Ahmet Rasim’le ‘Ramazan Sohbetleri’

Kitap
A. Esra Yalazan Muzaffer Gökman’ın 1967’de yeni yazıya çevirdiği denemeler, okura sadece eski Ramazan kültürünü anlatmıyor, Balkan Savaşı’nın hemen sonrasında kendisini yenik ve ezik...
EMOJİLE

A. Esra Yalazan

Muzaffer Gökman’ın 1967’de yeni yazıya çevirdiği denemeler, okura sadece eski Ramazan kültürünü anlatmıyor, Balkan Savaşı’nın hemen sonrasında kendisini yenik ve ezik hisseden bir toplumu tarihî anekdotlar ve neşeli hikâyelerle de eğlendiriyor.

Bazı insanlar vardır, hangi coğrafyada doğmuş olurlarsa olsunlar dünyaya, yaşamaya büsbütün açık algı, iştah ve meraklarıyla anlatma hevesini hiç yitirmezler. Ahmet Rasim, bence onlardan biri. Yaşadığı sürece çok farklı türlerde pek çok eser vermiş bu ilkeli meşrutiyet yazarı, okurunu sıradan ve basit gibi görünen günlük bir gazete yazısıyla çok farklı iklimlerde dolaştırabilme kudretine sahip. Bir gazeteci ve yazar olarak başarısını da şaşırtıcı esnekliğine borçlu sanırım.

Serin bir sahur vakti sabah ezanından önce ansızın neyini çıkarıp üfleyen bir ‘kimsesizin’ hazin sesinden bahsederken, okuru Osmanlı’nın iyi bilinmeyen tarihsel gerçeklikleriyle karşılaştırabilen bir yazarın geniş bahçesinde dolaşmak her dönemde zevk veriyor. Galiba onun yazılarını hiç eskitmeyen, bu çok sesli, lezzetli, ironik üslubu.

Geçenlerde Kapı Yayınları’nın yeniden gözden geçirip yayımladığı ‘Ramazan Sohbetleri’nin kapağını gördüğümde çocukluğumun Ramazan gecelerinden sevdiğim bir aile büyüğüyle karşılaşmış gibi hissettim. Yeni kuşağın hâlâ çok iyi bilmediği Ahmet Rasim’i tanıyanlar onu tuhaf bir şekilde aşağı yukarı aynı özellikleriyle anlatıyor: "Kırmızı yüzlü tıknazca bir adam, düşük beyaz bıyıklar, burnunun üzerine sıkıca oturmuş siyah kelebek bir gözlük. Kimseyle yüz göz olmayan ancak tabii ve içten bir ‘halk adamı’". Hakkı Süha Gezgin, ‘Edebi Portreler’ başlığı ile yazdığı seride onu şöyle tarif ediyor: "Bu gözlük gerçekten bir kelebek telaşıyla ve havalanacakmış gibi titrerdi. Ahmet Rasim, zaman zaman bunların üstünden bakarken -Eşkal-i Zaman-ın sahibi olurdu. Bu bakışlar zekâ güneşini bir pervasız toplayışla bebeklerinde biriktirir, ışıktan oklar yapardı. Yumuşak, tombul ellerinde, sigara yakarken hafif bir titreme sezilirdi. Azıcık kısık, kalın bir ses ve ortadan boy…"

Muzaffer Gökman’ın 1967’de yeni yazıya çevirdiği bu denemeler, okura sadece eski Ramazan kültürünü anlatmıyor. Balkan Savaşı’nın hemen sonrasında kendisini yenik ve ezik hisseden bir toplumu tarihî anekdotlar ve neşeli hikâyelerle de eğlendiriyor. Tasvir-i Efkar için yazdığı yazılarda çocukları korkutan hurafelerin (umacı, cin, cadı, hortlak vs.) yersizliğine değindikten sonra İslam dininde kimden, neden korkmak gerektiğini bildiren kesin hakikatleri hatırlatıyor mesela. Biraz dalgacı bir tonla yazdıklarını okuduktan sonra hiddetiyle ünlü Yavuz Sultan Selim’in Hırka-i Saadet ziyaretinde neler olduğunu, sarayda padişahların o ziyarette aslında neler yapması gerektiğini ayrıntılarıyla anlatıyor. O vakit onun bıraktığı kültürel mirasın zenginliğini daha iyi idrak ediyorsunuz.

Ahmet Rasim’i Ramazan Sohbetleri’nin içine yerleştirdiği bilgilerle hatırlarken hikâyeciliğinin, bestekârlığının yanı sıra yaşadığı dönemi ve öncesini böylesine tarafsız bir bakışla anlatan kaç yazar tanıyorum diye, düşündüm doğrusu. Kitapçılığın sıkıntılarını anlattığı yazıda şöyle diyor mesela: "Bizde kitapçılığa darbe vuran yine ‘hafiyelik’ oldu. Hele ‘toplama’ usulü konduktan sonra ona eklenen ‘yakma’ canavarlığı bütün bütün köküne darı ekti. Nice yılların ürünü olan eserler az süre içinde ortadan kalktı. Oturduğumuz dalı kesiyorduk… Kitapçılığı, yazarlığı bu seviyeye indiren zulüm ve düşmanlık tabiatıyla gazeteciliği de etkiledi. Gazeteci nasılsa yayımlanabilmiş bir eser hakkında bir şey söylenemez olmuştu. Çünkü bilirdik ki eseri biraz koltuklamak demek, onun toplanmasını, yazarın tutuklanmasını, gazetenin de sorumluluğunu kabullenmek demekti." (16 Ağustos 1913) Bu coğrafyanın kültür politikasına ve hiçbir devirde fazla değişmeyen yönetim biçimine dair tespitlerin neden eskimediğini izaha gerek yok sanırım. Dolayısıyla bu yazılar, tam bir asır sonra sorunlarımızın çok da değişmediğini görmek açısından da önemli.

Malum, bu tespitleri yapan yazar, kendi kendine Fransızca öğrenip Batı edebiyatından tercüme yaparken aynı zamanda okullar için, resimli Osmanlı tarihi, alfabe, gramer, kıraat, tarih, sağlık kitapları da yazan bir aydındı. Elli yıla yakın yazdığı onlarca gazetede takma isimler de kullanan üstad şimdi yakın dostu Hüseyin Rahmi Gürpınar’la birlikte vefat ettiği Heybeliada’da denizden esen serin rüzgârlarla çamları hışırdatan bir mevkide dinleniyor. Belki bir teravih namazından sonra (geçmişte nasıl kılındığını da tarihî bilgiler ışığında anlatıyor) şöyle esintili güzel bir akşam, siz de onun gibi dili kıvrak, içten, insanla sohbet eder gibi yazmayı seven neşeli bir muharriri tam da onun arzuladığı gibi bir Ramazan gecesinin huzuru ve dualarıyla hatırlamak istersiniz.

Zaman Gazetesi