Kasım ayında çıkan yeni kitaplar

Kitap
Kasım ayında çıkan kitaplardan oluşturduğumuz seçki aynı zamanda fuar öncesinde bazı yazarlara, bazı konulara ve kitaplara da dikkat çekmeyi de amaçlıyor İşte bu ay çıkan önemli kitaplardan bazıları: ...
EMOJİLE

Kasım ayında çıkan kitaplardan oluşturduğumuz seçki aynı zamanda fuar öncesinde bazı yazarlara, bazı konulara ve kitaplara da dikkat çekmeyi de amaçlıyor

İşte bu ay çıkan önemli kitaplardan bazıları:

Beşir Ayvazoğlu, Dünyayı Güzelleştirmek, Timaş Yayınları, 2012

Cansever Hoca, kaynağını çok aradığı bir hadis-i şerife dayanarak sanatın asıl vazifesinin dünyayı güzelleştirmek olduğunu söyler, estetiğini ve mimarî felsefesini bu görüşe dayandırırdı. İçinde mutlu bir hayat sürebileceğimiz güzel dünyanın, avutucu eğlencelerle değil, şehirleri ve konutları insanın eşref-i mahlûkat olduğu göz önüne alınarak yeniden inşa etmek suretiyle kurulabileceğine inanmıştı. Meskenin insanları sadece yağmur ve soğuktan koruyan barınaklar olarak görüldüğü, insanın güzel bir dünyada yaşama ve çevresinin oluşmasına katılma hakkı ve sorumluluğu kabul edilmediği sürece, Cansever Hocaya göre, asıl mânâsında beşerî ve güzel bir çevre meydana getirmek mümkün değildi.

Beşir Ayvazoğlu

Edebiyat dünyamızın usta kalemi Beşir Ayvazoğlu, Türk-İslâm medeniyetini koruyan, geliştiren ve bir yaşam biçimi olarak neşreden Osmanlı bakıyyesi aydınların örnek hayatlarını gelecek nesle taşımaya Bilge Mimar Turgut Canseverle devam ediyor. Ayvazoğlunun nefis üslubuyla okur kendisi kâh Turgut Canseverin çok az bilinen çocukluk ve gençlik zamanlarında, kâh babası Doktor Hasan Ferit Canseverin Türk Ocaklarını kurmak için verdiği mücadelelerin içinde buluyor. Turgut Canseverin Dünyayı Güzelleştirmek olarak özetlediği mimarî felsefesine, sanat görüşüne ve bütün dünyada kısa sürede müthiş bir hızla gelişen şehirleşmenin Türkiyede nasıl tezahür ettiğine dair görüşlerini kendisiyle sohbet ediyormuş gibi okuyacaksınız.

Ian Almond, İbni Arabi Derrida, Tasavvuf ve Yapısöküm, Ayrıntı Yayınları, 2012

Bu inceleme, Orhan Pamukun Kara Kitap adlı romanından bir alıntıyla başlıyor:

O ara biri en büyük egzistansiyalistin İbni Arabî olduğunu, Batıdakilerin yedi yüz yıl sonra, yalnızca ondan çalıp çırpıp taklit ettiğini yazmıştı.Bugün Batıda Herakleitos ve Augustineden Aquinasa, varoluşçuluğun öncüleri sayılabilecek şahsiyetler güncelliklerini korurken, Pamuk, Doğudaki İslamcı/milliyetçi odakların, Batının temelleri üzerindeki hak iddialarına bir örnek olarak İbni Arabîyi kullanmaktadır. Modern kültürü ve yüzyılların bütün düşüncelerini tek bir kültürel kaynak adına yeniden kendilerine mal eden birçok eleştirmendeki bilindik yerel içgüdüleri, parodileştirme yoluyla ifade etmektedir Pamuk. Arabînin Dantenin İlahi Komedyası üzerindeki iddia edilen etkisi, birçok hüsnükuruntu tadındaki hermenötik arasından bir örnek olarak alıntılanmıştır. Ama bu kitap, Pamukun şakasındaki gibi, İbni Arabînin tüm zamanların varoluşçusu ya da postyapısalcısı olduğunu iddia etmek yerine, tasavvufu ve yapısökümü anlamayı amaçlıyor. Benjaminin bir kavramını istismar ederek kullanırsak, farklı parçaların aynıya, yani kırılmış bir çömleğe, aidiyetini hatırlama arzusudur bu çalışma.

