Arslan: Gavur icadı doğru tanım

Kitap
Ahmet Can’ın haberi Sosyolog Abdurrahman Arslan, Beyan Yayınları’ndan çıkan “Nehri Geçerken” isimli eserinde, Modern dönemin Müslümanların yaşantısına soktuğu araçlardan bahsed...
EMOJİLE

Ahmet Can’ın haberi

Sosyolog Abdurrahman Arslan, Beyan Yayınları’ndan çıkan “Nehri Geçerken” isimli eserinde, Modern dönemin Müslümanların yaşantısına soktuğu araçlardan bahsederken “Onlarla düşünüyoruz, onlarla yaşıyoruz. Modernite Müslümanların hayatını da yeniden kurdu. Zaten ideolojisi de odur: “Yeni bir hayat kurmak.” Modernitenin kendinde taşıdığı hedefler ile ilkeleri ile sahip olduğu araçlar yaşanan hayatın sosyal karakterini derinden değiştirmektedir” diyor.

“GAVUR İCADI DOĞRU BİR TANIM”

Arslan, Müslümanların bu projenin dışında var olabilecek bir hayat biçimini kabul etmekte zorlanmadıklarını söylüyor: “Oysa bu hayat biçimine ‘Batılılaşma’ diyerek iki yüzyıla yakın bir süreden beri direniyorlardı. Ben hâlâ ‘gavur icadı’ tanımının, yapılmış doğru bir tanım olduğunu düşünüyorum.”

Kendinden önceki direnen kuşakları da rahmetle andığını söyleyen Arslan devamla şunları söylüyor: “Doğrusu kendi kuşağımın oportünistçe bu hayata katılımını da hazmedemiyorum. Belli ki dünyayı çok sevmeye başladık ki, modernite bizi de hızla dişleri arasına alarak öğütmeye başladı.”

“Müslümanlar bu kente teslim olacaktır”

Modern insan için kenti yalnızlığın üretildiği bir mekan olarak ifade eden Arslan, modern insanın da Müslümanın da bir şikayeti var diyor ve ekliyor: “Bence Müslümanla modern insanın şikayetleri arasında önemli farklar yok çünkü fıtrat konuşuyor. Müslümanlar yoğun bir modernleşme süreci yaşarken bu sıkıntıları görmezlikten gelmeyi tercih ediyorlar. Örneğin Müsülmanlar İslâm’ın bu kentte yaşanıp yaşanamayacağından çok, İslâm’ı bu kentte yaşama mücadelesi veriyorlar. Bence İslâm bu kenti teslim alamayacak, Müslümanlar bu kente teslim olacaktır.”

Metropolün aileyi de kendisine benzetmeye çalıştığını dolayısı ile modernitenin kendi modeli olan “çekirdek aile” modelini Müslümanlara benimsettiğini söylüyor Arslan:

“Kadın cinsiyetten bağımsız yeni rol taleplerinde bulunurken ailenin de tarih boyunca ifa ettiği rolünde değişme başlıyor.

“İslâm için belirleyici ilke eşitlik değildir; adalettir”

Aile hususunda kanımca yapılan yanlışlıklardan ilki; kadın ve erkeğin kendilerini ailenin dışında tanımlamaya başlamaları ve eşitlik talebinde bulunulmuş olunmasıdır. Bilindiği gibi ümmette en küçük biri birey değil ailedir, ikinci husus eşitlik Fransız Devrimi’nden günümüze gelen modernitenin önemli bir rasyonel ilkesidir.”

Arslan, aile ilişkilerinin rasyonel olarak kavranamayacağını söyledikten sonra İslâm için belirleyici ilke “eşitlik değil adalettir” diyor.

“Kemalist ideolojinin katı kalıplarının sarsılmaya başladığın görüyoruz”

Çocuklarını kreşlere, yaşlıları huzurevlerine gönderen bir aile modelinin İslâmi olduğunun söylenemeyeceğinin altını çizen Arslan, Kemalist modernitenin dini tümüyle hayatın dışına atmak istediğini söylüyor:” Artık yavaş yavaş Kemalist ideolojinin katı kalıpları sarsılmaya başladı.”

Abdurrahman Arslan’ın bahse konu kitabından fragmanlar…

(…) insanlara rahmet olarak gelen İslâm’ı yaşamaları konusunda onlara ciddi şeyler söyleyebilmemiz gerekir. Fazla bir şey söylemeye gerek yok. Nasıl yaşayacaklar? Çünkü modern insan, nasıl yaşayacağı hususunda ciddi tereddütler taşıyor. Yaşamak demek, tutarlı yaşamak demektir. Ben inanıyorum ki Müslümanlar tutarlı yaşarsa Batı’daki insanların büyük çoğunluğunun kalplerini fethederler. Tabii ki sorun onların kalbini fethetmek değil ama sonucu gelir. Çünkü insanoğlu etkilenir. Çünkü Peygamberleri sevmeyen insanlar da Peygamberlerden etkilenmişlerdir. Zira burada öz ve söz tutarlılığı vardır. Etkilenmemek mümkün değildir.

