Geçmişi farklı yaşamak

Kitap
Haldun Hürel’in ‘Burası İstanbul ’unu (Kapı Yayınları) tadını çıkara çıkara okuyorum. Öyle anlaşılıyor ki, Haldun Hürel İstanbul ’da gezilmedik, yazılmadık köşe bırakmayacak. G...
EMOJİLE

Haldun Hürel’in ‘Burası İstanbul ’unu (Kapı Yayınları) tadını çıkara çıkara okuyorum. Öyle anlaşılıyor ki, Haldun Hürel İstanbul ’da gezilmedik, yazılmadık köşe bırakmayacak. Geziye, yazıya bir de yazıklanışı eklemek gerekir belki de. Haldun Hürel imzalı ‘Burası İstanbul ’ âdeta yazıklanışlar toplamı.
Geçmişi yaşamak ve yaşatmak isteyen yazar, ziyan edilmiş nice tarihî eserle, yapıyla yüz yüze geldikçe yazıklanmadan edemiyor. İstanbulsever okurun da yüreğini burkuyor.
 

Dün Haldun beyle Küçükyalı’daydım, yani ‘Burası İstanbul ’un sayfalarında… Oysa hatırladığım Küçükyalı, 1950’ler, 1960’lar İstanbul ’unda sönük bir semtti. Hürel’in Satiros Manastırı’yla bezenmiş Küçükyalısı’ndan haberimiz bile yoktu.
 

Suadiye, Caddebostan, Bostancı derken Kadıköyü’nün görkemli yazlık semtleri biter, daha alçakgönüllü, daha az uğranılan yarı yazlık, yarı kışlık semtleri başlardı. Küçükyalı onlar arasındaydı.
Küçükyalı’ya arada bir niye giderdik, unutmuşum. Ola ki tanışlarımız oturuyordu, o günlerin söyleyişiyle “aile dostları”mız. Ben biraz sıkıcı bulurdum Küçükyalı’yı. Bakın neleri unutmuşum, gözden kaçırmışım:
“Geçmişin izlerini sürerken, yolumuz Bostancı’nın ötesindeki Küçükyalı yerleşimine düşüyor.
Bu semt, yanı başındaki Süreyya Plajı ile birlikte Kadıköy yakasının en gözde sayfiye yerlerindendi yakın zamana dek.”
 

İşte Süreyya Plajı’nı unutmuşum! Oysa girişindeki tuhaf kabartmalardan deniz ortasındaki Bakireler Mabide’ne, bu plaj, İstanbul ’un ilk dönem Cumhuriyet anıtlarından biriydi. Anıt diyorum, başka bir sözcükle tanımlamak zor. O Bakireler Mabedi kayalar üstünde bir Hollywood filminin karesi gibi yükselirdi. Zaten plajın kurucusu Süreyya Paşa da sinema esinli olduğunu söylüyor.
Bizimkiler, aileden kişiler 1940’lı yıllarda Süreyya Plajı’nda “mehtap âlemleri” düzenlendiğini sık sık anlatırlardı. Ses sanatkârları, tiyatro sanatkârları, saz, caz , varyete hepsi bir aradaymış. Lâle Devri’nin görüntülerinden operaya, operetlere ne arar ne umarsanız…
Oysa Haldun Hürel, Küçükyalı’nın içlerine yol alıyor. Şimdiye kadar farkında bile olmadığım bir mimari eserden söz açıyor:
 

“Henüz yeri saptanamayan Byrias Sarayı’na ait ve bu yapı grubunun ana mekânını oluşturan ‘Satiros Manastır Kompleksi’, günümüz İstanbul ’unda ayakta duran, anıtsal büyüklükteki en önemli Doğu Roma (Bizans) yapılarından biridir. Görünüşü gerçekten de heyecan vericidir.”
Görünüşü heyecan verici ama, Haldun Hürel anlatıyor, Satiros Manastırı çukurda kalmış. Yazarın değerli çizimlerinden bu çukurda kalışı ayrıca izleyebiliyoruz. Geçmişte, benim Küçükyalı günlerinde ne durumdaydı? Oralarda Bizans’tan bir yapının varlığını bilen yoktu herhalde. Zaten ne Bizans, ne Osmanlı kimsenin umurunda değildi.
 

“Galerinin içi şimdi” diye anlatıyor Hürel, yabani bitkilerle, otlarla dolu. Tabii her zaman görmeye alışık olduğumuz çöplerle de!” İlâhi Haldun bey, çöplersiz hiç olabilir mi?
Yazar bizi Küçükyalı’ya çağırıyor, Satiros Manastırı’nın kalıntılarını mutlaka görmemizi salık veriyor. Pişman olmayacaksınız, zahmetinize değecek diyor…
 

‘Burası İstanbul ’ –bir bakıma- farklı bir İstanbul rehberi. Göz önünde olanları değil, gözden kaçırdıklarımızı taş taş, ören ören dile getiriyor. Köşe bucakta gözden kaçırdıklarımız sayılamayacak kadar çok.
277. sayfada ‘Bizanslı Ahmed’ karşıma çıktı. Dolmabahçe Sarayı’nın –neredeyse hemen her gün önünden geçtiğim- Camlı Köşk’ünün bahçesinde! Onuncu yüzyıldan bugüne gelen bir öykü. Gerçekliği önemli değil, destansılığı çarpıcı.
Dediğim gibi, tadını çıkara çıkara okuyorum ‘Burası İstanbul ’u.

Gündeş öneriler:
‘Acı Düşler Bulvarı’, Cumhur Orancı, Ayrıntı Yayınları, 2012.
(“On yıl önce işlenmiş bir cinayet”, belki her gün işleniyor…)

Selim İleri
Radikal