Tarihselliğe delil gösterilen bazı ayetler

İslam
Prof.Dr. Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı… Dedik ki, eğer bizim bugün Batı karşısındaki mağlubiyetimiz sebebiyle onların İncil’i çağa uydurmak için geliştirdikleri özel ...
EMOJİLE

Prof.Dr. Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı…

Dedik ki, eğer bizim bugün Batı karşısındaki mağlubiyetimiz sebebiyle onların İncil’i çağa uydurmak için geliştirdikleri özel yöntemlerini ithal etmiş olmasaydık ve kendi usulümüzü bilmiş olsaydık tarihselciliğe tutunma ihtiyacı duymayacaktık.

Çünkü zaten İslam âlimleri Kur’an-ı Kerim’de az da olsa bazı hükümlerin konusu itibariyle o zamana ait olduğunu biliyor ve bunu söylüyorlardı. Resulüllah’ın (sa) eşleriyle başkasının evlenememesi, kendisiyle özel konuşmak isteyenin önce bir sadaka vermesi gereği, konuşanların seslerini onun sesinden yüksek tutmamaları, evleneceği kadınların sayısı, gece ibadeti gibi… Çünkü bunlarla ilgili hükümlerin konusu sadece o zamanda vardı. Tabii olarak hükümleri de sadece o zamana ait olacaktı. Aynen, mesela Hz. Musa ile ilgili bir hüküm nakledilirken, bizim karinelerine bakarak bu hükmün sadece ona ait olduğunu bilmemiz gibi. Kur’an-ı Kerim’de geçmiş peygamberlerle ilgili anlatılan kıssalar hep böyledir. Nasıl onların bize verdiği, kendi hayatımızı onlara kıyas ederek dersler almamızdan ibaretse, az sayıdaki, konusu sadece indiği zamanda bulunan hükümler de öyledir.

İşte böyle konulara ait hükümlerin bugün uygulanmayışının tarihsellikle alakası yoktur, tarihte kalan şey konudur. Tabii olarak hükmü de konusuyla birlikte kalmış olacaktır.

Keza, belli şartlara bağlanan hükümler de sadece o şartlar bulunduğunda var olacaktır. Aslında her hükmün zımnen ya da sarahaten belirlenmiş muhatapları, konusu ve şartları vardır. O konu, muhatap ve o şartlar varsa hüküm vardır, yoksa yoktur. Hz. Ömer’in müellefe-i kulûba zekâttan pay vermemesinin izahı budur, yani bu adamların kalpleri bir türlü telif edilemiyor, demek ki, Kur’an-ı Kerim’in müellefe dediği kimseler bunlar değildir demiştir. Yoksa bu hüküm Resulüllah zamanına aitti, artık zamanı geçtiği için ben bunu uygulamıyorum dememişti. Nitekim sonraki fukaha zekâtın bu fonunu da aynen işletmişlerdir.

Onun fethettiği Irak/Sevad arazisini gaziler arasında taksim etmeyip sahiplerine bırakması da böyle bir içtihattır. Çünkü bu uygulama Hayber ve Mekke arazilerinde olduğu gibi, Resulüllah’ın iki uygulamasından biridir.

Ayrıca Kur’an-ı Kerim’deki emir ve yasakların hepsinin aynı bağlayıcılık düzeyinde olmadığını, başından beri usul bilen herkes bilir. Emir, usul diliyle yerine göre; vücup, nedb, tavsiye, irşad, tehdit, tercih, tahyir gibi pek çok anlama gelebilir. Bu durum, dilin tabiatının gereği olarak bütün dillerde böyledir ve ancak dile hâkimiyetle bilinebilir. Allah, ‘borçlandığınızda borcunuzu yazın‘ dedikten sonra, ‘ama birbirinize güveniyorsanız güveni suiistimal etmeyin‘ buyuruyorsa, işte bu karine ile ‘yazın’ emrinin zorunlu bir hüküm değil, bir tavsiye olduğu anlaşılır. Bugün bazı borçların yazılmıyor olması bu ayetin hükmünü asla o zamana hapsetmez. Yani bugün borçlandığında yazmayan, vacip bir hükmü terk etmiş olmaz, güveniyorsanız yazmazsınız, ama buna rağmen yazarsanız bir tavsiyeye uymuş ve iyi bir şey yapmış olursunuz. Kaldı ki bugün yazmayı gerektiren durumlar da çoğunluktadır.
O gün haram aylar dörttü, bugün buna kimse itibar etmiyor denmesi de anlamsızdır. Allah gökleri ve yeri yarattığı günden beri ayların sayısının kendi katında on iki olduğunu, bunların dördünün haram aylar olduğunu söylüyor. Bu gün neye dayanılarak bu hükmün artık geçerli olmadığını söyleyebiliriz? Mağlup Müslümanların yaşadığı gayri İslami bir toplumda durarak bunun anlamsız olduğunu düşünmek, yaşadığımız halin asıl, mutlak ve tarih üstü olduğunu sanmaktan ibarettir. Asıl anakronizm budur. Bugün savaşa biz mi karar veriyoruz ki, Haram Aylar’da savaşmayız diyelim? Kaldı ki, savaşı onlar başlatırsa siz de savaşın diye de ayrıca söyleniyor.

Allah, ‘düşmanlarınıza karşı elinizden geldiğince güç hazırlayın‘ buyurduktan sonra, ‘savaş atları edinin‘ demişse, bu hükmün farz olan birinci kısmının yanında, tavsiye olarak söylenen ikincisi bitmiş ve artık yürürlükten kalkmış olmaz, sade o şartlara göre bir örnek verme olarak alınır ve günün birinde aynı şartlar gelirse de bu aynı özelliğiyle aynen uygulanır. ‘Korku namazı’ da böyledir, benzer diğer hükümler de.

“Bugün sizin on kişiniz iki yüz kişilik düşmanı yener” (ona bir), dendikten sonra “sizin bin kişiniz iki bin kişilik düşmanı yener” (ikiye bir) denmesi de …

yazının devamını okumak için…