“Haram, her gün biraz daha hayatımıza hâkim oluyor”

(…) Haram, her gün biraz daha hayatımıza hakim olmakta, bu yüzden de bereket ortadan kalkmakta, aramızdaki kardeşlik ilişkileri parçalanmakta; aile ilişkilerimiz, akraba ilişkilerimiz hergün biraz daha çözülmekte; cemaat olma asabiyetimiz giderek kaybolmaktadır. Hayatın tanzimi hususunda entellektüeller yol gösterici mevkiye yerleşirken, Peygamber varisleri olan fakihlerimiz çeşitli bahanelerle ya işlevsiz kalmakta, ya da bu işe talip olmak istememektedirler.

(…) Modernleşmenin en açık belirtisi olarak, bugün Müslümanın “Sünnet”le ilişkisi giderek azalmakta, onu her gün biraz daha hayatımızın dışına kovmaktayız.

Hazza dayalı bu hayat biçimi aynı zamanda erotik bir içeriğe sahiptir. Burada cinsellik işin temelini oluşturmakta. Düne kadar bilgi edinmek entelektüel bir çabaya dayalıydı; oysa bugün bilgi bedensel/biyolojik bir tecrübenin hasılası olmuştur, artık. Bu tip bir bilgi biçimi bizi ancak yaşadığımız hayata daha çok bağlanmaya ve ona mahkûm olmaya bir adım daha yaklaştırır. Entelektüel olmaktan çok biyolojik/gensel boyutun baskısı altında şekillenmekte olan bir hayat tarzımız var. Bizi başkalarına yabancılaştıran, daha önemlisi duyarsızlaştıran bir deneyim dünyasındayız. Bu yüzden başkalarının sıkıntıları ve dertleri bizi ilgilendirmiyor. Kendi hayat alışkanlıklarımızı ve bu hayatın empoze ettiği idealleri zora sokacak tavırlardan uzak duruyoruz. Hayatın kişisel bir deneyim olarak görülmeye başlanması, bizim bu duyarsızlığımızı meşrulaştırmaktadır.

“Bu hayat ‘büyük ve küçük cihad’ kültürünün bütün imkânlarını Müslümanların ellerinden alıyor”

(…) Bize bugün bir “narkoz hayat” tarzı sunulmaktadır. Bu hayat hazza dayalı ve erotik yüklü oluşuyla, İslâm’ın öngördüğü “büyük ve küçük cihad” kültürünün bütün imkanlarını Müslümanların ellerinden alıyor. Nefse hitap eden bir kültürle nefsi temizlemek mümkün mü? Kültür kavramına ilişkin rezervimi saklı tutarak konuştuğumu burada belirtmekte fayda buluyorum. İslâm kültürü bir cihad kültürüdür. Nefse karşı verilecek bir mücadele önemsenmeyecek bir mücadele sayılamaz. Müslüman önce nefsini temizleyen insandır, bu 21. yüzyılda çok daha önem taşıyor. Bunu terk ettiğinizde modern kültürün esiri olmaktan kurtulmak imkansızdır. Bu kültür bizim sadece midelerimizi esir almadı, aynı zamanda kalplerimizi de esir almış haldedir.

“Müslümanlar arasında da kavga çıkabilir; Dolayısıyla bu onların ümmet olmadığı anlamına gelmez”

(…) Ümmet çeşitlilik içinde olur, hatta bazen kendi içinde olan sorunları çözemedileri için kavga da edebilirler. Bütün bunlara rağmen kavgalı olsalar bile bunun bir ümmet olduğunu kabul etmemiz lazım. Yoksa Rabbimizin ‘iki taraf birbirleriyel zıt düştüğünde aralarını bulun’ (49/9) demesi boşuna değil. Yani Müslümanlar arasında da kavga çıkabilir. Dolayısıyla bu onların ümmet olmadığı anlamına gelmez.

(…) Aile kendi başına bir cemaattir. Evin erkeği akşam namazında imam olup aile fertlerini arkasına dizdiğinde, gerçekten bir cemaatin lideri olduğunu görecektir. Ama aynı zamanda bu durum formel düzeyde, askerin cephedeki diziliş biçimiyle benzerlik gösterir. Zira namaz şeytana/şeytanlara karşı verilen bir savaşı temsil eder. Önde eli kılıç tutan erkekler, arkada onları destekleyen kadınlar, bu arkada olmak hor göründüğünden değil, ümmetin geleceğini kendi rahimlerinde taşıdıklarından dolayı korunmak üzere arkaya koyulmuş kadınlardan müteşekkil bir durumdur.

