Müşrikler Bile “O”nun Temiz Ahlakına Şahitti

İslam
Zuhal Erkek-Engin Dinç’in röportajı “Alemlere rahmet olarak gönderildiği” belirtilen Hz. Muhammed Peygamber Efendimizin 1441. doğum günü kutlanıyor. Peygamberlik halkasını son üyesi ...
EMOJİLE

Zuhal Erkek-Engin Dinç’in röportajı

“Alemlere rahmet olarak gönderildiği” belirtilen Hz. Muhammed Peygamber Efendimizin 1441. doğum günü kutlanıyor. Peygamberlik halkasını son üyesi olan Hz. Muhammed’in nasıl bir hayatı olduğunu, kutlu mesajını nasıl yaydığını, nasıl bir örnek kişiliğe sahip olduğunu sizlere aktarabilmek için değerli ilahiyatçı ve Marmara İlahiyat Fakültesi Kurucu Dekanı Prof. Dr. Salih Tuğ ile konuştuk. 

 
MEKKE BİR METROPOLDÜ

"Alemlere rahmet olarak gönderildiği” belirtilen Hz. Muhammed’in insanlık tarihi için önemi nedir?

Peygamber Efendimiz (SAV) öyle bir muhitte dünyaya gelip büyüdü ki, bu muhit dış dünyaya kapalı bir yer değildi. Dış ülkelerle, doğu, batı, kuzey ülkeleri ile teması olan ve yaşanan olaylarla ilgili bilgisi olan bir geleneği olan toplum içindeydi. Mekke kapalı bir muhit değildir. Kabileler arası büyük şehirdir. Ümmül Kurra denir Arapça’da. İstanbul gibi büyükşehirdir. Etrafı küçük şehirlerle çevrilidir. Bu muhit sadece kabilelere açık bir muhit değildi. Uluslararası ticaret yolları da buradan geçiyordu. Romalılar ve Bizanslılar, Kızıldeniz’den geçerek Hint Okyanusuna ulaşıyorlardı. Ticari yollar buradan geçiyordu. Buradan Basra Körfezi’ne giden yollar vardı. Keza Yemen giden kara yolları vardı. Suriye, Mısır ve Filsitin’e giden hatta Irak’a ulaşan ticaret yolları vardı. Bu ticaret yolları üzerinde toplanan panayırlar, fuarlar kurulurdu. Mekke işte bu dış dünyaya açık muhitte bir ana şehir, metropoldü. Peygamberimiz böyle bir dünyada doğdu.

Kabe ise bu zamanlarda Arap Yarımadası’nın çeşitli kabilelerinin taptığı putların kopyaları olan bir mabet haline gelmişti. Bu mabet yani Kabe Hz. İbrahim tarafından Allah inancına göre yapılmış, oğlu İsmail ile birlikte bunu belli anlayışla dini ölçülerde gelecek nesillere hediye etmişti.  Ama sonradan putperest kabileler buraları hakimiyet altına aldılar. Putlarını getirip buraya koydular. Kendi putlarıyla takviye etmek suretiyle daha güçlü bir mabet yapacaklarını düşündüler.

 Peygamber Efendimizin ailesi de çok kuvvetli Kureyş kabilesindendi. Kureyş’e mensup bir babanın ve annenin oğluydu. Annesinin adı Amine babasının adı Abdullah’tı. Ama çocukluğunda yetim kalmıştı. Babasının tadına varamadan, baba hasretiyle büyümüştür. Bu yüzden efendimize “yetim” diyorum. Peygamber Efendimiz 8 yaşlarındayken Amine Hatun vefat etti. Böylece öksüz kaldı.  Hz. Muhammed (SAV) anne ve babasını kaybettikten sonra, Kureyş’in zengin ailelerinden olan dedesi Abdülmuttalip onu hep himaye etti. Dedesinin vefatından sonra amcası Ebu Talip’in himayesi altında büyüdü. Peygamber efendimiz de 18- 20 yaşlarından sonra ticarete ve daha sonra uluslararası ticarete başladı.  35 yaşına kadar ticaretle meşgul oldu. Hz. Hatice validemiz ile evlendi. Hz. Hatice ile 40-45 yaşlarına kadar evli kaldılar. Peygamberlik kendine geldiğinde Hira mağarasındaydı. Vahiy gelmeye başladığında burası efendimiz için inziva yeriydi. Mekke’yi yukardan görüyordu.

PEYGAMBER VAHİY YOLUYLA ALLAH’TAN ALDIĞI EMİRLERİ BİLDİREN KİMSEDİR

Hz. Muhammed’e peygamberlik burada geldi. Aldığı bilgileri etrafındakilere ulaştırması için inen ayetlerle, emirler geldi. "Kalk, bu ayetleri insanlara bildir" dendi. "Oku ve anlat" dendi. İlk anlattığı insanlardan biri Hatice validemizdir. Daha sonra Ali, Ebu Bekir’e anlattı. Küçücük bir cemaatle putperestlerin içinde tek Allah inancına dayalı bir iman halesi teşekkül etti. Peygamberimiz 40 yaşlarında peygamber olduktan sonra ticaret adamlığına son verdi. Ticareti bıraktı.