İncelenen metinlerin kökleri arasında 800 yıl gibi bir zaman farklılığı ve büyük bir coğrafi uzaklık bulunmaktadır. Bu çalışmanın niyeti bir 13. yüzyıl mutasavvıfını bir postmodern teorisyene çevirmek olmadığı gibi Jacques Derridayı da İslâmîleştirmek veya yazılarını İslâmî mistik bir forma dönüştürmek değildir. İbni Arabî ile Derrida arasındaki ilişki tam olarak nedir? Bir mutasavvıfın kullandığı kelimeler, gerçekten bir ateist gözüyle bakılan çağdaş bir Fransız teorisyeninin çalışmalarıyla benzerlik arz edebilir mi? Yapısökümün metaforları, stratejileri ve motifleri bütün anlamlarını tasavvufla bir mukayese bağlamında değiştiriyor mu? İbni Arabî bize Derridayı farklı şekilde okumayı öğretebilir mi; ya da Derrida İbni Arabîyi? Son dönemlerde tüm dünyada karşılaştırmalı din ve teoloji bölümlerindeki akademisyenler kendi dini geleneklerindeki çeşitli örnekleri Derridanın yapısökümcü yazıları için yeniden keşfederken, Georgia State Universityde postkolonyal edebiyat teorisi üzerine dersler vermekte olan ve daha önce Türkiye üniversitelerinde de çalışan Ian Almond da, bu kitapta, pek çok soruya yanıt aramakta ve iki ayrı düşünürü karşılaştırmalı olarak ele almaktadır.

Andrea Fumagalli, Sandro Mezzadra, Küresel Ekonomide Kriz, Finansal Piyasalar, Toplumsal Mücadeleler ve Yeni Politik Senaryolar, Otonom Yayıncılık, 2012

Küresel Ekonomide Kriz, 2008’deki finansal ve ekonomik krizin ilk sinyallerini takip eden aylarda Uninomade ağı içinde yürütülen kolektif tartışmaların bir ürünüdür. Sonradan pek çok dile çevrilmek üzere 2009’da ilk defa İtalyanca olarak yayımlandığında kitap, finansla sınırlı kalmayıp küreselleşme ve neoliberal kapitalizm açısından da ciddi sonuçlar doğuran bu krizi analiz etme yönündeki ilk girişimlerden biri olmuştu. Kitabın başlangıç noktası, yaşanan finansal krizin 1980’lerden beri gelişmekte kapitalizm açısından "sistemik" bir nitelik taşıdığıdır. Günümüzün bilişsel kapitalizminin kalbi finansal piyasalarda atmakta, sermaye akışları bilgiyi sömüren ve geleneksel sektörlerin ötesindeki alanları kontrol eden üretime akmaktadır. "Reel ekonomi"yi doğrudan etkilemiş olan böyle bir finansal kriz, finansallaşmanın kapitalist komutanın en yeni ve sapkın biçimini oluşturduğunu gözler önüne sermiştir. Bu kapitalist komutadan, eşitlik ve özgürlüğün yeniden keşfedileceği bir toplumsallığın kuruluşuna doğru olumlu bir çıkış mümkün olabilir mi? Bu politik soru etrafında, Küresel Ekonomide Kriz kapitalist komuta üzerine değerlendirmesini aynı zamanda bir isyan bilimi içindeki bir araştırma olarak sunabiliyor.

