“Rüya ile amel edilmez”

İslam
Zuhal Erkek’in röportajı Bidat, mezhepler ve rüya çok tartışılan konulardan birkaç tanesidir. Bizlerde merak edilen bu konuları Prof. Dr. Faruk Beşer’e sorduk. MEVCUT OLAN İBADET ÇOĞALTILIP, AZA...
EMOJİLE

Zuhal Erkek’in röportajı

Bidat, mezhepler ve rüya çok tartışılan konulardan birkaç tanesidir. Bizlerde merak edilen bu konuları Prof. Dr. Faruk Beşer’e sorduk.

MEVCUT OLAN İBADET ÇOĞALTILIP, AZALTILAMAZ

Bidat nedir? Bidat çeşitleri nelerdir?

Bidat dinde sonradan ortaya çıkan ekleme ve çıkarmalardır. Biz dini alanı ikiye ayırırız. Deriz ki dinin bir sabit alanı vardır. Bir de değişken alanı vardır. Sabit alanı akide ve ibadetler alanıdır. Neye nasıl inanacağımızı, cennet cehennem, kitap, melek, şeytan, cin, öldükten sonra dirilme bunlar dinin akide alanlarıdırlar. Bunlar da herhangi bir değişme olmaz. Allah Rasulü bize nasıl öğretmişse, öğrettikleri dünyanın sonuna kadar aynı kalacaktır. İkinci olarak ibadetlerdir. İbadet alanlarında da değişme olmaz. İbadetler sadece mabudun hakkıdır. Allah ibadetlerin ne olacağını, bize elçisiyle anlatır.

Resulullah’ın öğrettiği ibadetlere, daha güzel olunur zannıyla/inancıyla yapılan her türlü ekleme ve çıkarma bidattir. Buna göre kimsenin bir ibadet türü ortaya koyma hakkı yoktur. Mevcut olan ibadeti çoğaltma ya da azaltma hakkı yoktur. Yani öğle namazını 6 rekât olsun deme hakkı yoktur. Filan gece 70 rekât namaz kılalım deme hakkı yoktur. İbadet Allah’ın hakkıdır. Şimdi bidati yeniden tanımlarsak; İslam’ın sabite dediğimiz değişmeyen alanında yani akidede ve ibadetlerde Resullah’tan sonra yapılan her türlü ekleme ve çıkarmalardır diyebiliriz. Ve Allah Rasulü’nün ifadesi ile “Bütün bidatler dalalettir ve bütün dalaletler insanı cehenneme götürür”. Hiç bir işe yaramaz.

Bir de dinin değişken alanı vardır. Zamana ve zemine göre verilen hükümler. Bu alan dinin değişen alanıdır. Ticarete, siyaset, yönetime, insani ve uluslararası ilişkilere dair bir takım uygulamalar değişebilirler. Bunlarda dinin değişken olan alanıdır.

BİDATİN GÜZELİ YA DA ÇİRKİNİ OLMAZ

İbadetlerde ve akidelerde sonradan çıkan her türlü ekleme ve çıkarmalardır diye tarif ettiğimiz zaman bidatin asla güzelinin, çirkinin olamayacağını görürüz. Daha doğrusu güzelinin olamayacağını görürüz. Bidatin hasenesi, seyyiesi olmaz. Çünkü efendimiz “bütün bidatler delalettir, bütün delaletler cehenneme götürür” diye söylemiştir. Dolayısıyla bidat konusunda tarihte özel olarak çalışan İmam Şatıbî, Rabbani, İmam Birgivi gibi insanlar bidatin güzelinin olmayacağını söylerler. Ama bidati sonradan çıkan her şey olarak tarif ederseniz; o zaman sonradan ortaya çıkan şeylerin bir kısmı güzeldir, olması da lazımdır. Oysa bunlar bidat değildir, bidat dinin sabite alanında yapılan ekleme ve çıkarmalardır.

DİNDE; KANDİL, MEVLİT VAR DEMEK BİDATTIR

Peki kandiller?