Peygamberlik nedir?  Bunu bilmemiz lazım. Bir ticaret adamından toplumu aydınlatan Allah ile kul arasında bir takım emirleri getiren, götüren ve insanlar arasında telkinde bulunan bir insan tipi ortaya çıkıyor. Ticaretle alakası yok. Kendisi şahsen tüccar ama o faaliyeti bırakmış. Peygamberlik Hz. Adem’den beri Allah’ın seçtiği bazı kullarını iyi insanlara, seçkin ve temiz insanlara emirlerini bildirmek üzere memur etmesidir. Mesela Hz.Adem ilk insan sıfatıyla Allah’ın emirlerini vermeye ve anlatmaya çalıştı kedini çocuklarına.

 Daha sonra peygamberler geldi, birçoğunun adı Kuran-ı Kerim’de adı geçmektedir. Peygamberler vahiy yoluyla Allah’tan aldıkları emirleri bildiren kimselerdir. Peygamberimizde bu zincirde, bu halkada peygamberler dizisinde en sonuncusu olmak üzere kendini gösterir. Nitekim 1400 seneden beri bir peygamber yeryüzünde görülmüyor. Ben peygamberim iddiası var ama onlar Bakırköy’de falan oturuyorlar. Onların oturdukları yerler hastaneler. O gibi kimseler müstesna.

Peygamberlerin getirip, bıraktığı kitaplar var. Hangi kitaplar bunlar? Peygamberimize gelen Kuran-ı Kerim, Hz İsa’nın biyografisinden bahseden İnciller. Şu kadar çok sayıda İncil’den bahsediliyor. En muteberleri 4 tane. Bir de Hz. Musa’ya gelen Tevrat var. Tevrat’ da din adamlarının “talmut” dediğimiz yorumlarından ibaret, Tevrat’ın şerh edilmesi, yorumlanmasından ibaret olan kitaplar var.

BUDA, İNCİR AĞACI’NDA NİRVANA’YA VARDI YANİ VAHİY ALDI

Bir de Hint dillerinde ve İran’da bazı peygamberlerin getirdiği dinlerin kitapları var. Vedalar… Ama bunlar Kuran’da zikredilmediği için biz bakıyoruz bazı hallerine, öğretilerine bakıyoruz onların da peygamber olduğunu anlamamız mümkün. Mesela bir ayet var. Orada Allah’ın önemli bir meseleye işaret etmek istediği zaman yemin ettiğini biliyoruz. Mesela yemin ederek gelen bir emri var. O emri söylüyor. Bu mesele gerçektir diyor, dikkat edin. “Vallahi Billahi” der gibi. Zeytin ağacı Hz İsa’yı, Tur-i Sina Musa’yı temsil eder. Peki, İncir ağacı neyi temsil eder? İncir Ağacı da Buda’yı temsil eder. Çünkü onların mukaddes kitaplarında Hindistan’da Buda incir ağacında Nirvana’ya vardı. Yani vahiy almaya başladı. Dolayısıyla incir ağacı da bir peygamber olan Buda’ya işaret eder… Ama Kuran-ı Kerim’de Buda’nın adı geçmediği için biz sadece yorumla söylüyoruz. Yorum yaparak söylüyoruz.

İşte bu kitaplarda biz evvelki peygamberlere gelmiş olan ve nihayet en sonuncu olan peygambere gelip insanlar için artık en son emirleri, nehiyleri ve yasakları içeren Kuran-ı Kerim’i görüyoruz. Peki diğer kitaplar ne oldu? Diğer kitapların hepsi iptal mi edildi? Diğer mukaddes kitaplar ne olacak? Şayet Kuran-ı Kerim’de açık seçik belirli bir hüküm bulamıyorsak, bir konu açılmamışsa o konu Tevrat’ta ve yahut İncil’de ya da diğer mukaddes kitaplarda mevcut ise onlara da itibar edilir. Onlardan da istifade edilir. Eski peygamberlerin tatbikatına müracaat edilir. Bu tatbikatı en açık şekilde dini bakımdan nerede göreceğiz? Dini kaynak olarak Kuran-ı Kerim’de göreceğiz. Kuran-ı Kerim’de uzun sayfalar, büyük sureler peygamberlerden bahsederler. Onların hayatlarından, din mücadelelerinden bahseder. İnsanlara dini anlatma, öğretme mücadelelerinden bahseder. İşte Kuran-ı Kerim’de onlarla ilgili bir takım bilgiler, varsa o bilgilerden istifade ederek Kuran-ı Kerim’i biz diğer kitaplarla kullanabiliriz. Kuran-ı Kerim en son kitap olduğu için diğer kitapların yerini almıştır. O kesin hükümdür.

