışı, bencil ve çıkarından başka bir şeyi gözetmeyen vahşi imgesinde somutlaşır. Bunun popüler kültürde tezahür eden bir örneği Survivor Adası’dır. Bu program, bize insanın doğal durumunun “herkesin herkese karşı savaşı” olduğunu empoze eder. Survivor Adası, sosyal Darwinizm’in kanıtlandığı bir laboratuvar gibidir.

Ahlâki çöküş

Başarıya giden yol başkalarının omuzlarını basamak haline getirmekle açılır. Başkaları, ancak ihtiyaç duyduğumuzda, kendileri aracılığıyla amaçlarımızı gerçekleştirebileceğimiz birer araçtır. Sahlins, haklı olarak bu yaklaşımı, ahlâki bir çöküş olarak tanımlıyor: “Aziz Augustinus’un, kölelik ve aslında İlahi bir ceza olarak gördüğü insanın bedensel arzulara sonsuz boyun eğişi, bugünün neo-liberal iktisatçıları, yeni-muhafazakâr siyasetçileri ve çoğu Kansaslının gözünde özgürlüğün temel ilkesi haline geldi.” Bunun sonucu olarak menfaat İlahi bir hak, mülkiyetçi bireycilik ise temel bir özgürlük olarak demokrasinin temel ilkeleri arasına dâhil edildi.

Varsayılan başlangıçtaki doğa durumundan, Batılı insana doğru evrimleşen bir uygarlaşma tezine karşı, Sahlins, aslında günümüzde modern insanın giderek vahşileştiğini ve insanlıktan bir sapma içerisinde olduğunu vurguluyor. Ünlü antropolog kitabını şu sözlerle bitiriyor: “Benim çıkardığım naçizane sonuç, Batı medeniyetinin sapkın ve hatalı bir insan doğası anlayışı üzerine kurulu olduğudur. Bununla birlikte, bu sapkın insan doğası anlayışının varoluşumuzu tehlikeye attığı büyük olasılıkla doğrudur”.

BATI’NIN İNSAN DOĞASI YANILSAMASI, MARSHALL SAHLINS, ÇEV.: E. AYHAN – Z. DEMİRSÜ, BGST YAY., 133 SAYFA, 12 TL

Süreyya Su
Zaman Kitap