İşgalciler, Gemiler ve Korsanlar

Kitap
Kaya Genç Ifpo’da (Institut français du Proche-Orient, yani Fransız Yakındoğu Enstitüsü) siyaset bilimi bölümünde doktora öğrencisi olan Thomas Sommer-Houdville, Suriye’deki Iraklı mülteci...
EMOJİLE

Kaya Genç

Ifpo’da (Institut français du Proche-Orient, yani Fransız Yakındoğu Enstitüsü) siyaset bilimi bölümünde doktora öğrencisi olan Thomas Sommer-Houdville, Suriye’deki Iraklı mültecilerin toplumsal ilişkileri ve temsilleri üzerine bir tez yazarken bir yandan da farklı coğrafyalardaki aktivizm biçimlerine ilgi duyan genç bir araştırmacı. 2009 yılının son günlerinde Kahire’de başlayan ‘Gazze Filosu: Uluslararası Dayanışma, Devlet Korsanlığı’ kitabı şehrin ana meydanının yakınında terk edilmiş bir park yerinde yavaş yavaş biriken bir kalabalığı tarif ediyor. Her biri yabancı olan figürler “Noel’de Mısır’ı ziyaret eden turistlere pek benzemiyorlar”; ne de olsa ellerinde flamalarla ilerleyen bu insanlar Kahire’de bir araya gelip Gazze’ye giden binlerce eylemci arasında yer alıyor. Sommer-Houdeville’in kitabı, işte bu eylemcilerin başlattıkları örgütlü bir kampanyayla söze başlayıp geçen yıl 31 Mayıs sabahı uluslararası sularda Gazze Limanı’na ulaşmak üzere yola çıkmış yardım filosunun İsrail ordusu tarafından uğradığı saldırının birinci elden bir tanıklığını içeriyor. Ancak çantasında Edward Said’in Şarkiyatçılık kitabıyla uzun bir maceraya atılan genç araştırmacının aklı başka mevzularla, uygarlıklar çatışması olarak kodlanan askeri-kültürel karşıtlıkların yeni bir eleştirisini yapabilmenin sorunlarıyla da meşgul. Tanıklık ettiğimiz yaşantıları, onun egemen devletler, uluslararası hukuk ve yasallığın çerçevesini yeniden düşünmesinin de yolunu açıyor.

Hintli bir yazar ve Yunanlı bir organizatörle Atina’da buluşmak üzere sözleşiyorlar. Nisan 2010’da Atina’daki buluşmalarının arkaplanında Papandreu hükümetinin IMF ve Avrupa Birliği’nin girişimleriyle uyguladığı kemer sıkma politikaları var. Bu politikalar memur maaşlarının düşürülmesi, emeklilik maaşlarının yüzde 10 indirilmesi, emeklilik yaşının uzatılması, yakıt vergisinin artırılmasını da içeren acı bir reçete oluşturuyor. Ama bir yandan da “Mart ayından beri, hükümetin ihanetine ve bankaların açgözlülüğüne karşı yapılan gösteriler gittikçe daha büyük kalabalıkları bir araya getiriyor. Bu koşullarda Yunanlı dostlarımız Gazze’ye bir yük gemisi göndermenin gerektirdiği müthiş dayanışma çabasını nasıl sonuna erdirebilecekler?” Kıta Avrupası’nda sosyal devlet geleneğine yönelik yoğun saldırıların Filistin meselesini gölgede bırakmasına yönelik korku, gerçekte iki sorunun içiçeliğine de işaret ediyor. Nihayetinde özelleştirilmiş, mülkiyet yoluyla zapturapt altına alınmış toprakların kamulaştırılması (veya asıl egemen görüşe göre, ona gerçekte sahip olan halkın mülkiyetine geri verilmesi) Gazze’de yaşananların temelinde yer alan bir sorun. Sommer-Houdville Atina’da bu tartışmalar eşliğinde Özgür Gazze Hareketi’nin yönetim kurulu üyesi olan Vangelis’le şehrin özgürlükçü Politeknik Üniversitesi’nin çevresinde buluşarak düzenlenen toplantılara katılıyor. Burada Yunanistan’daki Filistin diasporasının üyeleri, eski bir Filistin elçisi, sendika ve siyasi parti üyelerini bir araya getiren görüşmeler esnasında bir dostu ona “Ne işin var burada? Peki tez ne âlemde?” diye sorunca Sommer-Houdville, arkadaşının Zürih’te antropoloji dersi verdiğini söyleyip ekliyor: “Ve aynı benim gibi, başının belası tezini yazmak yerine böyle yerlerde dolaşıyor.”

Toplantılarda Gazze’ye gemi gönderme, ambargoyu aşarak Liman’a erzak ulaştırma planları yapılıyor, pek çok Avrupalı örgüt de projenin içinde yer alıyor. “Bunlardan biri de bir Türk sivil toplum kuruluşu: İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH). Vakıf, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nin özel danışmanlığı statüsünü elde etmiş… İHH Türkiye’de Mavi Marmara adında kocaman bir gemi bulmuştu ve başka STK’larla müşterek çalışarak iki tane daha yük gemisi ayarlayacaktı. Yaklaşık 10 bin tonluk kargoyla dört yük gemisi ve yaklaşık yedi yüz kişi kapasiteli dört yolcu gemisi olacaktı. Türkler hepimizden öndeydi çünkü bütün gemileri bulmuşlardı bile.” Burada özellikle iktidardaki AKP hükümetinin Gazze’ye gidecek yardım filosunu ne ölçüde destekleyeceğinin merak konusu oluşuna tanıklık etmek ilgi çekici. Kampanyanın örgütleyicilerinden bazıları İHH’nin İstanbul’da, hükümete çok yakın, hatta ‘doğrudan Türk hükümetine bağlı’ bir örgüt olduğu varsayımından hareketle Türkiye’nin Dışişleri’nin desteğini cepte görürken, kimileri bu inanca şüpheyle yaklaşıyor.