MÜŞRİKLER BİLE PEYGAMBERİMİZİN TEMİZ AHLAKINA ŞAHİT OLDU

Peygamberimiz nasıl oldu da seçildi? Çok başarılı ticaret adamları vardı Mekke’de. Onlar niçin seçilmedi de veyahut Yemen’de diğer başka ülkelerde şehirler de yaşayan birçok insan varken neden peygamber olarak Hz. Muhammed seçildi? İşte burada peygamberlere mahsus “ismet” dediğimiz vasıf yatar. Onların karşılıksız, hiçbir menfaat beklemeden tertemiz bir ahlaka sahip olması lazım… Peygamberimiz de bunu görüyoruz. Bütün peygamberler masumdur. İsmet sahibidir. Bu temiz ahlak ve davranışlar peygamberimizde fazlasıyla vardı. Nereden anlıyoruz bunları? Müşrikler şahit oluyor peygamberimizin temiz ahlakına. Putperestler, peygamberimize, sözlerine, ayetlerdeki gerçeklere inanmasalar bile onun ahlakını beğeniyorlar, çok takdir ediyorlardı. Ona hatta “emin” adını vermişlerdi. “Muhammed El Emin” diyorlardı. El Emin ehliyetli, güvenilir demek. Güvenilir adam, sözünde duran adam, ahlakı muntazam adam. Başkasının malına göz atmayan adamdı. Emeği ile yaşayan, kendi emeğine dayalı bir hayat süren insan manasına geliyor bu kelime. Adaletli insan.

Örneğin Medine’de yaşana kabileler bir gün Kabe mabedini tamir edecekler. Tadilata başlıyorlar. Kabe’yi tamir ederlerken Hacer’ül Esveti alıyorlar ve o mukaddes taşın köşesini  de tamir ediyorlar. Daha sonra tamirat bitiyor mukaddes taşı yerine koyacaklar, her kabile koymak bizim hakkımız deyip, tartışmaya başlıyorlar. En sonunda "bu iş böyle olmaz kan dökülmesin bekleyelim. Kim Harem-i Şerife’ye girerse o karar versin" diyerek beklemeye başlıyorlar. Beklerlerken peygamberimiz içeri giriyor. Peygamberimiz içeri girince tam adamını bulduk diye kendi aralarında seviniyorlar. Efendimiz ne yapıyor biliyor musunuz? Hacer’ül Esvet taşını tek başına kaldırıp yerleştirebilir. Fakat o bunu yapmıyor. Bir örtü istiyor. Örtünün ortasına Hacer’ül Esvet taşını koyuyor. Üstüne koydukları örtünün her bir ucundan bir kabile şefinin tutmasını sağlıyor. Kaldırıyorlar ve o köşeye yerleştiriyorlar. Sonra peygamberimiz onların kaldırdığı taşı kendi elleriyle yerine yerleştiriyor. Adalete bakın siz. Hepsi çok memnun oluyorlar. Bu Peygamberimizin sorunu adalet ve nusret esasları dahilinde çözmek istediğinin en kuvvetli delilidir.

PEYGAMBERİMİZ MEKKE’NİN SAVAŞILMADAN MÜSLÜMANLARIN ELİNE GEÇMESİNİ İSTEDİ

Peygamberimiz Mekke’deki mücadelesinde çok eziyetler çekmekle beraber çok da başarılı olmuştur. Çektiği eziyetler nedeniyle Müslüman grupları çeşitli yerlere muhacir olarak gönderdi. Yemen taraflarına Nejlan’a, Habeşistan’a, Medine’ye gönderdiği muhacirler oldu. Sırf bu putperestlerin eziyetlerine tahammül edemedikleri için… Canlarına kast ediyordu, işkence ediyordu müşrikler. Sonra Allah’ın emri ile Medine’ye kendisi de hicret etti. Medine’de istediği teşkilatı kurdu. Kiminle kurdu? Müslümanlarla kurdu diyeceksiniz. Ama Medine’de bütün şehir Müslüman değil ki! Medine’nin o zamanki adı Yesrib idi. Bütün şehir Müslümanlardan ibaret değildi ki. Orada Yahudiler ve az da olsa Hıristiyanlar mevcuttu. Müşrik doluydu. Kabileler kaynıyordu. Yahudi ve müşrik putperest kabileler vardı. Buraya göç etti. Müşrik, Yahudi ve Müslüman grupları bir vahdet haline, birleşmiş hale getirdi. Medine dediğimiz bir şehir ortaya çıkardı. Herkes dininde serbestti. “Medine’nin arazileri şuradan ibarettir. Burası bütün bu cemaat tarafından Yahudi, müşrik ve Müslümanlar tarafından savunulacaktır. Herkesin savunma bütçesi kendisine aittir. Dini hareketler tamamen serbesttir. Dini kavgalar olursa birbirlerine yardım etmeyecekler.” biçiminde bir takım esaslar dâhilinde bu toplumu teşkilatlandırdı. Ama “Ben Medine’ye geldim bir şehir devletin sahibi oldum. Bunun da başkanlığına getirildim. O halde yürüyün Mekke’ye düşmanlık yapalım” gibi fikirle hiç hareket etmedi. Uzun zamana bağladı. Mekke’nin savaşılmazsızın Müslümanların eline tekrar geçmesini sağlama istedi.

