Çalışanların üçte biri kendi mesleğini yapmıyor

İş Dünyası
Günümüzde en önemli istihdam güvencesi, işverenin talep ettiği nitelik ve özelliklere sahip olmak. Ancak Türkiye’de iş bulmak isteyenlerin işverenlerin ihtiyaçlarını ne ölçüde karşıladığı hususu...
EMOJİLE

Günümüzde en önemli istihdam güvencesi, işverenin talep ettiği nitelik ve özelliklere sahip olmak. Ancak Türkiye’de iş bulmak isteyenlerin işverenlerin ihtiyaçlarını ne ölçüde karşıladığı hususu oldukça tartışmalı. Hep üniversite mezunlarının işsizlik riskini daha az yaşadıkları, daha geniş kariyer imkanlarına sahip oldukları, daha fazla kazanç elde ettikleri ileri sürülür. Hatta hepimizin bildiği gibi, bugün piyasadaki pek çok iş için üniversite diplomasına sahip olmak bir önkoşuldur. Peki, daha yüksek bir eğitim düzeyine sahip olmak, gerçekten de daha yüksek kazanç, daha iyi kariyer fırsatları ve daha az işsizlik riski anlamına geliyor mu?

637 bin üniversiteli işsiz var

Milliyet’te yer alan haberde TÜİK tarafından açıklanan son hane halkı işgücü anketi sonuçlarına göre, Ekim 2013 itibariyle üniversite mezunu 637 bin işsizimiz var. Bununla birlikte, OECD verilerine göre Türkiye’de her 10 çalışandan 4’ü yapmakta olduğu işe göre daha yüksek eğitim düzeyine sahip. Bu kişilerin, aslında daha zorlu ve daha iyi işler yapabilecek niteliksel donanımları var. Dolayısıyla daha fazla kazanç elde edebilirler ancak ne yazık ki eğitimlerine uygun bir iş bulamamış durumdalar.

‘OECD’ gerçekleri gösteriyor

OECD verilerine göre; yapmakta olduğu işin gerektirdiğinden daha yüksek eğitime sahip işgücü oranı itibariyle Türkiye (yüzde 40), Hollanda (yüzde 40.8) ve Meksika (yüzde 40.3)’nın ardından üçüncü sırada yer alıyor. Bu oran OECD ortalamasının da oldukça üzerinde.

Ne yazık ki, listenin ilk sıralarında olmak iyi bir gösterge değil. Çünkü neredeyse her iki çalışandan birinin kendi niteliklerine uygun bir işte çalışmıyor olması, önemli bir işgücü piyasası sorunu. Üstelik bu sorunun, bireyin daha az kazanç elde etmesi veya firmanın verimlilik düzeyinin düşmesi, işe giriş çıkış oranlarının yükselmesi gibi olumsuz sonuçlarının yanı sıra ekonomik yapı ve toplumsal refah üzerinde de negatif etkileri söz konusu. Örneğin; eğitim düzeylerinin altındaki işlerde çalışanların daha az kazanç elde etmesi otomatik olarak daha az vergi ödemelerine yol açıyor.

OECD araştırması, Türkiye’de genel olarak eğitim gördüğü alanla ilgili olmayan işlerde çalışanların oranının yüzde 30’un üzerinde olduğunu söylüyor. Ayrıca araştırma, işin gerektirdiğinden daha yüksek eğitime sahip çalışanlar arasında, eğitim gördüğü alanla ilgisi olmayan bir işte çalışanların oranının da yaklaşık yüzde 50 civarında olduğunu gösteriyor.

Sonuçlar gösteriyor ki, Türkiye’de insanlar eğitime sadece süre açısından “çok fazla” yatırım yapmakla kalmıyor, aynı zamanda yanlış alana da yatırım yapıyorlar.

İşte asıl sorun: Beceri açığı

Türkiye’de işverenler, pek çok platformda her geçen gün daha da rekabetçi hale gelen küresel ekonomik yapıda fark yaratabilmelerini sağlayacak “işe uygun insanı” bulmak noktasında ciddi problemler yaşadıklarını söylüyorlar.

Randstad’ın 2013’ü kapsayan çalışması, bu endişeleri destekleyen bulgular ortaya koyuyor. 32 ülkede gerçekleştirilen işgücü piyasası izleme araştırmasının sonuçlarından görülüyor ki;

* Türkiye’deki işverenlerin büyük bir bölümü (yüzde 85), beş yıl öncesine kıyasla çalışanlarının daha yüksek nitelik düzeyine sahip olmasını bekliyor.

* Türkiye’de son beş yılda dijital becerilerin daha önemli hale geldiğini düşünen işverenlerin oranı yüzde 89, sosyal becerilerin daha fazla önem kazandığını düşünenlerin oranı da yüzde 74. Bu bulgular, yazımızın başında sorduğumuz soruya doğru cevabı verebilmek açısından son derece önemli.

* Son olarak, çalışanların endişelerine ilişkin bir bulgudan bahsetmeden geçmeyelim. Türkiye’de çalışanların üçte biri, mevcut niteliklerinin gelecekte işlerinin gerektireceği özellikleri karşılayamamasından endişe duyuyor. Yani işsizlik korkusu yaşıyorlar.

İçeride tehlike çanları çalıyor

Türkiye’nin eğitim sistemi ve işgücü piyasasının kendine has özellikleri nedeniyle gerek öğrenim alanı, gerekse meslek ya da iş konusunda, maalesef gençlerimizin seçim yapma olanaklarının kısıtlı olduğunu görüyoruz.

Eğitim alanı ve iş/meslek seçimi bireyin gelir düzeyini, sosyal prestijini ve yaşam koşullarını, kimlerle etkileşim halinde olacağını, kiminle evleneceğini, ailenin nerede yaşayacağını, çocukların nerede yetişeceğini, kısacası tüm yaşamını etkiler. Kişinin hayat tarzı ve idealleri çoğu zaman seçtikleri meslekler ve yaptıkları işler tarafından belirlenir.

Dolayısıyla, eğitim sistemi ve işgücü piyasasının ihtiyaçları arasında bir an önce ilişki kurulması gerekiyor. Aksi takdirde, üniversiteye girişin hala en önemli toplumsal meselelerden biri olduğu Türkiye’de eğitim sistemi ve ekonomik yapının paralel evrenlerde yaşamaya devam etmesi durumunda, devlet ve aileler tarafından her yıl milyonlarca liranın harcandığı üniversite eğitiminin, beklentileri karşılamayan bir yatırım haline dönüşmesinin önüne geçilemeyecektir.