Aşk erbabı bir zat: Fethi Gemuhluoğlu

Kitap
Dr. Mehmet Genç, Osmanlı yönetiminin kabiliyetli insanları bulup, onların kabiliyetlerini daha da geliştirmek için çok özel mekanizmalar geliştirdiğini, bu anlayış ve uygulamanın Osmanlı Devleti&rsquo...
EMOJİLE

Dr. Mehmet Genç, Osmanlı yönetiminin kabiliyetli insanları bulup, onların kabiliyetlerini daha da geliştirmek için çok özel mekanizmalar geliştirdiğini, bu anlayış ve uygulamanın Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar devam ettiğini belirttikten sonra, bu anlayışın Cumhuriyet dönemindeki tek temsilcisinin Fethi Gemuhluoğlu olduğunu söyledi.

Toplumda haset duygusunun çok yaygınlaştığına işaret eden Genç, “İnsanlara yardım etmek de vardır ama biz, düşene yardım ederiz. Birisi düşmüşse ona yardım ederiz ama bulunduğu yerden daha yukarı çıkması için yardım edildiğini hiç görmüyoruz. Fethi Bey, bunun son ve mükemmel örneğiydi. Onun ölüm yıldönümlerinde hatırlanması ve anılmasında bu vasfı algılanır ve benimsenirse bu yeter diye düşünüyorum; çünkü ben, Fethi Beyden başka, insanların bulundukları düzeyin daha üstüne çıkmaları için yardım eden hiçbir insan görmedim” diye konuştu.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü, vefatının 35. yılında Fethi Gemuhluoğlu için özel bir anma programı düzenledi.

Oturum Başkanlığını Avrupa Birliği Bakan Yardımcısı Dr. Alaattin Büyükkaya’nın yaptığı panele konuşmacı olarak Prof. Dr. Saadettin Ökten, Dr. Mehmet Genç ve İbrahim Kiras katıldı.

Dr. Alaattin Büyükkaya, panelin açılışında yaptığı konuşmada, Fethi Gemuhluoğlu’nun kendisi için değil başkaları için yaşayan insanlardan birisi olduğunu belirtti.

Daha sonra söz alan Prof. Dr. Saadettin Ökten, Fethi Gemuhluoğlu’nun bir aşk adamı olduğunu ifade ederek, bunun ne anlama geldiğinin anlaşılabilmesi bir kıssa anlattı. Kıssaya göre, vakti zamanında bir padişah, padişahın da müdebbir, müdekkik ve ehl-i irfân bir veziri varmış. Padişah, merak ettiği meseleleri bu vezirine sorarmış. O da ona bu meseleler hakkında fikrini söyler, bazen de o meseleyi birtakım örneklerle açıklığa kavuştururmuş. Bir gün padişah, vezirine akıl erbabıyla aşk erbabı arasındaki farkın ne olduğunu sormuş. Vezir de bu soruyu cevaplamak için ertesi padişahı bir yere davet edeceğini söyleyip müsaade istemiş. Ertesi gün vezir, padişahı bir saray mutfağına götürmüş ve onun bir kafesin arkasından bakarak olacakları seyretmesini istemiş. Uzun fakat dar bir sofra kurulmuş. Sofradaki kaşıklar, sapı oldukça uzun kaşıklarmış. Buharları tüten çorbalar sofraya gelmiş ve akıl erbabını sofraya davet etmişler. Erbab-ı akıl, uzun kaşıklarla dar sofrada yan yana çorba içmeye kalkışınca, kimisi kaşığı diğerinin gözüne sokmuş, kimisi çorbayı üstüne başına dökmüş, kimisi ziyan etmiş. Yarı aç yarı tok sofradan kalkmışlar.

Padişah az çok fikir sahibi olmakla birlikte, gördüklerine tam bir anlam verememiş. Vezire soran gözlerle bakınca vezir, “Efendim, bunun bir de yarın akşamı var. Lütfen yarın da teşrif buyurunuz, o zaman size bu mesele hakkında tamamî bilgiyi vereceğim” diye karşılık vermiş. Ertesi akşam yine aynı sofraya aşk erbabı davet edilmiş. Aşk erbabı, uzun kaşıklarla çorbayı kendileri içmeye çalışmak yerine, herkes kendi kaşığıyla karşısındakine çorba içirmiş. Böylece sofrada hiç zarara ziyana yol açmadan herkes rahatlıkla çorbalarını içip karınlarını doyurmuş. Padişah da böylece akıl erbabı ile aşk erbabı arasındaki farkı anlamış…

Prof. Dr. Saadettin Ökten, bu kıssayı anlattıktan sonra “Fethi Ağabey aşk erbabı bir zattı. Aklı kesinlikle ihmal etmezdi ama aşk erbabı bir zattı ve biraz evvel Alaattin Beyin buyurdukları gibi, kendi için yaşamadı bizler için yaşadı; çünkü ona o gayreti, o şevki, o neşveyi veren o büyük varlıkla, Rabbi Müteal Hazretleriyle birebir murakabe hâlindeydi” dedi.