 MEDİNE’DE KARDEŞLİK ANLAŞMASI YAPILDI

Medine dönemi Hz. Muhammed’in mesajını daha rahat yaydığı bir ortam oldu. Ensar ve muhacir arasındaki o müthiş kardeşlik anlayışını nasıl kurdu Hz. Muhammed?

Bu kardeşlik din kardeşliği meselesidir. Mekke’de başlamıştı bu zaten. Müslümanların birbirlerine infak etmeleri. İnfak bir terimdir. Kuran-ı Kerim’de geçer. Yani onun yardımına koşmak. Onun bütçesini kaldıramadığı yükleri yüklenmek. Her çeşit masraflarını karşılayabilmeleri için insanların birbirlerine yardım etmeleri. Bu ona yiyecek götürmeyi de gerektirir. Elbise götürmeyi de gerektirir. Eşya götürmeyi de gerektirir. Veya emek gerektiren işlerde emeğine yardım etmek şeklinde de olabilir. Müslümanlar arası yardımlaşma teşvik ediliyordu. Medine’ye hicretten sonra bunu müessese haline getirdi. Bunun başında “muahat” dediğimiz, kardeşlik anlaşması yapıldı. Müslümanlar kendi aralarında birbirlerinin topraklarını işleyecekler, gelirleri müşterek paylaşılacak, hayvanların ise gelirleri aralarında taksim edilecekti. Bu kardeşlik anlaşmasıdır. Muahat kardeşlik demek başka bir manası yok…

Mekke’de ahlaki kardeşlik anlayışı varken Medine’de hukuki bir anlayış ortaya çıktı “Komşuluk.” Ve kardeşlik anlaşması dediğimiz anlaşmalar ile insanlar birbirlerine bir nevi toplumda ortak haline geldiler. Buna bugünkü terimlerle sosyal mukabelede diyorlar. Yani sosyal anlaşma yapıldı. Bu anlaşmanın temelinde kardeşlik anlaşması var yani din kardeşliğidir. Hangi kabileye mensup olursan ol, hangi ırka mensup olursan ol, nereden gelirsen gel şayet Allah’ın birliğini, peygamberin onun kulu ve elçisi olduğunu kabul eden kimseler artık kardeştirler. Onlar ayrı bir ümmet, ayrı bir toplum teşkil ederler. Onun kabileyle, aileyle hiçbir alakası yok. Bu aileye karşı çıkmak manasında değil, onun üstüne çıkarak manevi kardeşlik, manevi birlik haline gelmeleri durumudur. Medine’de bu hukukileşti.

Bir de komşuluk meseleleri var. Fıkıh da dendiğine göre bir kimsenin evinde oturduğu sağ tarafında ve sol tarafında 40 ev olmak üzere komşuluk hukukuna sahiptir. Efendimiz komşuluktan çok fazla bahsetmiş. Komşuya karşı hürmet etmek, yardım etmek. O kadar çok bahsedermiş ki bu konudan, bir hadiste Sahabe diyor ki; "Bir müddet sonra zannet ki, komşu komşuya mirasçı olacak.”  Öyle bir şey olmamış tabi. Komşuluğun mirasa kadar geldiğine dair bir ayet veya hadis yok…

Bu sene Peygamberimizin doğumunun 1441. Yıldönümü kutlanmaktadır. Bu da Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle 14-20 Nisan arasında bütün Türkiyemizde, camilerde, kültür merkezlerinde televizyonlarda, radyolarda ve derneklerde halk, Peygamberimizin örnek ahlakı yani onun kardeşlik anlayışının ahlaki ve hukuki esasları gösterilecek. Bu sene ki konu bu. Kardeşlik anlaşmasının hem ahlaki tarafı vardır hem de hukuki tarafı vardır. Hukuki taraflarıyla beraber İslam’daki kardeşliğin ahlaki tarafları bir hafta boyunca 14-20 Nisan arasında bir hafta boyunca Türkiye çapında ele alınacaktır.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN YAŞADIĞI DÖNEME ASRI SAADET DİYORUZ

Neden Hz. Muhammed’in yaşadığı dönem Asrı Saadet olarak isimlendirilir?