Mete Çubukçu, Yıkılsın Bu  Düzen/Fel Yaskut  Ennizam! Arap Ayaklanmaları ve Sonrası, İletişim Yayınları, 2012

Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi, 17 Aralık 2010 tarihinde Sidi Bouzid valiliği önünde kendini ateşe verdi. Amacı kendisini hırpalayan ve meyvelerine el koyan zabıtaları protesto etmekti. Ancak Buazizi’nin kendi bedeninde yaktığı ateş kısa sürede büyüdü ve önce ülkesini, sonra bütün Arap coğrafyasını kaplayacak kitlesel bir harekete dönüştü.

Ayaklanmalar çok hızlı ve sert bir şekilde yayıldı. "Tunus’tan Han Yunus’a kadar" bölge halkları haksızlığa, yoksulluğa, demokratik olmayan şartlara ve yaşadıkları düzene karşı ayaklandılar. Yıkılmaz denilen diktatörleri devirip, rejimleri alaşağı ettiler. Kısa sürede çığ gibi büyüyen, yalnızca Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da değil, tüm dünyada yankılarını hissettiren bu hareketi bir araya getiren, birleştiren yegâne emel şu sözlerde vücut buluyordu: Fel yaskut ennizam! Yani, "Yıkılsın bu düzen!"

Bu kitapta, yaklaşık yirmi yıldır Ortadoğu’yu yakından takip eden gazeteci Mete Çubukçu, 2010 yılının sonunda başlayıp günümüzde etkilerini hâlâ sürdüren Arap ayaklanmalarını ele alıyor. Olayları tarihsel süreç içerisinde konumlandırırken, isyanları yerinde takip etmiş bir gazeteci kimliğiyle, objektif ve meydanların "ruh"unu gözden kaçırmayan bir üslupla yaşananları özetliyor, sentezliyor ve yorumluyor. Dahası, ilgisini ayaklanmaların "ürettiği" sonuçlara kadar da yayıyor: Futboldan, müzikten, sosyal medyadan, sokaklardan, gündelik hayattan örnekler sunuyor.

"Arap Baharı" tanımlamasını reddeden Çubukçu, yaşananları bölgenin iç dinamikleri çerçevesinde açıklama gayretinde. Ayrıca dış müdahaleleri ve uluslararası konjonktürü de bakış açısına dahil ederek ayaklanmaların nedenlerine, sonuçlarına ve bu süreçte yaşananlara odaklanıyor.

Serkan Yorgancılar, Cumhuriyet İslamcılığının Seyri, İslamcılık Yazıları, Otorite Yayınları, 2012

İslamcılık ve İslamcılar üzerine yapılan tartışmalar bitmek bilmiyor. Hem dünya ölçeğinde hem de Türkiye ölçeğinde İslamcılık üzerine tartışmalar ve kafa karışıklığı uzunca bir süre daha devam edeceğe benziyor. Dünya sisteminde meydana gelen dalgalanmalar coğrafyamızda da etkilerini gösteriyor ve Türkiye’de bütün siyasi aktörlerin ve söylemlerin bir biçimde değiştiği/değiştirildiği bu süreçte İslamcılar da bazen kendi tercihleri doğrultusunda değişim geçiriyorlar bazen de koşulların zorlaması sonucunda bir değişime maruz kalıyorlar. Değişim kavramı ise çoğu zaman hareketin aktörleri tarafından yönlendirilemediği durumlarda İslamcılığa inananlar açısından ciddi tehditler üretiyor.

Yorgancılar bu kitabında bazı isimler ve temalar üzerinden Türkiye İslamcılığını ele alıyor.

Selçuk Küpçük, Yüzleşmenin Kişisel Tarihi, (Mito-politik Söylemden Ağıdı Yakılmamış Çocuklara), Granada Kitap, 2012.

