Tarihselcilik ve panteizm

İslam
Kur’an-ı Kerim’in tarihselci yöntemle yorumlanıp yorumlanamayacağını konuşuyorduk. Önce birkaç alıntı yapacağımızı söylemiştik. Tarih sırasına göre verdiğimiz bu alıntıların ikisi geçen ya...
EMOJİLE

Kur’an-ı Kerim’in tarihselci yöntemle yorumlanıp yorumlanamayacağını konuşuyorduk. Önce birkaç alıntı yapacağımızı söylemiştik. Tarih sırasına göre verdiğimiz bu alıntıların ikisi geçen yazımızda idi. Devam edelim.

“Meyerovitch’in belirttiği bu nokta bugün Batı dünyasında din adamlarının modern dünyanın istekleri karşısında dinin kurallarını bir “kaybedenler psikolojisi” ve “evrimsel rasyonalist” mantığıyla yorumlama yoluna gitmelerine neden olmaktadır. Artık Batılı bir din adamı Kitab-ı Mukaddes’te var olan domuz eti yasağını, domuz etinin Ortadoğu’ya yönelik tarihsel bir yasak olduğunu, soğutma yöntemlerine sahip olunmayan o tarihte Ortadoğu’nun kavurucu sıcağında domuz etinin çok çabuk bozulacağını, dolayısıyla da insan sağlığına zarar vereceğini, yasağın sebebinin bu olması gerektiğini son derece rahat bir şekilde söyleyebilir hale gelmiştir. Batı’nın yaşadığı bu tecrübeden hareketle bugün modernleşme karşısında İslam’ı bekleyen en büyük tehlikenin bu olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir”. Ali Köse 1999.

Yanlış anlamam varsa müsamahalarına sığınarak Tahsin Görgün’ün ilgili bir makalesinin bir bölümünü özetleyeceğim sonra da kolay yutulur gibi görülmeyen o vurucu tespitini kendi ifadeleriyle vereceğim.

Tarihselciliğin felsefi temelleri Alman düşünür Hegel’in tarih zaman ve değişim anlayışına dayanır. Ona göre tanrı denilen şey, her şeyin aslı olan mutlak ruhtur. Bu Mutlak Ruh, sabit bir varlık değildir, sürekli değişir ve oluşlar olarak karşımıza çıkar. Bu değişim o mutlak ruhun kendi kendisini gerçekleştirmesi ve objektif ruh haline dönüşmesi, yani görülür ve hissedilir olmasıdır. Bu oluşlarla mutlak ruh da yeniden oluşur, o da tekrar objektif ruh olarak dışa vurur ve bu süreç hep böyle devam edip gider. Yani mutlak anlamda varlıktan değil, ancak oluştan söz edebiliriz. Sanki değişmez olan tek şey değişmedir. (Benim özetim).
“Dikkat edilecek olursa, bu düşüncede… Tanrı ile âlem arasındaki ayrılık ortadan kaldırılarak, panteizme ulaşılmaktadır. Yani Alman tarihselciliği örneğinde görüleceği gibi, hesabı verilmiş bir tarihselcilik ancak panteizme dayanılarak mümkündür. Panteizm ise, kendi başına hesabı verilmesi gereken ve İslâmiyet’le alakası olmayan müstakil bir “din”dir. Panteizmi kabul etmeden tarihselci olmak ve tarihselci fikirleri savunmak, sadece hesabı verilmemiş bir yola girmek anlamına gelmektedir”. Tahsin Görgün, 2002.

Bu son cümle şunu demek istiyor olmalı; tutarlı ve dobra dobra bir tarihselci olacaksanız panteizmi kabul etmek zorundasınız. Panteizm, yani her şey tanrıdır, tanrının bir görüntüsüdür ve sürekli değişir. Hem tarihselciyim, hem de panteist değilim derseniz tutarlı değilsiniz, ideolojik davranıyorsunuz.

Mehmet Paçacı da şu cümlelerle özetlenen sunumunda sanki bunu anlatıyor:
“Fazlurrahman modernist, protestan ve oryantalist bir paradigma içinde hareket etmiştir… Tarihselcilik nereye çıkacağı belli olmayan bir tünel kazmak gibidir ve tarihselci yaklaşımın otantiklik sorunu bulunmaktadır”. Mehmet Paçacı 2002.

Tarih sırasına göre gittiğimiz için karşı görüş en sona kaldı:
“Geleneksel İslam düşüncesinde Kur’an bütün muhtevasıyla tarihüstü ve evrensel bir mesaj kabul edilir. Bu düşünceye göre Kur’an’daki her bir ayetin mana ve mesajı aksiyolojik açıdan aynı nitelikte ve dolayısıyla evrensel mahiyettedir. Kur’an’daki hiçbir ayete tarihsel bir mahiyet izafe edilemez. Çünkü Kur’an kıdem/ezelilik sıfatıyla muttasıf Allah’ın kelamıdır. Bu sıfatla muttasıf olan Allah’ın kelamı da kadim olmalıdır. Binaenaleyh Kur’an ahkâmına tarih, toplum ve kültür gibi hâdis unsurların temel oluşturması söz konusu değildir. Geleneksel Kur’an tasavvuru işte böyle bir içermeye sahiptir. Ancak bu tasavvur en azından bize göre yanlıştır. Her şeyden önce Kur’an baştan sona bütün muhtevasıyla tarihüstü rehberlik vasfını haiz değildir. Çünkü Kur’an’ın özellikle toplumsal düzen ve hukukla ilgili ahkâmının ekseriyeti değersel değil durumsal/konjonktürel niteliklidir. Bu durumsallık ise doğrudan doğruya vahyin nazil olduğu dönemdeki Arap toplumunun tarihsel, kültürel tecrübesi, dolayısıyla örf, adet ve geleneğiyle ilgilidir. Bu sebeple, söz konusu hükümler tüm zamanlarda uygulanması gereken hukuk kodları olarak vazedilmediği gibi ilk defa Kur’an’la birlikte insanlık tarihinin gündemine girmiş de değildir. Bilakis hemen tamamı İslam öncesi Arap toplumunun pratiğinde mevcuttur”. (Mustafa Öztürk, 2011)
Sıra kendi anladıklarımızda.