(…) Entelektüel, kendi zamanına ait anlamı üretmekle görevli birisidir, fakat bu anlam üretme aynı zamanda entelektüel olmanın da imkanıdır. Yeri gelmişken şunu da ilave etmekte fayda var: Kendine has bir anlam üretmek üzere içeriklendirilmiş olan modern düşünce ve teorinin, artık günümüzde içeriğindeki bu amacını gerçekleştiremediğine şahit olmaktayız. Bu ise modern epistemolojik faaliyet modelinin çöküşünü beraberinde getiriyor.

“Tesettürlüye kamusal alanda dondurma yalatan bu politik kültürdür”

(…) Kamusal alana bakın, tesettürlüsü de tesettürsüzü de dondurmayı yalayarak yiyor. Hiç kimse bunun haram olduğunu söyleyemez ama dünün Müslümanları bunun edep dışı olduğunu söylemişlerdir. Bütün kültürlerde de bu böyledir. 1960’ların İngilteresi’nde de sokakta bir şey yemek edep dışı kabul ediliyordu. Tesettürlüye kamusal alanda dondurma yalatan bu politik kültürdür. Ötekiyle aranda ne fark var deyince diyor ki; “tesettürüm.” Ama o tesettür içindeki beden ötekinin yaptığı her şeyi yapma hakkını da kendinde buluyor. Hayatın detaylarına odaklanmamız gerekiyor…

“KIBLESİZ BİR DÜNYADA YAŞIYORUZ”

(…) Kıblesiz bir dünyada yaşıyoruz, ama bizim kıblemiz var. Bizim için belirsizlik yok. Bu politik kültür her şeyi anlamsızlaştırıyor. Biz anlamın bütün imkanlarını elimizde bulunduruyoruz, bu kültür ise insanların elinden anlamı alıyor. Beni kaygılandıran Müslümanların dünyanın üç kuruşluk nimetlerine ram olmuş olmaları ve ilgisizlikleri. Ancak Allah’ın sabredenlerle beraber olduğunu biliyoruz.

“Suruş’un İslâm’ı yeniden yoruma tâbi tutma biçimi Yeni bir ufuk açmaz”

(…) Suruş’un İslâm’ı yeniden yoruma tabi tutma biçimi Popperci bir yöntemdir. Yeni bir ufuk açmadığı gibi bizi ancak neoliberalizme taşıyıp götürecektir. İlgi çekici bir şekilde Poppercilik daha önceleri Marksizm’e karşı kullanılmıştı. Popper’in ‘Açık Toplum ve Düşmanları’ adlı kitabı bir zamanlar oldukça revaçtaydı. Son zamanlarda dikkat çeken şey İslâm’ın ‘yapı bozuma’ uğratılma çabalarında Popperci felsefenin etkinliğidir. Pozitivist paradigmanın kırılgan hale gelmesinde oynadığı önemli rol ile Poppercilik dikkat çekmektedir.

(…) Ben klasik ulemamızın yöntemi yani usuli içinde yeni bir okumanın gerekli olduğuna inanıyorum. Tercihlerimin içinde başta Gazali gelmektedir. Modern-postmodern aklı Gazali’nin aklı ile okumak bana müthiş bir zevk veriyor. İnternet ve cep

telefonu edep ve hayâyı ortadan kaldırdı

Özellikle internet ve cep telefonu gerçekten edep ve hayâyı ortadan kaldırdı. Eskiden insanlar yüz yüze geldiklerinde her şeyi birbirlerine karşı konuş(a)mazlardı, ama şimdi araya bir şey girmiş, bir teknolojik araç girmiş, iki insanın normal şartlar içerisinde bir araya geldiklerinde konuşamayacak şeyleri iki farklı cinsiyetin utanmadan bunları konuşabildiğine şahit oluyoruz. Dolayısıyla bence mahremiyeti, hayâyı ve edebi bu anlamda bu iletişim biçimi yok etti.

“toplumun mahremiyet anlayışı masum değildir”

(…) Dizilerde kadının bu kadar öne çıkarılmasının, aile ilişkilerinin bu kadar öne çıkarılmasının hiç masum olmadığını düşünüyorum. Hatta töre cinayetlerinde de bu böyledir. Mesela Müslüman kadınlarımız da bu cinayetleri tel’in ettiler. Elbette bir başkası, birisinin öldürülmesini kadınlara zorla tel’in ettiremez, ama burada dikkat çeken bir şey var. Bunlar kadını; törenin, geleneğin, İslâm’ın dünyasından alıp pornonun, reklamların dünyasına taşıyıp götürmek istiyorlar. Buysa müthiş bir değişim demektir. Toplum da, toplumun mahremiyet anlayışı da, bundan dolayı masum değildir.

Yeni Akit