Yüzleşmenin Kişisel Tarihi, 1970’lerden bugüne uzanıp, Türkiye’nin yakın dönem siyasal ve sosyolojik olayları merkezinde önemli yer kaplayan Ülkücü hareketin, kendisi üzerine düşünme pratiğini hızlandırmayı amaçlayan bir çalışma. Yazarın içeriden geliştirdiği eleştirel zihin, kitabı bu anlamda mevcut yayınlardan ayrıştırıyor.

Bir kırılma noktası olarak beliren 12 Eylül darbesi ile devlet ve aygıtlarına yönelik kurguladığı mito-politik argümanlar, mensuplarının maruz kaldığı ağır işkenceler, verdiği idamlar karşısında hareketin geliştirdiği pozisyonların çözümlenip, eleştiriye tabi tutulduğu kitap salt Ülkücü yapıyı değil, zaman zaman karşılaştırmalı bir politik okuma ile Türk Solunu sorgulaması açısından da önemli.

Darbe sonrasında hapishanedeki bir grup Ülkücünün çıkarmaya başladığı "Bizim Dergâh" dergisi izleğinden hareketle, ideolojik söylemin İslamcı düşünce ile kurmaya çalıştığı irtibatı ve sonrasında kendilerini Muhsin Yazıcıoğlu ile beraber ortodoks Ülkücülükten kopma noktasına getiren teorik ayrışımdan, 28 Şubat ve ardıllarındaki siyasal operasyonlara kadar ortaya koydukları tutumu Yüzleşmenin Kişisel Tarihi üzerinden anlamak mümkün. Ayrıca 70’li yılları belirlemiş en önemli iddialardan birisi olan "Esir Türk İlleri Kurtulacak!" retoriği ile şekillenen ütopik ruhun, 1980 sonrası nasıl geri çekildiğini, 90’lardan itibaren Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine eğitimden insani yardıma kadar ilgi göstermeye başlamış dini cemaat ve sivil toplum örgütlerine ilişkin ortodoks Ülkücülüğün neden gerilimli bir bilinç taşıdığını da.

Bütün bu metinler boyunca yazarın çocukluk ve gençlik dilimini içerisine alan ve kişisel tarihi açısından tanıklık ettiği ya da bizatihi kendisinin birey olarak yer aldığı olayları okur ile paylaşması, kuramsal anlatıya farklı boyutlar katıyor.

Hakan Reyhan, Attila İlhanın Siyasal Düşüncesi, Türkiye’de Ulusalcılığın Kökenleri, Phoenix Yayınevi, 2012.

Türk siyasal/düşünce hayatındaki temel tartışmalar çerçevesinde Kemalizm, Atatürkçülük, ulusalcılık, sosyalizm, ulusal sol, milliyetçilik, Türk-İslam sentezi, Batıcılık, laiklik, çağdaşlaşma, Avrasyacılık gibi kavramları ele alırken, bu kavramlar üzerinde düşünce üretip çözümleme yaparken herhalde Attilâ İlhana gönderme yapmamak mümkün veya uygun değildir. Elbette Attilâ İlhan, sosyal bilimci değil, edebiyatçıdır. Ancak onu çoğu edebiyatçıdan ayıran bir özelliği edebi eserleri dışında kültür dünyasında sözü dinlenen, etkili bir mütefekkir de oluşudur. Onu edebiyatçıların çoğundan ayıran ikinci bir özelliği ise düşüncelerinin siyaset dünyasında belirleyici olan bazı siyasi akımları etkilemesi, bazı siyasi akımların fikir önderi olabilmesidir. Attila İlhan bu özelliğiyle bizzat sosyal bilim konusu olmayı hak etmektedir. Bu kitap öncelikle böyle bir amaçla yazılmıştır. Türkiyede yeni bir siyasi akım olarak son yıllarda gelişen ulusalcılığın orijinal köklerini Attilâ İlhanın siyasal düşüncesinde bulmak mümkündür. Ancak ne yazık ki, onun ölümünden sonra (2005) güncel siyasette belki en çok tartışılan (yeni) siyasi akım olan ulusalcılık ile Attilâ İlhan arasında genellikle bir bağlantı kurulmamış ve ortaya Attilâ İlhanın siyasal düşüncesi ile tamamen zıt bir yüzeysel ulusalcılık kavramı çıkmıştır. Ayrıca bu nedenle kitap, Attilâ İlhanın siyasal düşüncesini ele alırken ulusalcılık fikrinin de -güncel siyasetteki ulusalcılık algısından oldukça farklı olan- asıl kaynağını gündeme getirmeyi ve bu konudaki tartışmalara bir katkı yapmayı amaçlamaktadır.