Dr. Alaattin Büyükkaya da bu konuda, 18 yaşındayken Fethi Gemuhluoğlu’nun kendisine “Sen hiç âşık oldun mu?” diye sorduğunu, kendisinin de mahcubiyet içerisinde ‘hayır’ cevabı vermesi üzerine Gemuhluoğlu’nun, “Bırak, senden adam olmaz! Allah’ın yarattığı bir kıza bile âşık olmayı beceremeyen bir adam Allah’a nasıl âşık olur?” diyerek çıkıştığını anlattı.

Daha sonra söz alan Dr. Mehmet Genç de, Gemuhluoğlu’nu 1950 yılında lise öğrencisi olduğu dönemde, 2. Mahmud’un türbesinin yanındaki Milliyetçiler Derneği’nde tanıdığını, 10 senelik bir aradan sonra da merhum Mehmet Çavuşoğlu’nun ısrarıyla tekrar ziyaretine gittiğini ve daha sonra sık sık görüştüklerini, merhum Erol Güngör’le birlikte de pek çok ziyarette bulunduklarını anlattı. Genç., Erol Güngör’ün kendisine “Siz ayrılmayın” diye nasihatte bulunduğunu kaydetti.

Genç, Gemuhluoğlu’nun inançlı, memleketini çok seven, çok zeki, çok zarif, İstanbul Türkçesine hâkim bir söz ustası olduğunu belirttikten sonra, onun en önemli vasfını şöyle dile getirdi:

“Türk insanının kalitesini yükseltmek için özel bir gayreti vardı. Onun hakkında hazırlanan bir belgeselde, ‘Cevherleri bulup onları destekleyen insan’ diye bir ifade vardı. Yani cevheri olan insanları keşfedip onları destekleyen… Ben, o zaman söylediğimi şimdi tekrar edeceğim: Cevherleri bulmuyordu, her insanda bir cevher buluyordu. Fethi Beyin böyle bir özelliği vardı. Herkeste bir cevher bulunduğunu düşünürdü, herkesin cevherini keşfederdi. Fethi Ağabeyi tanıyanlar bunu mutlaka bilir, övgülerinde biraz aşırıya giderdi ve bunu pek çok insan anlamazdı. Fethi Beyin yaptığı, her insanın yapabileceği en iyi şeyi hemen keşfedip onu bir akide hâlinde kendisine telkin etmekti. Tabii bununla kalmazdı. Bulduğu cevherin derecesine ve kalitesine göre yardım ederdi. Bu, çok önemli bir şeydir. Çocukluğumdan şu yaşıma kadar benim memleketimde bu özelliği olan başka bir insan görmedim. Fethi Beyin bu özelliği, Osmanlı tarihiyle biraz ilgilendiğim için rahatlıkla söyleyebilirim, Osmanlı döneminde çok yaygındı. Yönetim eliti, insanlardaki yetenekleri bulup onları işlemekte özel mekanizmalar geliştirmiş ve bu, imparatorluğun sonuna kadar devam etmiştir. Ondan sonra, bulduğu yetenekleri desteklemek ve geliştirmek yerine kösteklemek ve engellemek daha çok hâkim oldu. Bizim kültürümüzde çok kötü bir şey vardır, haset. Haset, maalesef bizde çok yaygındır. İnsanlara yardım etmek de vardır ama biz, düşene yardım ederiz. Birisi düşmüşse ona yardım ederiz ama bulunduğu yerden daha yukarı çıkması için yardım edildiğini hiç görmüyoruz. Fethi Bey, bunun son ve mükemmel örneğiydi. Onun ölüm yıldönümlerinde hatırlanması ve anılmasında bu vasfı algılanır ve benimsenirse bu yeter diye düşünüyorum; çünkü ben, Fethi Beyden başka insanların bulunduğu düzeyin daha üstüne çıkmaları için yardım eden hiçbir insan görmedim. Onun en önemli vasfı bu idi. Onun için, birçok bakanlıklarda 1983’ten sonra onun rahlesinden geçmiş birkaç kişinin mutlaka bulunduğu ifade edildi. Tabii hâlen de vardır; ama o vasfın benimsenmesi, sürdürülmesi, çok önemli bir olgudur. Bu, bizim Müslüman toplumunda maalesef çekilmiş, unutulmuş bir özelliktir. Batı toplumlarında bu özelliklerin bulunduğunu görmek, insana hayranlıkla birlikte biraz hüzün de veriyor.”

(Haber: Sürur Öztürk / Fotoğraf: Gültekin Karakaş)