Peygamberimizin hayatta bulunduğu senelere Asrı Saadet denir. Vefatından sonraki seneler öyle bir asır değildir. Ama peygamberimiz atfen söyleniyor. Peygamberimiz hayatta ve o toplumu idare ederken vahiy alırken ve peygamber olarak onun bulunduğu topluma "Asrı Saadet" diyoruz. Asır 100 sene demek. Ama “Asrı Saadet” bir devirdir yani. Peygamberimiz Mekke ve Medine’de 23 sene peygamber olarak yaşadı. Bu 23 sene işte “Asrı Saadet”tir. Peygamberimizin ister Mekke’de Hicret’ten evvel, ister Hicret’ten sonra Medine’de bulunduğu senelere Asrı Saadet diyoruz. Bunu ondan sonra sahabenin sağlığına da getirenler var ama Asrı Saadet itibaridir, yorumdur. Yoruma dayalıdır. Ne Kuran-ı Kerim’de yazar, ne hadislerde geçer. Biz söylüyoruz onu. Neden söylüyoruz bu şekilde Peygamberimiz var o günlerde, o senelerde. Mükemmel toplumlar çıkarmak bütün toplumların bugün de vazifesidir. Çin’den Maçin’e kuzeyde, güneyde, doğuda, batıda bütün ülkeler, devletler saadetli toplumlar, mutlu toplumlar ortaya çıkarmak ister. Ne kadar başarılı olurlar o ayı bir mesele. O tabi bir takım ölçülere bakmak suretiyle mutlu olup olmadığını karar verebiliriz.

Hz. Muhammed’in vefatından önce Veda Hutbesi’nde çok önemli mesajları oldu. Hz. Muhammed Veda Hutbesi’yle Müslümanlara nasıl bir mesaj bıraktı?

Veda Hutbesi sembolik bir çağrıdır. Efendimiz Veda Hutbesi’ni Arafat’taki Cebelür Rahme denilen kayalık tepede gerçekleştirdi. Çok büyük değil bu tepe. 20, 30 metre yüksekliğinde genişçe bir alan. Kayalıkların arasından tırmanarak çıkarsınız.  Oradan hitap etmiştir. Arafat ovası çok geniş bir ova. Orada ses her tarafa duyulmaz. Ama birbirlerine naklederlerdi. Yapılan tahminlere göre 100-150 bin kadar Müslüman toplanmıştı. Birbirlerine bağırarak sesi naklederlerdi.  150 bin kişi peygamberimizin söylediğinden haberdar oldu. Bir nevi Kuran-ı Kerim’i hülasa eden cümlelerdir onlar. Bu son veda hutbesi. Hutbe demek, nutuk demektir. Bu nutukta insanların kardeşlik meselelerine değinmiştir. Hanımların emanet olduğu meselesine temas etmiştir. Allah’ın birliğinden bahsetmiştir. Böylece Müslümanların Kuran-ı Kerim esaslarında yürümelerini sağlamıştır.

Keza bir takvim meselesi vardır. Takvim meselesi putperestler ay takviminin içine güneş takvimini karıştırmak suretiyle hac günleri ile oynuyorlardı. Hac günlerinin hep güneş takvimine göre ayarlanmasını sağlıyorlardı. Ama Kuran-ı Kerim’de takvim,  Allah’ın indinde ay takvimine göre yapılmış takvimdir. Bu ay takvimine göre zamanı tayin ve tespit etmek ve kullanmak İslam öncesinde de vardır. Türklerde, Mezepotamya’da, Mısır’da vardır. Bütün medeniyetlerde ayın hareketlerine göre takvim yapmak bir de güneşin hareketlerine göre takvim yapmak vardır. İşte peygamberimiz bu halis ay takviminin ne olduğunu orada söyledi. Müşriklerin bu takvimle oynamalarını reddetti ve istemedi. Böylece dini ibadetlerimizde ay takvimi kullanıyoruz.

KUR’AN PEYGAMBERİMİZ İÇİN “O SİZLER İÇİN EN İYİ ÖRNEKTİR” DİYOR

Hocam, ben biraz da Hz. Muhammed’in tüm insanlık için örnek teşkil edecek özelliklerinden bahsetmenizi rica edeceğim. Örneğin, bir eş, bir baba, bir devlet başkanı vs. olarak Hz. Muhammed’in insanlara örnekliğini nasıl anlatırsınız?