Richard van Leeuwen, Bir Osmanlı Şehri Şam, Küre Yayınları, 2012

Osmanlı şehirlerinin gerek ayrı ayrı, gerekse de birbirleriyle ilişkileri çerçevesinde tarihlerinin yeterince çalışıldığını söylemek pek de kolay değildir. Çağdaş şehir tarihi yazımının imkanları, çeşitli kaynakların birarada kullanılması ve mukayeseli çalışmalar ile bu yetersizliğin aşılması elzemdir. Böyle bir amaçla hazırlanan Şehir Tarihi serisi, dizinin bu ikinci kitabında Osmanlı Şamına odaklanıyor.

Richard van Leeuwen, Şamın şehir yapısının gelişiminde vakıfların işlevini, M. Foucault ve P. Bourdieunun iktidar, alan ve habitus gibi kavramları çerçevesinde ele alıyor. Yazar; Şamı, şehrin tanımı, iç dinamikleri, aktörleri, mekanın simgesel, sanatsal ve işlevsel organizasyonu, İstanbul ile ilişkiler ve Osmanlılaştırılma gibi mikro-makro konular arasında gidiş gelişlerle anlamaya çalışıyor. Osmanlı arşiv kaynaklarına ilaveten fıkıh metinlerini de kullanan eser, daha ileri çalışmalara kapı aralıyor.

İsmet Özel, Bir Akşam Gezintisi Değil Bir İstiklâl Yürüyüşü 1, Tiyo Yayınevi, 2012

İsmet Özelin, Genel Başkanı olduğu İstiklâl Marşı Derneğinde Temmuz 2007 itibariyle yaptığı İstiklâl Yürüyüşü serlevhalı konuşmalarının ilk bölümün derlenip, Bir Akşam Gezintisi Değil, Bir İstiklâl Yürüyüşü adlı kitap oluşturulmuştur. Günümüzde neler olup bittiğinin, dünya sisteminin nemenem bir şey olduğunun, İstiklâl Marşı Derneğinin niçin kurulduğunun, kısacası bugün Türkiyede ve dünyada nasıl işler döndüğünün anlaşılmasına bu kitabın çok faydası olacaktır. Kitabın arka kapağında şunlar yazılıdır:

"Bugün dünyada bütün insanlar için iki şahsiyet yolu açıktır: Ya Amerikalı olacaklar, ya Türk

olacaklar; üçüncü bir yol yok. Şimdi bunların tercih konusu olmadığını, bizim de tüm hayvan ve bitkiler gibi türümüzle doğduğumuzu kabul eden zavallılar var; böyle bir şey yok. Yani maydanoz, topraktan maydanoz olarak çıkar ve tüm ömrünü maydanoz olarak geçirir. Bu sadece insanlar için geçerli olmayan bir şeydir. İnsanlar dünyaya fıtrat üzere gelirler, şahsiyetlerini getirmezler dünyaya, hüviyetlerini de getirmezler; dünyada kazanırlar ya da kazanmazlar. »

Dücane Cündioğlu, Sanat ve Felsefe, Sinema ve Felsefe, Mimarlık ve Felsefe, Kapı Yayınları, 2012

Dücane Cündioğlu okurlarının uzun zamandır merakla beklediği seri nihayet yayımlandı.

