‘Kitabın Tarihi’ serüveni

Kitap
Albert Labarre’in Kitabın Tarihi adlı çalışması, bir nesne olarak kitabın uzun serüvenini anlatıyor. Sümerlerin çivi yazısıyla başlayan yolculuk Mezopotamya’ya, oradan Mısır hiyeroglifleri...
EMOJİLE

Albert Labarre’in Kitabın Tarihi adlı çalışması, bir nesne olarak kitabın uzun serüvenini anlatıyor. Sümerlerin çivi yazısıyla başlayan yolculuk Mezopotamya’ya, oradan Mısır hiyerogliflerine, kil tabletlere, papirüsten parşömene ve günümüzde bilgisayar ekranına kadar uzanıyor.
 

‘E-kitap’ şaşırtıcı bir hızla yaygınlaşırken kültür sanat sayfaları için hemen başlıklara taşınacak bir konu çıkmıştı: “Kitap tarihe mi karışıyor?” Bu konu gündemdeyken iki ihtiyar delikanlının söyleşi kitabı hüzünlü okurun gönlüne su serpti. Umberto Eco ve J. C. Carrière’in söyleştikleri Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın’da (Can Yayınları) Eco, “Kitap tıpkı kaşık, çekiç, tekerlek veya makas gibidir. Bir kere icat ettikten sonra daha iyisini yapamazsınız.” diyordu.

Hüzünlü okur derin bir nefes aldı. Mâlumatfuruşluğu entelektüel olmakla karıştıran, ne bulsa okuyan obur okur ise Eco ve Carrière’in muazzam hafızalarının ve birikimlerinin karşısında hırslanmaya başlamışken, onları yine Eco frenledi. Kültürün, Napolèon’un tam ölüm tarihini bilmek olmadığını; baki olanın, elindeki gereçlerden en iyi şekilde yararlanmayı bilmek olduğunu söylüyordu. Evet, Eco’ya göre kültür, Hilmi Yavuz’un sık tekrarladığı bir ifadeyle söylersem, “neyi nerede bulacağını bilmektir”.

Kitabın tarihi konusunda ise nereye başvuracağını bilmeyen okur için Dost Kitabevi Işık Ergüden’in çevisiyle Albert Labarre’in Kitabın Tarihi adlı çalışmasını yayımladı. Kitabın Tarihi 90’lı yıllarda Yeni Yüzyıl gazetesinin, şimdi sahaf raflarında çokça gördüğümüz, “Cep Üniversitesi” üst başlığı altında dağıttığı kitaplardandı.

Bir kitap nedir?

Kitabın ne olduğundan başlamak gerek, yukarıda adı geçen her iki kitapta da tartışılan bir mesele bu. Kitabı tarif ederken biçimi mi yoksa metni mi ölçüt alacağız? Eğer biçimi ölçüt alırsak dikilitaşlardan ancak yüzyıllar sonrasını beklememiz gerekir. Metni ölçüt alırsak bir dikilitaşı, örneğin Orhun Abideleri’ni, de kitap olarak kabul edebiliriz. Bu yüzden sanırım kronolojiyi yazıyla başlatmak gerekiyor. Sümerlerin çivi yazısıyla başlattığı yolculuk Mezopotamya’ya, Mısır hiyerogliflerinden kil tabletlere, papirüsten parşömene, oradan kitaba, kitaptan da ekrana evriliyor.

Burada papirüs veya parşömenin hammaddesinin ne olduğu, yüzyıllar süren gelişimleri, Bizans edebiyatında yüzlerce metrelik papirüslerden bahsedildiği, neye codex neye volumen dendiği, 1500’e kadar basılı her kitabın inculabula diye adlandırıldığı, ilk inculabula’nın 42 satırlık Kutsal Kitap olduğu, Eco’nun 30 inculabula’ya sahip bulunduğu, oymabaskı tekniğinin kaç yüzyıl sürdüğü veya hangi medeniyetin bu tekniğe kaçıncı yüzyılda geçtiği vs. vs… Bunları anlatacak değilim elbet. Yalnızca Kitabın Tarihi’nde bu bilgilerin yanında, matbaaya geçiş evresinin; Gutenberg’in rakiplerinin arasından nasıl sıyrıldığının; yazının ve kitabın gelişiminin yanında ciltleme, süsleme, illüstrasyon gibi mesleklerin; yayıncılığın ve basının oluşum ve gelişiminin; hümanizma, reform ve sanayi devriminde kitabın etkisinin de okunabileceğini belirtelim.

Kütüphanecilik manastırlarda başlamıştı

Kitabın Tarihi’ne ilişkin bu bilgilendirmenin dışında çalışmada ağırlıklı olarak öne çıkan bir nokta manastırların ve Hıristiyan din adamlarının kitabın tarihinde nasıl bir yer tuttuğu. Kütüphaneciliğin manastırlarda oluşmaya başladığını biliyoruz. Keşişler günlük işlerinin yanı sıra elbirliğiyle elyazması kitapları çoğaltırlardı. Birkaç günde biten elyazmaları olduğu gibi yazımı yıllar süren elyazmaları vardır. Manastırlarda nam salmış kopya atölyelerinden ve manastırlar dönemi olarak anılan bir dönemden söz edilir. Bu dönemi Albert Labarre, “Büyük manastırlar entelektüel yaşamın tek merkezi” diye tanımlıyor. Din adamlarının etkileri bu dönemle sınırlı kalmaz. Matbaanın yayılmasında dinî metinler önem teşkil eder, hatta teologlarla matbaacılar birlikte çalışır. Gelgelelim Luther’le birlikte, Reform döneminde aynı otorite bu kez yok etme eylemine başlar. Şunu söylüyor Labarre: “(…) bu yüzyıl yalnızca kitapları yok etmekle kalmayan, bunları basan, satan, dağıtan ya da elinde bulunduran kişileri de ortadan kaldıran odun alevleriyle aydınlanır.”

1453 ve Türk etkisi

Hümanizma ve kitap ilişkisinin incelendiği bölümde ise Labarre, “1453 yılında Türk istilasından kaçmış olan Bizanslı okur yazarlar”ın İtalya’ya sığınışından bahsediyor. Labarre’in verdiği bu bilgiyi kontrol etme ihtiyacı hisseden okurlar Franz Babinger’in Fatih Sultan Mehmet ve Zamanı (Oğlak Yayınları) kitabına bakabilir. Babinger, İstanbul’un fethinden sonra Bizanslı büyük ilim adamlarının sayıca büyük bir kısmının Batı’ya, özellikle İtalya’ya gittiklerini onaylıyor fakat bir süre sonra onlara başlangıçta gösterilen ilgi ve itibarın azalması üzerine (hatta Babinger onlar için “sefil dilenciler” ifadesini kullanıyor) İstanbul’a dönmeyi tercih ettiklerini yazıyor.

Kitabın Tarihi, “neyi nerde bulacağını bilen” okurun kütüphanesinde bulunması gereken bir kitap.
SAKİNE KORKMAZ
Zaman