Peygamberlerin örneklik vasfına dair önemli işaretler var Kuran-ı Kerim’de. “O sizler için en iyi örnektir.” diyor. Yani onun davranışları, sözleri ve yaşayışı sizin için bir takım örnek vasıflara sahiptir, siz onun yolundan gidin diyor. Allah’tan aldığı vahiyleri insanlara tebliğ etmesi bir örnekliktir. En başta gelir belki. Bu tebliğ işi örnekliktir. Bunu insanlara tebliğ etmek lazım. Ama bir de bunun peygamberliği var. Peygamberliği taklit edilmez. Allah ile onun arasında bir meseledir. Son peygamberinde o olduğu söyleniyor. Ve son Peygamber olunca insanlar peygamberlik örneği peşinde koşamazlar. Allah’ın mütedeyyin, zahit ve alim kulları vardır. Onlar bir takım sezgilerle doğru yolları insanlara söyleyebilirler. Ama şahsi görüşlerini böylece söylemiş olabilirler. Ama “Ben vahiy alıyorum, gerçek budur, Allah böyle emrediyor” diyen kimsenin bugün adresi değişiktir.

Onun yaşayışı toplumda bir aile babası, bir çocuk babası, evlenmiş bir kimse olarak önemlidir. Hz. Hatice ile 25 ila 45 yaşlarına kadar yani 20 sene kadar evli kaldı.  Ondan sonraki evlilikleri vardır. Bu evlilikler kabileler arası dostluk teması oluşturmak, onları toparlamak ve onları yan yana getirmek için toplumda aralarındaki husumeti bertaraf etmek için yapılmış akitlerdir, nikahlardır. Savaş yapıyor, vergi topluyor, devlet başkanıdır aynı zamanda peygamberimiz. Toplumun hukuki sorunlarını çözüyor. Peygamberimizin; ister askeri kumandan olarak, ister hükümet başkanı olarak, ister yargıdaki hareketleri ister aile babası olarak örnek davranışları ve komşuluk ilişkilerinde bulunduğu insanlar var tabiî ki. Böyle bir kimsenin örnekliği söz konusudur. En son peygamberin bize getirip bıraktığı Kuran-ı Kerim ile Peygamberimizin örnek hadisleri vardır. Hadislerdeki hikmetli sözlerle biz yolumuzu tayin ederiz.

HZ. MUHAMMED HİÇ TANIMADIĞI KİMSELERE BİLE ÇOK MÜTEBESSİMDİ

Biz bir gençlik sitesiyiz. Hz. Muhammed’in gençlere yaklaşımını ve onlarla ilişkisini de kısaca sizden almak isteriz.

Ben küçükken, Peygamberimizi asık suratlı bir kimse olarak düşünürdüm. Vuran, kıran falan. Ama ileriki yaşlarımda hadislere inip gördüm ki, Peygamberimiz çok şefkatli. Özellikle yaşlılara karşı çok şefkatli. Kendi akrabaları veya kendi çocuklarına karşı çok muhabbetli. Hiç tanımadığı kimselere bile çok mütebessim. Çok şakacı, sulu manasında değil nüktedan bir şakacı. Kendiside gülüyor, tebessüm ediyor. İnsanları da güldürüyor. Bu tarafları ile sonradan tanıdım peygamberimizi. Bakın hadislere görürsünüz peygamberimizin ne kadar nüktedan olduğunu. Örneğin bir gün her zaman yaptığı gibi hanımlara İslam’ı anlatıyor. Erkeklere ayrı, kadınlara ayrı hitap etmektedir. Erkeklerle kadınlar arasında karmaşa olmasın diye onlara ayrı ayrı hitap ediyor. Bir gün geliyor, “size çok önemli bir haber edeceğim. Bu kocakarılar var ya, yaşlılar, bunlar cennete girmeyecekler” diyor. Kadınlar başlıyorlar ağlamaya. Kadınların gözyaşı döktüklerini görünce, “ama” diyor, “Bu yaşlılar, cennete bu yaşlı halleri ile giremeyecek. Gençlik senelerindeki teravetle girecekler” diyor.  Yani kocakarılar gençlik halleriyle, 15-25 yaşları gibi, en taze halleriyle cennete girecekler diyor. Bu sefer memnuniyetten gözyaşı dökmeye başlıyorlar. Bu hanımları çok memnun ediyor.

Peygamberimiz şiddetli davrandığı zamanlarda var. Sadece nükteden davrandığı zamanlar yok. Peygamberimiz şeditte davranıyor. Ceza da vermiş, ağır cezalar da vermiş. Affedici tarafı var. Affedebiliyor, bilhassa ceza davalarında. Delil eksikse, şahit şüpheli şeyler söylüyorsa, “bırakın onu” diyor. Şüpheli çünkü. Ama kesin kanıt varsa Kuran-ı Kerim’e göre cezasını vermiş.