Sonunda patlıyoruz

Mayıs ayının son haftasında Sophia, Sfendoni, Mavi Marmara gibi isimlere sahip olan gemiler farklı limanlardan harekete geçerek önceden koordine edilmiş bir biçimde yollara düşüyor. Bu bölümde kitabın ve yazarının, bir Robert Louis Stevenson romanını akla getiren denizcilik maceraları da başlamış oluyor (ileride “korsan” İsrail komandolarının saldırı bölümleri ‘Define Adası’ndan çıkmış ayrıntılarla tasvir ediliyor, kitabın bölümlerinden biri olan ‘Adam Kaçırma’nın adı da bir başka Stevenson romanını, ‘Kidnapped’i anımsatıyor). Araştırmacı, yolculuğun başlangıcını mutlulukla aktarıyor: “Mürettebattan olan Spiros palamarı atıyor ve yavaş yavaş limandan çıkıyoruz. Saat öğleden sonra üç, herkes susmuş birbirine bakıyor. Bunca ay bu kadar mücadele ve çabadan sonra inanmak zor. Sonunda patlıyoruz, herkes birbirini tebrik ediyor, sevinçten uçuyoruz. Gerçekten Gazze’ye doğru gidiyoruz!” Gemide bulunan, yirmi farklı milletten gelen elli küsur yolcuyla tanışıyorlar; ayrıca Almanya’dan gelen Euronews ve Lübnan’dan gelen El-Cezire çalışanları da gemide söyleşiler yapıp Gazze Limanı’na yapılacak yolculuğa birinci elden tanıklık etmek üzere güvertede buluşuyor. Kamaraların hamam gibi sıcak olduğunu, bol bol sigara içildiğini, özellikle Yunanlı eylemcilerin çok eğlendiklerini ve canlı yayın yapmak üzere gemiye yerleştirdikleri web kamerasının önündeki ilk görüntülerini nasıl bir tiyatro oyunu gibi sahnelediklerini okuyoruz. Geminin güvertesinde saksofon çalan biri var, jazz şarkılarından sonra Enternasyonal’e geçiyor. Bu arada pek çok kişinin ortak faydalandığı internete bağlı bilgisayarlarda eylemciler ve gazeteciler sevdiklerine ve editörlerine e-posta’lar gönderiyorlar. Rodos’a varıyor, Fransız gazetecilere yolculuğun seyri ve amaçları üzerine söyleşiler veriyorlar.

İsrail’in, karanlık denizde seyreden bir İsrail askeri gemisinin kendilerine yönelik bakışı içlerini ürpertiyor. Sulara gömülmekten, bir torpidoyla ölümü tatmaktan, sevdiklerini bir daha görememekten korkuyorlar. Nitekim uykuya dalan anlatıcı sabah gözlerini açtığında bir fincan kahve eşliğinde, pusun içinde savaş gemilerinin soluk ışıklarını görüyor. “Direğe çıkıyorum, geminin radarına, oradan daha iyi görünüyor. Her yerdeler. Her iki tarafımızda, önümüzde, arkamızda…” Saat 4’de Mavi Marmara’nın yardım çağrısını duyuyorlar. Pusun içinde daha iyi görmek için gözlerini kısarak bakıyorlar ve nihayet görüyorlar: “Gözlerime inanamıyorum. En az beş savaş gemisi, savaş helikopterleri, komandolarla dolu Zodyaklar. Bir yandan attıkları bombaların gürültüsü altında, gözü dönmüş arılar gibi etrafımızda dönüp durduklarını görüyoruz. Fenerlerimizi gemimizin yanından geçen Zodyaklara doğru çeviriyoruz. Uluslararası sularda olduğumuzu haykırıyoruz! Korsansınız diyoruz! Ama tabii bir işe yaramıyor.”

Sonrasında yaşananları televizyon görüntülerinden ve gazetelerdeki anlatımlardan gayet iyi biliyoruz. İşgalci olarak adlandırılan, işgalci olarak adlandırdığını işgal ediyor. Güverteye çıkan İsrailli komandolar, silahları, gözaltına alınan eylemciler, götürüldükleri yerlerde tabi tutuldukları muamele, nihayetinde özgürlüğe kavuşmaları… Tanıdık bir özgürlük arayışı, hapsedilme ve özgürlüğe dönüş öyküsü. Şu anda ve o zamanda, burada ve orada tekrarlanan bir model: Belli ki kahramanlarla korsanların savaşları, bu savaş bitene ve toprakların mülkiyeti ortadan kalkana, korsanlık yapan devletler kadar mülkiyet savaşçısı korsanlık anlayışının kendisi de geçmişte kalıp unutuluncaya kadar, devam ederek kendisini tekrar edecek. [Radikal]