Burma Günleri’nden Arakan’a…

Kitap
İngiliz romancı George Orwell’ın sömürge memuru olarak görev yaptığı günlerin izlenimleriyle kaleme aldığı ve 1934’te yayımlanan "Burma Günleri", okuru Myanmar’da bugün yaş...
EMOJİLE

İngiliz romancı George Orwell’ın sömürge memuru olarak görev yaptığı günlerin izlenimleriyle kaleme aldığı ve 1934’te yayımlanan "Burma Günleri", okuru Myanmar’da bugün yaşananların uzak ve derin köklerini düşünmeye götürüyor.

Bugünlerde Arakan’da Müslümanların yaşadığı dram, gözleri bir anda eski adı Burma olan Myanmar’a çevirdi. İngiliz romancı George Orwell’ın sömürge memuru olarak görev yaptığı günlerin izlenimleriyle kaleme aldığı ve 1934’te yayımlanan "Burma Günleri", okuru Myanmar’da bugün yaşananların uzak ve derin köklerini düşünmeye götürüyor.

Kalbin uzlet burcuna çekildiği, neye baksanız şefkat, neye dokunsanız rahmet olan günlerde; uzaklarda, çok uzaklarda yağmur damlalarının baharat kokularıyla ağırlaştığı bir yerde yani Burma’da, Arakanlı Müslümanlar için yer demir gök bakırdı. Meğer dünya, ona sırtını dönmekle arkada kalmıyormuş! O uzak beldeden gelen görüntüler, kan topakları gibi kalbe, kalbin en naif yerine çöküveriyordu. İşte o an istedim ki duaya açtığım elim ta bulutlara değsin, kalbimin nabzı gökkubbede duyulsun ama acıları dinsin o insanların.

Bilmediğimiz, bilemediğimiz ‘o’ yerde ‘o’ acılar hep varmış, evlerin yakılması, insanların hesapsız kitapsız öldürülmesi, yerlerin yurtların terk edilmesi… sözüm ona o hayatın bir parçasıymış. İşte böylesi bir burgaçta gördüm ki kitap, aslında ne çok hayatmış! Üzerinde çok da durmadığımız, bir sayfaya öylesine gelip kurulmuş kelimelerden, kimseye değmeden kendisini anlattığını sandığınız bir hikâyeden çatılmış bir kitap, meğer ne kadar da çok dokunurmuş hayata. Bu günlerin üzerinden, bir zımpara gibi geçip giden, tenimizi kanatmasa da çizikler içinde bırakan bir kitaptan, George Orwell’ın ‘Burma Günleri’nden bahsediyorum.

Orwell’ın anlattığı Burma, bugün dünya gündemine gelen kıyımı anlatmıyor. Ama belki de onun işaret ettiği ‘öyle anlar vardır ki kişinin bütün karakterini ele verir’ sözünün alanını biraz daha açıp, şu hüküm etrafında düşünmemize de imkân tanıyor: ‘öyle olaylar yaşanır ki bir ülkenin karakterini ortaya döküverir.’ Orwell’ın Burma’sında İngiliz sömürgeciliğinin, üzerine kurulduğu bütün değer yargılarını yozlaştırdığı, zorbalık silahıyla medenileştirdiği bir halkın hayatı anlatılır.