Kandile mevlit okumalar, ilahiler söylemeler bunlar birer eğlence olsun, ruhi istirahat olsun diye yapılırsa bunlarda sakınca olmaz. Din bunlarla güzel olur diye düşünülmezse bunlar bidat olmazlar. Yani şarkı da söyler, türkü de söyler. Fakat bunlar dindenmiş gibi yapılırsa; dinde kandil var, mevlit okutma var diye yapılırsa o zaman dinin esasına ekleme yapılacağı için bidat olur. Diyelim ki Kadir gecesinin fazileti hakkında sure var, hadisi şerifler var. Bu geceyi değerlendirelim; oruç tutalım, namaz kılalım bunlar bidat olmaz. Ama derse ki, Kadir Gecesi’nde 180 rekât namaz vardır, rekâtlarda şunlar okunur derse ve bu söyledikleri de peygamberimizin anlattıklarında yoksa o zaman ibadete şekil koyma ve zaman tayin etme insanın elinde olmadığı için bu insan bidat işlemiş olur.

İSLAM TARİHİNDE İLK MEZHEP SİYASİ OLAYLARDAN ÇIKTI

Mezhepler nasıl ortaya çıkmıştır?

Mezhep, kök anlamı ile gidilen yol demek. İnsan uygun gördüğü yöne doğru gittiği için, görüş ve kanaatlere de mezhep demişler. Ancak her hangi bir konudaki bir görüşe kavram anlamında mezhep denmez. Dini alandaki görüşler bütünü bir mezhep olabilir. Bu bakımdan mezhep imamları sistem filozoflarına benzer.

Hiçbir müçtehit bir mezhep kurmak üzere yola çıkmaz. Diğer bir deyişle, mezhep kurma bir hedef olamaz. Olursa bu, bölme ve ayrıştırma anlamına gelir ki, din bunu yasaklamıştır. Onun için mezhep imamı/kurucusu sayılan müçtehitlerin görüşleri kendi zamanlarında mezhepleşmemiştir. Hatta onların hepsi şu anlamda sözler söylemişlerdir: ‘Delilimi, yani neden öyle söylediğimi bilmeden kimse benim görüşümle amel etmesin’. Bu, Ebu Hanife’nin sözüdür. Ya da: ‘Bir yerde sahih bir hadis görürseniz benim mezhebim odur’. Bunu da bütün mezhep imamları söylemiştir.

MEZHEP İMAMLARI HAYATTAYKEN MEZHEP DİYE BİR ŞEY YOKTU

Hanefi Mezhebi ya da bir Şafii mezhebi yoktu. Bilahare adına ‘kurucu’ denecek bu imamlar vefat ettikten sonra onların öğrencileri, ya da sevenleri onların fikirlerini/içtihatlarını bir araya getirip benimsemiş ve mezhepleşmesini sağlamışlardır. Mezhep imamları hayatta iken kimse sadece bir âlime soru sormuyordu. Bu gün Ebu Hanife’ye soru sorup müşkülünü halleden, yarın İmam Şafii’ye sorabiliyordu. Ama sonradan mezhepler oluşunca bağlıları, benim üstadım, senin üstadın rekabetine girerek mezhepleri birbirinden yalıtladılar.

İslam tarihinde ilk mezhepleşme siyasi olaylar sebebiyledir. Belki buna ayrışma demek daha doğrudur. Ama ilginçtir ki, akidedeki mezhepleşmeyi körükleyen şey siyasi ayrışmalardır. Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasındaki savaşlar önce her ikisine de karşı olan Haricileri ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple tarihimizdeki ilk mezhep Hariciliktir diyebiliriz. Onlar her iki halife adayına da karşı çıkınca bu karşı çıkışın gerekçesini ve bir bakıma teolojisini hazırladılar.

Sonra Hz. Ali taraftarları olarak Şia ortaya çıktı. İlk Şia salt bir hak taraftarlığıdır ve Ebu Hanife’ye kadar sahabenin ve Tabiinin çoğu hakkın Hz. Ali’den yana olduğu kanaatindedir. Ebu Hanife de bu anlamda Şiidir. Ancak ondan sonra bu siyasi ayrışma da kendi akidesini pekiştirme yoluna gitti ve artık Şia bir akide mezhebi haline dönüştü. Siyasi argümanlarla beslenen bu akideye karşı olanlar da bir bakıma tepkisel olarak kendilerine Ehlisünnet ve’lcemaat adını uygun gördüler.

AVAMIN MEZHEBİ OLMAZ

Genelde anne babamız hangi mezhebe bağlıysa bizler de o mezhebe bağlanıyoruz. Bir mezhebe bağlı olmak şart mı?