Sahabe bazen cahilce sorular soruyordu. Mesela "ruh nedir" diyorlardı. Efendimiz de "ben size bana bildirildiği kadar söylerim" diyordu. “Allah ne kadar bana öğrettiyse onu size söylerim” diyordu. Israrla sorarlarsa kızarırdı, damarları kabarırdı, öfkelenirdi. “Vahiy yoluyla ne kadar öğretildi ise onları biliyorum” derdi. Şiddetli davrandığı da olmuştur. Azarladığı kişiler de olmuştur. Mesela bir gün pazarı dolaşırken hurma satan bir satıcının yanına yaklaşıyor. Hurma tezgahına elini daldırıyor. Hissediyor ki, hurmanın üstü kuru, altı ıslak. “Niçin böyle yaptın?” diyerek hesap soruyor. Ve o satıcıyı azarlıyor. “Affedersin” falan deyip, nüktede yapmıyor. Kabahatini yüzüne vuruyor. Cezayı gerektiren her yerde uygulamayı biliyordu.

TÜRKİYE’DE İLAHİYAT ÇALIŞMALARI ÇOK İLERLEDİ

Biraz da siret çalışmalarından bahsetmek istiyorum. Siz Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın en yakın dostlarından ve onun öğrencilerindendiniz. Hamidullah’ın İslam Peygamberi isimli eserini de çevirdiniz. Bize biraz Hamidullah’tan bahseder misiniz? Ayrıca günümüz siret çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de ilahiyat çalışmaları çok ilerledi. İlahiyat ilimleri ile 1950 yıllarından itibaren meşgul olmaya başladım. O devirlerde çok basit ve halk kültürü dediğimiz cep kitapları verilirdi. Hz Ali’nin kahramanlıkları, Uhud savaşı gibi olayları anlatan kitaplar verilirdi. Büyük büyük meseleler, kahramanlıklar anlatılırdı. Sonra İslam kültürünü anlatan bir takım dergiler çıkmaya başladı. O koleksiyonlara milli kütüphaneden ulaşabilseniz seviyesinin ne kadar düşük olduğunu görürsünüz ama yanlış değillerdir. Sadece araştırmaya dayalı modern makaleler değildirler. Bilgi vermeye çalışıyor. İmam Hatip ve ilahiyat fakültelerinin açılması, Yüksek İslam Enstitülerinin açılması çok kıymetli örgün eğitimden yetişmiş, ‘master’ını, doktorasını yapmış gençler yetişti. Bunlar tabi ilahiyat fakültelerinde profesör oldu, kimisi benim gibi emekli de oldu. Bu devrede, bu örgün eğitimde 49 ve 50 senelerinden itibaren imam hatip okulu kuruldu. Buralarda yetişmiş olanlar bir takım kitaplar yazmaya başladı. Bunların kitap yazdığı alanlardan biri de siyer ile ilgilidir. Siyer yazımı Hamidullah Hoca ile başladı diyemeyiz. Mesela eski nesillere ait Zulmetten Nura kitabının yazmış olan Mehmed Şemseddin Günaltay isimli bir başvekilimiz var. Siyer konusu özellikle 50’li senelerden sonra yazılmaya başlandı. Hamidullah Hoca da işi teşvik eder mahiyette olmuştur. Nihai bir nokta koymamıştır. Daha nice kitaplar yazılmıştır. Peygamberimizle ilgili makaleler ilmi dergilerde kendisini gösterir. Peygamberimizin ticari hayatını, komşuluk ilişkilerini ortaya çıkarmak için kitaplar yazılmıştır. Bunların hepsi akademik, kıymetli çalışmalardır. Yanıltıcı kitaplar yok mu, elbette var. Türkiye imam hatip ve ilahiyat fakülteleri sayesinde yetişen elemanlar vasıtasıyla bugünkü seviyesi yüksek noktaya gelmiş vaziyettedir. Bu arada yayınevleri çoğaldı.

Bugün için üniversitelerde akademik yapısı çok güçlü dergilerimiz var. Üniversitelerde master ve doktora tezleri var. Hocaların verdiği monografiler var. Bir de halk kesiminden de bu işe katılanlar var. Örneğin Asım Köksal eski nesilden, cumhuriyet öncesinden doğmuş, gençliği cumhuriyet zamanında geçmiş diyanet işlerinde vazifesi olan bir kimse. Bunun İslam Tarihi diye bir kitabı var.  O eserde peygamberimizin hayatından bol bol bahsediyor. Buna benzer kitaplar da var. Onun dışındaki yetişmiş kimselerin siyer ve İslam’la ilgili eserleri var. Bu arada çok miktarda Kuran-ı Kerim meali ortaya çıktı. Diyanet İşleri Teşkilatı da üniversitelerdeki gibi, teşkilatlanma ve kanunlar bakımından bir zemine oturtulmuş vaziyettedir. Türkiye’de din hizmetlerin görülmesinde, halkın dini konularda aydınlatılmasında müftülükler aracılığı ile merkez teşkilatı halkı siyer, fıkıh ve diğer konularla ilgili halkı aydınlatmaya çalışmaktadırlar.