üçleme olarak okuyuculara sunulan Sanat ve Felsefe, Sinema ve Felsefe, Mimarlık ve Felsefe adlı  seri çok konuşulacak, tartışılacak. Kitapların tanıtım bülteni ve kitapları değerlendiren/tanıtan ilk yazı "postmodern" zamanlarda yaşadığımızın bir göstergesi olarak okunabilir.



Taylan Aytuğ, Son Bakışta Sanat, Yapı Kredi Yayınları, 2012

Sanatın ve sanat eserlerinin hayatımızda ne kadar yeri var? Sanata nasıl bakıyoruz? Sanat bizim için ne ifade ediyor? Ya da ediyor mu? Bu sorulara yanıt vermeden önce şöyle bir düşünelim. Kendimizle, iç dünyamızla olan bütünlüğümüzü kaybettikçe aklımız da duyular dünyasına yabancılaşmaya başlamıyor mu? Maddi sınırlar içine sıkışıp kalan aklımız, nedensel bağlardan uzaklaşıp bizi ne kadar zenginleştirebiliyor?Görünen o ki doğadan kopan insana akıl şekil vermeye başladıkça duyular köreliyor. Akıl her şeyi belirler olduğunda bilgi, bilim de uzmanlaşarak bütünselliğini yitiriyor. Uzmanlaşan insan da bütünsel bakış geliştirmekten uzaklaşıyor. Bir alanda uzmanlaşırken birçok alandaki yetilerimiz körelmeye başlıyor. Ve ne yazık ki gelişmenin yegâne yolu da bu olarak görülüyor. Dolayısıyla çoğumuz için biçim içerikten daha önemli bir hale geliyor. Çünkü akıl biçimi meşrulaştırıyor içeriği değil. İşte tam da bu noktada, bu kısırdöngüden çıkabilmek için yukarıdaki soruları sormak önem kazanıyor.

Taylan Altuğ, kitabın adına Son Bakışta Sanat demiş. Buradaki Son Bakış, kendi ifadesiyle ilk elde, felsefi estetiğin sanata ve sanat eserlerine bakışını ima ediyor. Yazar, felsefi estetiğin sonda gelen, sonradan gelen bir son-görü olarak, sanatla olan zorunlu bağına, etkileşimine ve karşılıklı bağımlılığına bir telmihte bulunuyor; bunu yaparken zamanımızda salt duyumda duyulara hoş gelen şeyle eyleşip duran postmodern yüzey estetiği içinde ölüp gitmekte olan sanatın yeniden kazanılıp kazanılamayacağını irdeliyor. Bir umut arayışının: Felsefi estetik çerçevesinde, sanatın bir şeyi ifade ederken aynı zamanda onu gizleyen özelliğinin peşine düşüyor.

Ali Emre, Dünyaya Dağılan, Okur Kitaplığı, 2012

Ali Emre, Kıyamet Mevsimleri ile başlayan; zaman zaman bireysel, toplumcu ama her zaman insansal olan şiir ırmağı kaynağını hiç kurutmaz, suyunu daha da çoğaltarak, yatağını genişleterek akar.

Mutlu ölüm yoktur o yüzden gövdeyi sağır eden bir kin varsa

Geyiklerden, yılışık konçertolardan, borsalardan kaçıp

Ekmeği tuzla tartmaya alışmışsa insan

Birikmişse kırbasında sözün öfkesi

Gidip o mübarek kana dokunmak ister

O çocuklara, o babalara bakmak ister Tanrının avlularından.

Bir rövanş bekler, yeni bir raunt, bir yekinme daha

Puştluğun ümüğüne basmak ister

Yezitliğin kuyruğuna.

