Prof.Dr. Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı..
Önceki yazımızda çok ilginç dediğimiz iki hadisi şerifin ikincisi ise şu: Resulüllah (sa) buyuruyor ki, “Kur’an-ı Kerim hakkında kendi görüşüne göre konuşan isabet etse bile hata yapmış olur“.
Kur’an-ı Kerim hakkında konuşanlar, yani onu tefsir edenler kendi görüşlerine göre konuşmayacaklarsa neden ilk müfessir İbn Abbas’tan itibaren her biri farklı şeyler söylemiştir? Uzun yıllar kafamı meşgul eden bu durumun açıklamasını Gazali’nin İhya’sında bulunca çok sevindiğimi söylemiştim. Özetle şöyle diyordu:
“Bunun anlamı şudur: Bir insanın kendi nefsi arzuları ve düşünceleri olur, benimsediği bir mezhep ya da meşrep bulunur. Kur’an-ı Kerim’i anlamaya çalışırken ister ki, o onun arzularını, düşüncelerini, mezhebini ve meşrebini desteklemiş olsun. En küçük ihtimal ve işaretlerle, ayetin anlamını eğip büker ve onu kendi görüşünü destekleyecek şekilde tevil eder. Asıl olan sanki Kur’an-ı Kerim’in dediği değil, kendinin ondan anlamak istediğidir. İşte Allah Resulü’nün kötülediği şey budur”.
Bu hadisi şerh eden Mubarakfûrî der ki: “Bundan anlaşılmış oluyor ki, Kur’an-ı Kerim’i yorumlayabilmek için, varsa Peygamber’in ve onu izleyenlerin sözlerinden (eser), bu işin öncüleri olan âlimlerin açıklamalarından, Arapça’nın kendi içindeki ihtimallerinden, usulü fıkhın genel kurallarından yararlanmak gerekir”.
Bu iki büyük âlimimizin söyledikleri bizim tartışma gücümüzün üstündedir. Ama öyle sanıyorum ki, burada tefrika dediğimiz şeyin konusu olan tefsir ve tevil ayırımından da söz etmek gerekir. Bu âlimlerimiz de başka münasebetlerle bu iki kavram arasındaki farka işaret etmekle beraber bu konuda bunu zikretmemeleri, sözünü ettiğimiz hadisi şerifin hesaba katılmayacak kadar zayıf, hatta asılsız rivayetlerinde “Kur’an-ı Kerim hakkında kendi görüşüne göre konuşan” cümlesi, yerine ‘onu kendi görüşüne göre tefsir eden’ denmiş olmasındandır. O asılsız rivayeti yok saydığımız zaman ‘konuşan’ demenin, bir asla dayanmaksızın görüş beyan eden, kısaca tevil eden demek olduğunu anlarız. Demek ki mesele tevile gelip dayanıyor.
Âlim olduğu için kendisine çok güvendiğim İmam Rabbani dahi hadisi şerifi, ‘kendi görüşüne göre tefsir eden’ ibaresiyle düşündüğü için mealen şöyle söylemek zorunda kalmıştır: ‘Hadiste yerilen şey Kur’an-ı Kerim’i kendi görüşüne göre tefsir etmektir. Çünkü tefsirin şahsi görüşlere değil hadislere ve esere dayanması gerekir. Hadisin yasakladığı şey tevil etmek değildir. Çünkü tevil için ayetteki küçük bir ihtimal yeterlidir ve her âlim onu kendi görüşüne göre tevil etme hakkına sahiptir. Tevil etmekle Resulüllah’ın kötülediği kişi olmuş olmaz’.
Oysa dediğimiz gibi hadiste ‘tefsir ederse’ ifadesi yoktur, ‘konuşursa, söylerse’ ifadesi vardır. Buradan hareketle diyebiliriz ki, fırka oluşturmaya götüren ihtilafların ortaya çıkmasının asıl sebebi tefsir değil tevildir.
O halde tefsir nedir, tevil nedir?
Aslında Türkçe’de her ikisine de yorum diyebiliriz. Ortada bir söz var ve siz onun ne demek istediğini anlamak ve anlatmak istiyorsunuz. Başvuracağınız yol tefsir ya da tevildir.
Tefsirin kök anlamında açma vardır. Yolculuk anlamındaki sefer ve açık saçıklık anlamındaki ‘sufûr‘ da buradandır. Sefer yol arkadaşının karakterini açıp ortaya koyduğu için ona ‘sefer’ denmiştir.
Tevilin kök anlamında ise dönüp varacağı yere varma anlamı vardır.
Buna göre tefsir bir sözü kendi üzerinde açma, dil açısından ve söz olarak anlamını belirlemedir. Kur’an-ı Kerim bu açıdan ancak Resulüllah’ın (sa) ve onun yetiştirdiği ve Kur’an-ı Kerim’in kendilerine geldiği ilk neslin söyledikleriyle tefsir edilebilir. Çünkü işin tefsir tarafı onun dil olarak anlaşılmasına bağlıdır. Eğer her hangi bir ayet konusunda onların bir söylediği varsa ona muhalif bir tefsir ortaya konamaz.
Kısaca tefsir sözün ne dediğinin, tevil ise ne demek istediğinin anlaşılmasıdır. Bunun için tefsir rivayete, tevil ise dirayete/anlama kabiliyetine dayanır. Rağib’e göre tefsir her türlü sözde, tevil ise ilahi kitaplarda söz konusudur.
Matüridî der ki, “tefsir lafzın maksadı budur, Allah bu lafızla bunu kast etmiştir diye kesin konuşmak ve Allah’ın maksadına şahitlik etmektir. Eğer dediğinin delili varsa doğrudur, yoksa işte o zaman ‘kendi görüşüne göre tefsir etmiş’ olur ki, yasaklanan budur. Tevil ise sözün anlamının ihtimalli olduğu hususlardan birini; kesin konuşmadan ve Allah adına şahitlik etmeden tercih etmektir”.
yazının devamını okumak için..