4+4+4 TÜRKİYE’DE İCAT EDİLMEDİ

Siz Marmara İlahiyat’ın da kurucu dekanısınız. Buradan hareketle Türkiye’de din eğitiminin ne durumda olduğunu sormak istiyorum. Bu bağlamda 4+4+4 sisteminde Kuran ve Siret dersleri verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu kesintili eğitim, 4+4+4 şeklinde sadece Türkiye’de icat edilmiş bir şey değil. Aynı şeyi Batı’da da görüyoruz. Batı ülkelerinde tecrübe edilmiş bir şey olduğunu okuyoruz.  Almanya’da bu 4+4+4 meselesi gençlerin önce kabiliyetine göre mesleklere yönetilmesi meselesinden dolayı çok önemli. Öyle kimseler vardır ki edebiyata, musikiye yeteneği vardır. Mesele; edebiyata, tıbba, musikiye uygun insanları bulup çıkarma meselesidir. Öyle kimseler vardır ki içine kapanıktır. Bu insan hukuk fakültesine gidemez. Çok konuşan biriyse hukuk fakültesi tercihi olabilir. Türkiye’de özellikle eksik olan anaokulu eğitimidir. Okul öncesi eğitimden geçmiş öğrencimiz az. Müessese yok, üstün zekalılara açılan bir kaç yer var. Onun dışında fazla bir şey yok. Okul öncesi eğitime de yol açıyor bu sistem. Okul öncesinde öğrencileri disipline edecek. Böylece o boşluk doldurulacak. Türkiye’de anaokuldan geçmiş çocukların sayısı ya yüze 10’dur veya 15’dir. Gelin Japonya veya Almanya’ya yüzde 80 veya 90’dır. İngiltere’de, Fransa’da okulda öğrenme disiplini verilir. Şarkılar, şiirler ezberletilir, danslar edilir, el hünerleri öğretilir. Bu sistem bunu telafi edecek. Anaokullu çocukların okullu olmasını sağlıyor. Bu sistem Batı’da denenmiş, Türkiyemiz’de de denenecek. İnşallah başarılı olacak.

Bazı aileler çocuklarını imam hatip liselerine vermek istemiyorlar. Biz çocuğumuzu imam yapacak değiliz diyorlar. Ben kendi çocuklarımı imam hatipe verdim. Burada sadece dini bilgiler değil onun yanında ortaokul, lise kısmında bütün müfredatlar vardı, artı din ilimleri vardı. Bunlar öğretiliyor. Dolayısıyla “ben çocuğumu imam yapacak değilim” diyen ailenin çocuğu düz liseye gidiyor ve hiçbir mesleği olmuyor. Bu çocuk birden üniversiteye gitmesi gerektiğini hissediyor. Bu lise kısmında çocuklarını dini bilgilerine örgün olarak ulaşmasını önlüyor. Kesintili eğitimde kabiliyetine göre yönlendirme var. İyi öğretmenler çocukları iyi seçerse hangi mesleğe yatkın olduğunu tahmin edebilir. Bu sistem meslek adına, adam yetiştirme adına güzel bir sistem olacak. Bazıları imam hatipe, sağlık meslek lisesine, düz liseye sevk edilecektir. Örneğin hocası meslek lisesine verdi, marangozluk eğitimi aldıracak. Ne olacak bu çocuk liseyi bitirdikten sonra marangoz mu olacak? Olabilir de, ama eğer kabiliyeti varsa üniversiteye gidip bu işin bölümünü okuyup mühendis de olabilir. Kabiliyete, fıtri yapısına göre meslek edinecekler. Herkesin düz liseden mezun olması herkesi mesleksiz hala getiriyor. İş yapacak adam çıkmıyor.

PEYGAMBERİMİZ “DÜĞÜNLERİNİZİ MUSİKİ ALETLERİ İLE YAPIN” DERDİ

Kutlu doğum haftası nedeniyle lazerli veya havaii fişek gibi kutlamaları yapılıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Peygamberimiz eğlenceden kaçmamış. Sosyal hayatta eğlenceyi de kabul ediyor. Bazı cambazlar gelirmiş, tiyatro ekipleri gelirmiş onları seyredermiş ve seyrettirirmiş. Eğlenceyi yasaklamamış, şarkı da dinlemiş. Alette kullanmış. “Düğünlerimizi musiki aletleri ile yapın, namelerle zenginleştirin” demiştir. “Sevincinizi gösterin” demiştir. Peygamberimiz en son peygamber. Peygamberimizin doğum gününde de biz eğlenmeliyiz, sevinmeliyiz. Bunun için israfa ve gayri ahlaki bir takım şeylere girmemek suretiyle her şeyi yapabiliriz.

on5yirmi5.com