‘Kitaplarım yasaklanmıyor, çünkü anlamıyorlar!’

Kitap
Dünyaca ünlü İngiliz edebiyat kuramcısı Terry Eagleton, geçtiğimiz cuma günü “Marksizm ve Edebiyat Eleştirisi” ve “Marks Neden Haklıydı?” başlıklı iki konferans vermek üzere İs...
EMOJİLE

Dünyaca ünlü İngiliz edebiyat kuramcısı Terry Eagleton, geçtiğimiz cuma günü “Marksizm ve Edebiyat Eleştirisi” ve “Marks Neden Haklıydı?” başlıklı iki konferans vermek üzere İstanbul’daydı. Mardin’e gerçekleştireceği seyahat öncesinde Terry Eagleton ile edebiyat, eleştiri, teori ve modernizim üzerine konuştuk.

“Olay” kelimesini yeniden ele alışınızla edebiyat kuramına yaklaşımınızda bir kayma olduğu düşünülebilir mi? Ya da bu yeni yaklaşımın edebiyat çalışmalarına ne gibi katkıları olacak?

‘Olay’ kelimesini ilk ele alan, bazılarının gelmiş geçmiş en büyük filozof olarak tanımladığı ve bana göre de tarihin en büyük Fransız filozofu olan Alain Badiou’dur. Badiou’nun ‘olay’ hakkında çok karmaşık bir teorisi var. Ben onun yaklaşımıyla aynı temelde ele almadım bu kelimeyi. Bunu bir obje olarak değerlendirmektense stratejik bir süreç olarak ele almayı tercih ettim. Daha çok moda bir kelime ya da kavram olarak düşünüyorum. Öncelikle Badiou’nun metodundan farklı bir yoldan gidiyorum bunu yaparken.

Kurmaca ile kurmaca olmayanın arasına kategorik anlamda bir çizgi çekmemiz gerekir mi? Eğer bu çizgi bulanıklaşırsa ne olur?

Aslında o çizgi her zaman bulanık bir haldedir. Postmodernizm kurmaca olan ve olmayan arasına şüpheci bir ayrım koyar. Ama zaten postmodernizmin yapısında bu vardır, her zaman şüpheci bir ayrım içindedir. Nitekim kurmaca olanın ve olmayanın arasında da kesin ama bulanık bir çizgi var. Daha önce bir kitabımda da anlattığım gibi, bir eserin kurmaca olması her zaman edebi olduğu anlamına gelmiyor. Bu sebeple edebiyatın tamamen kurmacadan ibaret olduğunu söyleyemeyiz. Tabii ki edebiyatın kurmacalığına dair bir yorum getirmek de mümkün.

Türkiye’de en fazla tanınan ve okunan edebiyat kuramcısısınız. Şaşırtıcı olan şu ki, Marksist okumalar yapmanıza rağmen bütün ideolojik gruplardan okuyucularınız var. Yönteminizin evrenselliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında benim çalışmalarımı anlamak gerçekten çok zor. Güney Afrika’da hemen her ideolojik görüşün yasaklı olduğu bir ülkede bile kitaplarım yasaklılar arasında değildi, çünkü aslında ne dediğimi anlamıyorlardı. Bazı büyük ülkeler bile Marksist düşünceden, teoriden rahatsız olurken bazıları o kadar da olmuyor. ABD ya da batının da bu konularda oldukça muhafazakâr bir geçmişi var, öyle ki Marksizm’den bahsetsen seni alnından vurabilirlerdi. Ancak bir parti iktidardan düşer ve her şey değişir. Yaklaşım çoğunluğa göre şekil alır, politika çok değişken bu konuda.

Mo Yan’ın Nobel ödülünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Nobel ödüllerinin politik bir yönü olduğunu düşünüyor musunuz?

Aslına bakarsanız, Nobel ödülüyle ya da genelde herhangi bir ödülle ilgilenmiyorum. Bu durumda da olduğu gibi politik temelleri olduğunu düşünüyorum. Ama zaten ciddi ve gerçek bir yazarın ödüllerle işi olmayacağına inanıyorum.

Modernizmle birlikte faşizm de yükseldi

“Globalleşme akademide ya da edebiyatta yeni bir durum değil. Çok eski zamanlardan bu yana bunun izlerini edebiyatta görmek mümkün. Rönesans’tan günümüze de dillerin bir araya geldiği biliniyor. 20. yüzyılla birlikte ‘ulusal’lığın ve ulusun bittiği yönünde bir inanış var. Modernizmle birlikte gelen bir durum bu. Ancak modernizmle birlikte faşizm de yükseldi. Böylece kozmopolit dünyanın içinde olmak isteyen göçmen, köksüz insanlar oluştu. Edebiyat da küreselleşen dünyada yerel olmayan bir yerde olmalıydı. İngilizce yeni küresel medyanın dili olarak kabul edilse bile, yazmanın özel deneyimlerle, yerel, bölgesel veya ulusallıkla derin bağları var. Globalleşme bu açıdan edebiyatta yeni değil ama bir karşı direnç gösterdiğini de söyleyebilirim.”

Zehra Onat
Zaman