Mustafa Doğan Karacoşkun, Erich Fromm ve Din Tanrısız Bir Dindarın Hümanistik Din Anlayışı, İz Yayıncılık, 2012

Modern anlayışlara her zaman mesafeli olan Erich Fromm, psikanaliz ve genel düşünce tarihinde Batının önemli isimlerinden biri olarak yerini almıştır. Öyle ki, ABDnin en popüler yazarları arasında ön sıralarda bulunmaktadır. Bu popülarite sadece ABD ile sınırlı değildir. Fromm, Avrupa ve dünyanın pek çok yerinde benzer bir ilgi ile okunan isimler arasında önemli bir yere sahiptir. Bu tanınmışlık ülkemiz için de geçerlidir. Ortaya koyduğu psikolojik, sosyolojik, felsefî, dinî ve tarihî görüşleriyle, hemen hemen sosyal bilimlerin pek çok alanında ilgi ile takip edilen bir isimdir. Yazdığı metinlerde anlatımının son derece akıcı olması, kolay ve anlaşılır bir üslûp içermesi, Frommun geniş kitleler tarafından tanınıp okunmasında etkili olmuş özellikleridir. Ayrıca üzerinde durduğu insanın yalnızlaşması, robotlaşması ve değerlerinden uzaklaşması gibi konular, hızlı değişimler yaşayan günümüz insanının hislerine tercüman olma niteliğinde gözükmektedir. Dolayısıyla bunlar da ona ve eserlerine olan ilgiyi arttıran etkiler arasındadır. Ülkemizde gerek akademisyen, gerekse başka çevrelerden Fromm okuru olan geniş bir kitlenin, onun insan ve dine ilişkin yaklaşımlarını bir arada bulabilecekleri bu eser, bir ihtiyacı giderirse yazar ve yayıncısını bahtiyar edecektir.

Susan Buck-Morss, Hegel, Haiti ve Evrensel Tarih, Metis Yayıncılık, 2012

Dünyanın önde gelen Benjamin yorumcularından Buck-Morss bu kitabında da "tarihin enkazından" özgürleştirici unsurlar çekip çıkarmaya devam ediyor. "Dünya tarihinde belirleyici bir uğrak" olduğu halde ısrarla unutulmuş olan Haiti devrimi ile Hegel’in ünlü efendi-köle diyalektiği kavrayışı arasındaki bağların izini sürüyor ve tarihsel tahayyülün ufkunu genişletiyor.

Kitabın ilk kısmını oluşturan ve "bir polisiye gibi yazılmış" olan "Hegel ve Haiti" yazısı, makale olarak yayınlandığı 2000 yılından itibaren sayısız tartışmaya ve ihtilafa konu oldu. Çeşitli disiplinlerden alınan tarihsel fragmanlardan inşa edilen ve getirilen eleştirilere de kısmen cevap veren "Evrensel Tarih" makalesi ise Avrupa Aydınlanmasının tarihsel özgürlük projesi üzerindeki tekelini reddeden evrensel sıfatına layık başka bir tarihin imkânlarını araştırıyor.

Erdem Sönmez, Ahmed Rıza, Bir Jön Türk Liderinin Siyasi-Entelektüel Portresi , Tarih Vakfı Yurt yayınları, 2012

On dokuzuncu yüzyılın meşrutiyetçi hareketlerinin önde gelen isimleri arasında diğerlerinden belirgin şekilde ayrılan bir isim vardır: Namık Kemalden 18 yaş küçük, Enver Paşadan 23 yaş büyük olan bu isim, Yeni Osmanlılar ile ittihatçılar arasındaki Jön Türk kuşağının en önemli mensuplarından biri olan Ahmed Rızadır.