Orwell, büyük resmi çizerken sömürgeci İngiliz bakışını Bolşevik Flory’nin şefkatli fakat çekingen ve Ellis’ın küçümseyici, huşunetli dili üzerinden aktarır. Burmalı yerli dünyayı ise çıkarı uğruna bütün dünyayı yakacak kadar gözü kara, sinsi sulh yargıcı U Po Kyin ve İngilizlere duyduğu derin ve karşılıksız sevgiye rağmen hiçbir zaman bir beyaz saygısı, sevgisi kazanamayacak kadar siyah kalan Dr. Veraswami üzerinden çizer. Fakat resmin tamamı Ko S’la, Mr. Macgregor, Elizabeth, Lackerstenler, Maxwell gibi kahramanlar üzerinden tamamlanır. Orwell’ın Burma’sında yan yana yaşansa da asla ortak bir yaşama varmayan bir dünya vardır. Ta ki U Po Kyin’in organize ettiği suni bir kalkışmaya kadar. Polis Maxwell, tam isyancılar dağılırken silahına sarılır ve bir kişiyi öldürür. Bir zaman sonra öldürülen isyancının yakınları Maxwell’i öldürürler. Buna oldukça hışımlanan kereste tüccarı Ellis, elindeki sopayla bir Burmalı çocuğun gözünü kör eder ve o ana kadar, siyah ve beyaz dünyalar arasında asla aşılamayacak gibi görünen eşik aşılır; yüzlerce Burmalı sadece İngilizlerin kabul edildiği Avrupa Kulüp’ünün etrafını çevirip Ellis’ı ister. İsyan, Flory’nin gözü pekliği sayesinde bastırılır. Ama bunlardan sonra zaten mutsuzluğun ağır ve siyah bulutlar gibi üzerine çöktüğü Burma’da hayat daha koyu bir karanlığa bürünür.

Orwell’ın kurduğu dünyada sevilebilecek hiçbir Burmalı karakter yoktur. Kendi aralarında kurdukları iptidai ve zalim ilişkiler, hissettikleri derin aşağılık duygusu, tenezzülün sınırlarını zorlayan karanlık ve değersiz entrikalar, onları okurun gözünde sevilemeyecek kadar uzaklaştırır. Bu, Orwell’ın mı yoksa romanın sömürgeci İngiliz kahramanlarının gözü müdür bilinmez ama o gözde görülen hiçbir Burmalı sevilebilecek bir mesafede değildir. Onlara en yakın duran Bolşevik Flory bile kahramanları okura yaklaştıramaz. Orwell’ın bu tavrı Edward Said’in de gözünden kaçmaz. Said, Şarkiyatçılık’ta, Orwell’ın Marakeş’i anlatırken kullandığı dili didikler ve onun temiz sicilini tartışmaya açar. Değil mi ki , "… (Marakeş’te) yürürken insanlar arasında yürüdüğünüze inanmak güç gelir. İnsanların yüzleri kara- ne kadar da çoklar! Sahiden sizin etiniz gibi mi etleri? Adları var mı? Yoksa arılar, mercan sinekleri gibi kara malzemeden mi ibaretler?" diyen de Orwell’dır. Burma Günleri’nde de Orwell, kara insanların kimlik algılarını, kendilerini olumsuzlamaları üzerine kurar. Orwell romanda sadece üç kez, üç farklı Müslüman’ın adını anmakla yetinir.

Kitap hayli dolambaçlı ve zorlu bir yolculuktan sonra anlattığı ülkeye, Burma’ya varmıştır. Burma Günleri ilk kez 1934’te Amerika Birleşik Devletleri’nde yayımlanmış, İngiltere’de ise ancak roman ve yazarı hakkında yasal bir işlem yapılmadığı görüldükten sonra basılmıştır. Halklar da bireyler gibidir, kendilerini ilgilendirenleri en son duyarlar. Kitap, sömürgecilik dönemi sona erinceye kadar Hindistan ve Burma’da yasaklanmış ve okuyanlar hakkında yasal işlem yapılmıştır.

Orwell’ın 1900’lü yıllarda ‘yaşam bir yalana dönüyordu’ diye tanımladığı Myanmar’ı, layık görüldüğü Nobel Barış Ödülü’nü ancak 21 yıl sonra alabilen totaliter askerî yönetimin muhalif lideri Aung San Suu Kyi daha yakıcı ve sert bir dille anlatıyor, "Benim ülkemde özgürlüğü elinden alınmış, adaletin faydalarından yararlanmayanların sayısı birden fazla. Lütfen onları unutmayın ve ebedi özgürlüklerine kavuşmaları için elinizden geleni yapın." diye dünyaya sesleniyordu. Suu Kyi, Arakanlı Müslümanları kastediyor muydu bilinmez ama bugün dünyanın yardım eline belki de en çok onlar ihtiyaç duyuyor.

ZAMAN