Mezhep imamları hayatta iken bir Hanefi Mezhebi ya da bir Şafii mezhebi yoktu. Bilahare adına ‘kurucu’ denecek bu imamlar vefat ettikten sonra onların öğrencileri, ya da sevenleri onların fikirlerini/içtihatlarını bir araya getirip benimsemiş ve mezhepleşmesini sağlamışlardır. Onlar hayatta iken kimse sadece bir âlime soru sormuyordu. Bu gün Ebu Hanife’ye soru sorup müşkülünü halleden, yarın İmam Şafii’ye sorabiliyordu. Ama sonradan mezhepler oluşunca bağlıları, benim üstadım, senin üstadın rekabetine girerek mezhepleri birbirinden yalıtladılar. Derken insanlar kendilerini doğuştan bir mezhebin bağlısı olarak buldular ve herkes artık paket program gibi bir mezhebi bütünüyle kabul eden, diğerlerini de bütünüyle reddeden bir konumda oldu.

Oysa bu işin sağlıklı süreci şöyle olmalıydı: Her asırda yeterince müçtehit âlimler yetişmeli, onlar bir yönden ümmetin yeni yeni ortaya çıkan meselelerini hallederken, bir yönden de önceki içtihatların halen iş görecek olanlarını ayıklayıp yeniden inşa etmeli idiler. Buna Kardawi ‘intikaî içtihat’ diyor. İçtihadı; inşaî ve intikaî diye ikiye ayırıyor. Yeniden içtihat ve ayıklama içtihadı demek.

‘Avamın mezhebi olmaz, avamın mezhebi müftisinin mezhebidir’ kuralı bu anlama gelir. Yani âlim olmayan insanlar güvendikleri âlimlere sorarlar, onlar da onun konumuna uygun içtihadı bulup müşkülünü hallederler.

SALİH RÜYALAR ALLAH’TAN GELEN ESİNTİLERDİR

İslam’da rüyanın yeri nedir? İslam’a göre kaç çeşit rüya vardır? Rüya ile amel edilir mi?

Rüya 3 çeşittir diyor İbn-i Sirin; rüyalar ya rahmani işaretlerdir ya şeytanın korkutmalarıdır ya da insanın psikolojik durumuna, tokluğuna açlığına göre gördüğü malihulyalardır. Doğrusu hangisinin Rahmandan olduğunu anlamamız zordur. Allah’tan mıdır? Şeytan’dan bir korkutma mıdır? Nefsi durumlardan dolayı kaynaklanan bir rüya mıdır? Bilemeyiz, ama her ne olursa olsun salih rüyalar Allah’tan birer işarettir. Efendimiz (SAV) buyuruyor ki “Salih rüyalar, Allah’tan olan rüyalar peygamberliğin 46 cüzünden bir cüzdüler.” Allah’tan gelen vahiy değildirler ama esintilerdir. Uyuduğunuzda ruhunuz sizden çıkar, serbestçe dolaşır. Zaman ve mekân ortadan kalkar, geleceğe kadar gider. Sizin geleceğinize, geçmişinize gider. Siz o ruhun dolaştığı manzaraları görmüş olursunuz. Kalktığınızda anlatırsınız, 1 sene sonra belki sizin gördüğünüz rüya çıkar. Dolayısıyla rüyanın rahmani tarafı vardır. Ama dediğimiz gibi biz bunları ayıramadığımız için rüyalar ile amel etmeyiz. Rüyada büyük bir zat; filancayı öldür, falanca kişiye şu kadar para ver dedi diye böyle yapılmaz. Bunlar uygun olmaz. İnsanı bunlar yoldan çıkarabilir. Şeytani rüya olabilirler, dolayısıyla rüya ile amel edilmez ama rüyalar bize gelecekte olan pek çok şeyi gösterebilirler. Aslında rüyalar bize, Allah’ın geleceği bildiğini de gösterir. Çünkü bugünler de birileri “Allah geleceği bilmez” diye bir cümle söyledi. Bizler ruhumuzla, rüyamızla ilgile gelecekten bilgiler topluyor. Bizim ruhumuz gelecekten bilgiler alıyorda, Allah nasıl geleceği bilmez, çok cahilce bir iddia.

On5yirmi5.com