Yanlış bilgi ve bâtıl inancın acı sonuçları

İslam
Prof.Dr. Hayrettin Karaman’ın Yenişafak gazetesindeki yazısı… “Kötü işleri kendine güzel gösterilen (kötülüğünün iyilik olduğuna inanan) kimse (ile böyle olmayan bir) mi? Allah diled...
EMOJİLE

Prof.Dr. Hayrettin Karaman’ın Yenişafak gazetesindeki yazısı…

“Kötü işleri kendine güzel gösterilen (kötülüğünün iyilik olduğuna inanan) kimse (ile böyle olmayan bir) mi? Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğruya iletir. O halde onlar için üzülerek kendini helâk etme. Allah onların yaptıklarını elbette biliyor.” (Fâtır: 35/8)

Sevgili Peygamberimiz (s.a.) rahmet peygamberi ve kalbi Allah ve O’nun yarattıklarına sevgi ile dolu olduğu için davetini kabul etmeyenler, yanlış inanç ve davranışlarında ısrar edenler için haddinden fazla üzülüyordu. Onu sevgili (hâbîbullah) kılan Allah Teâlâ bu derecede üzülmesine razı olmadığı için teselli ediyor ve “Sen üzerine düşeni yaptın, hakkı tebliğ ettin, neyin doğru, iyi ve güzel olduğunu açıkladın ama onlar seni dinlemediler, sağlam bir delile dayanmadıkları halde kendi yaptıklarının doğru, iyi ve güzel olduğuna inandılar, şu halde cezalarını çekecekler, herkes ettiğinin karşılığını görecek, bu kadar üzülmene gerek yok” demiş oluyor.

Eş’arî yorumuna uyan tefsirciler “Allah dilediğini saptırır…” cümlesini insan irade ve ihtiyarının tesirini yok sayarcasına açıklıyorlar. Ehl-i sünnet’in önemli bir kısmının imamı olan Ebu Mansur Mâtürîdî ise bu âyetin tefsirinde cümleyi şöyle açıklıyor: “Allah Teâlâ zaman ve mekanla kayıtlı olmayan ilmiyle kulun neyi ihtiyar edeceğini, seçeceğini, tercih edeceğini bilir ve doğru yolu ihtiyar edeceğini bildiği kullarını ona iletir, sapkınlığı ihtiyar edeceğini bildiği kullarını da saptırır.”

Yanlış bilgi ve bâtıl inançlar yalnızca İslam dışında değil, Müslümanlar arasında da var olagelmiştir. “Ümmetin yetmiş üç gruba ayrılacağını” ifade eden ihtilaflı rivayet kaynaklara girmiş, mezhepler tarihine ait kitaplarda da İslam içi inanç gruplarını yetmiş üçe ulaştırmak için oldukça çaba sarfedilmiştir.

Ümmetin kahir çoğunluğunun mensup bulunduğu İslam inancı hak olduğuna göre bu inanca aykırı olanların da batıl, yanlış, sapkın (bid’at ve dalâlet) olması gerekir. İşte bu sapkın grupların da ahirette ceza görecekleri bildirilmiştir; şu halde onlar da kendi serbest irade ve ihtiyarlarıyla sapmışlar, onların yanlış bilgi ve inançlara dayalı fiilleri yalnız kendilerine değil, ümmetin bütününe zarar vermiştir.

İnşaallah savuşturduğumuz son felaketin sebebi de yanlış bilgi ve bâtıl inançtır.

Peki hem lideri hem de ona uyanlar niçin sapmışlardır?

İnsanların doğruyu, iyiyi, güzeli bilmeleri ve bulmaları için iki kılavuzları vardır: Vahiy ve akıl (bilim akla dahildir). Vahyi bize taşıyan kaynaklar herkese açıktır, çalışarak buradan bilgiye ulaşmak mümkündür. Her yükümlünün de aklı vardır; aklı olmayanlar yükümlü de olmazlar. İnsanlara doğrunun ve hakkın kıblesini gösteren bu iki rehber bir yana bırakılır da “kerameti kendinden menkul”; yani hiçbir objektif delile sahip olmadan kendini doğrunun ve hakkın temsilcisi ilan eden ruh hastası ve/veya sapkınların peşine düşülürse sonucun sapma olacağı ve kıbleyi şaşırmanın kaçınılmaz hale geleceği besbellidir.

Evet zorunlu dün bilgisi de gereklidir, ama dünü, bugünü ve geleceği doğru okumak ve değerlendirmek için yukarıda işaret ettiğim iki kılavuza ihtiyaç önceliklidir ve bunu elde etmenin yolu da zorunlu din bilgisidir.

yazının devamını okumak için….