Yeni Osmanlıların siyasal tasarılarının sonraki kuşaktaki taşıyıcısı olan Jön Türk hareketinin birçok bakımdan baş ideoloğu olması ve mutlakıyetçi II. Abdülhamid idaresine karşı verdiği uzun soluklu mücadele, yaşamı boyunca adıyla birlikte anılacak büyük bir saygınlık ve ünü de beraberinde getirmiştir. I. Jön Türk  Kongresinde iki ana gruptan birinin lideri pozisyonundadır. Meşrutiyetin ilanından sonra ise yapılan törenlerde hürriyetçilerin babası olarak karşılanır. Hayatının belirli dönemlerinde görüş ayrılıkları nedeniyle geri çekilen ya da yer yer siyaseten etkisiz bırakılan Ahmed Rızanın yaşamı meşrutiyet hareketinin erken ve geç dönemlerinden izler taşıması açısından da önemlidir. Erdem Sönmezin elinizdeki çalışması, son yıllarda farklı bakış açılarından kaynaklanan eleştirilere de maruz bırakılan Ahmed Rızayı hayatı ve düşüncelerinden yola çıkarak ele alırken, çoğu tek yönlü olan bu eleştirilere yönelik farklı bir tarihsel bağlam ve bakış açısı öneriyor.

Can Dündar, Birand Bir Ömür Ardına Bakmadan, Can Yayınları, 2012

32. Günle, yaklaşık otuz senedir siyasetin nabzını tutan, yazdığı kitaplarla, çektiği belgesellerle yakın tarihin bazı yönlerine ayna tutan Birand, Abullah Öcalan ve M. Ali Ağca’yla; Thatcher, Mitterrand, Arafat gibi yaşadıkları döneme damgasını vurmuş politikacılarla röportajlar yaptı.

Haber programları, otuz beş yılı bulan köşe yazarlığı, araştırmalar… Kitabı, sadece her gece ekrandan evlere  konuk olan  bir ismin bilinmeyen dünyasını ele veren bir biyografi olarak değil, aynı zamanda zorluklar içinde yetişen bir insanın hayatla baş etme, zirveye yürüme yolculuğu ve Türkiye’de gazetecilik kılavuzu olarak da ibretle  okunmasını uman Can Dündar’ın bu çalışmasının satır araları oldukça önemli.

Alberto Fabio Ambrosio, Dervişler, Tarihi, Antropolojisi, Mistik Yönü, Kabalcı Yayınevi, 2012

Fr. Dr. Alberto Fabio Ambrosio, İstanbulda yaşayan, Domeniken tarikatına bağlı bir Katolik din adamıdır ve Osmanlı Sufilik Tarihi uzmanıdır. DOSTI isimli bir Domeniken Eğitim Enstitüsünün aktif üyesidir. Aynı zamanda Papalığa ait olan Gregoriana Üniversitesine bağlı Emilia Romagna İlahiyat Fakültesinin öğretim elemanları arasında yer almaktadır. Pariste bulunan Sosyal Bilimler Yüksek Çalışmalar Okulunun Osmanlı Tarihi Araştırmalar Kurulunun (CETOBAC EHESS – Parigi) ve İstanbulda bulunan Anadolu Çalışmaları Fransız Enstitüsünün (IFEA) üyesidir.

Dervişler kimlerdir? Neden ibadetleri UNESCO tarafından dünya mirası olarak ilan edilmiştir? Neden Avrupa ve Kuzey Amerika’da Mevlevi cemaati bu kadar derin ilgi uyandırmıştır? Bu cemaatin esinlendiği, İslam’ın en tanınan mistik şairi olan Mevlana Celaleddin Rumi’nin hayatı, yapıtları ve fikirleri, bu kitapta tarih, antropoloji ve seyr-i sülûk açısından ele alınıyor. Dervişlerin eğitimlerine de değinen bu kitap ile okuyucu, cemaatin  kültürü ile karşılaşacak ve "Sema" denilen ünlü  "ibadet" hakkında bilgi sahibi olacak.

Gül Yaşartürk, Türk Sinemasında Rumlar, Eleni, Niko ve Yorgo, Agora Kitaplığı, 2012

Eleni, Niko, Maria, Yorgo: Türk Sinemasında Rumlar başlıklı bu kitap, 1990 sonrası sinemasında, karşımıza çıkan Rum karakterlerin hangi temalarla ilişkilendirildiklerini araştırarak, söz konusu temsillerin günümüz Rum cemaatiyle ilişkisini ortaya koymayı amaçlamaktadır…

 

Dünya Bülteni