Kur’an okurken nelere dikkat etmeli!

İslam
Abdullah Yıldız Hoca, hizmet duraklarından Siyer Araştırmaları Merkezi’ndeki seminerinde Kur’an’ın nasıl okunması gerektiğinden ve Kur’an okumanın öneminden bahsetti. Hallac-ı ...
EMOJİLE

Abdullah Yıldız Hoca, hizmet duraklarından Siyer Araştırmaları Merkezi’ndeki seminerinde Kur’an’ın nasıl okunması gerektiğinden ve Kur’an okumanın öneminden bahsetti.

Hallac-ı Mansur’a babasının verdiği çok güzel bir öğüt vardır: “Evladım nefsin seni meşgul etmeden sen nefsini meşgul et.” Bu sözle amel eden öyle kimseler var ki bir hizmetten ötekine koşuşturup dururlar. Zaten hain nefsi dize getirmenin hizmetten başka bir çaresi de yoktur. Çare, din-i mübin-i İslam için gece gündüz koşturmaktır. İnşallah Allah bizi de onlardan eder.
Allah’ın davası uğrunda harcanan emeklerin hiçbirisi boşa gitmez. Bizi görüp gözeten Yüce Rabbimiz mutlaka onları değerlendirir. Niyetimiz ne ise kazancımız da o istikamette olur. Yaptıklarımızın karşılığını eğer bu dünyada tastamam almışsak, öbür tarafta ellerimiz bomboş kalabilir. İnşallah “Hem sevap kazanıyoruz, hem para kazanıyoruz” aldatmacasına kananlardan olmayız. Bu söz, ilk bakışta güzel bir söz gibi duruyor ancak o sözün açtığı kapıdan içeriye girildiğinde, bu sefer elinizle birlikte kolunuzu kaptırdığınızı fark ediyorsunuz.
İşin en acı tarafı ise çok sınavları atlatıp da imtihanın maddeyle alakalı olan kısmında çuvallamak. Allah cümlemizi muhafaza etsin. İslam’a hizmet etmenin ve onu tebliğ etmenin prensiplerini âlimlerimiz derleyip toparlamışlardır. Onların anlattığına göre benim Peygamberim tebliğ karşılığında maddi bir değer almış değil. Onun eshabı, tabiini ve etba-ü tabiini de ücret istememişler. Bu dinin âlimleri, arifleri, füzalası da böyle yapmışlar. Onlar ücretlerini Allah’tan istemişler.

Kendime örnek aldığım bir büyüğüm
Gerek İslam’a hizmet etmek için koşuşturma anlamında olsun, gerekse Allah için her davete katılma gayreti açısından olsun takdirlerimizi toplayan çok kıymetli hocalarımız var. Bu hocalarımız Allah’ın izni ile şehrin öteki ucundan koşup gelen Habib-i Neccar gibi dinleri için koşuşturuyorlar. Habib-i Neccar’ın dediği “Onlar sizden ücret istemiyorlar” sırrına da vakıflar.
İslam’a hizmet yolundaki bitmeyen gayretlerinden dolayı kendime örnek aldığım Abdullah Yıldız Hocamız işte tam da bu bahsettiğimiz büyüklerimizden… Onunla her görüşmemizde kendisinin bu yönüne dair bir güzellikle daha karşılaşıyorum. Her karşılaştığı insana mutlaka bir şeyler anlatmaya çalışması, konferans öncesindeki üç beş dakikayı bile Allah’ın dinine dair bir meseleye ayırması, “bizim yazılarımızı da oku değerlendir” diyen talebeleri kırmaması, gittiği camilerde vaaz u nasihat etmesi ve daha sayamayacağımız birçok özelliği onun bu güzelliklerinden…

Bilindiği gibi Abdullah Yıldız Hoca hizmetlerini Fatih’teki Araştırma ve Kültür Vakfı’nda yoğunlaştırıyor. Onun dışında haftanın birçok günü de farklı yerlerde dersler yapıyor. Abdullah Yıldız Hocamızın hizmet duraklarından bir tanesi de ayda bir defa seminer verdiği Eyüp Sultan’daki Siyer Araştırmaları Merkezi. Geçtiğimiz günlerde Abdullah Yıldız Hocamızla beraber oraya gitmek nasip oldu. Orada ömrünü siyere vakfetmiş olan Muhammed Emin Yıldırım Hocamızın kardeşi Ömür Yıldırım Bey’le tanıştık. Samimiyetlerine, iyi duygularına şahit olduk. Ayrılırken de, “İnşallah bu dernek büyüdükçe samimiyetiniz hep aynı kalır” diye dua ettik.

Kur’an okumaya başlarken yapılması gerekenler
Abdullah Yıldız Hocamız burada verdiği seminerinde Kur’an okumaya başlarken yapılması gerekenleri sistematik bir şekilde anlattı. Bizi entelektüel bilgi çokluğuna boğmaktan ziyade, temel dinî bilgi anlamında doyurmaya gayret etti. Özellikle konuyu eshab-ı kiramın hayat hikâyeleri ile süslemesi, anlatımını daha da tesirli bir hale getirdi.

Konuşmasının başında yeryüzünde nasıl okunulması gerektiğini, nasıl anlaşılması gerektiğini, nasıl yaşanılması gerektiğini anlatan tek kitabın Kur’an-ı Kerim olduğunu söyleyen Abdullah Yıldız Hoca, bu seminerde metot olarak Kur’an ayetlerini ve Peygamberin tecrübelerini birlikte düşünerek, eshabının da tecrübelerini dikkate alarak, bugünle ilgili açılım yapmaya çalışacağını söyledi.
Nahl Suresi 98. ayetinde bildirildiği üzere Kur’an okumaya başlamadan önce istiaze okumak yani kovulmuş şeytandan Allah’a sığınmak gerektiğini, sonra Alak Suresi’ndeki “Yaratan Rabbinin adıyla oku” buyruğuna göre besmele çekmek gerektiğini söyleyen Abdullah Yıldız Hoca, bunlardan sonra da tebettül halinde Kur’an’ı okumak gerektiğini ifade etti. Tebettül kavramını ise şöyle açtı: “Tebettül, yani dünyadan elimizi eteğimizi, gönlümüzü çekip Kur’an’a yönelmek. Nefsani etkilere kalbimizi, gönlümüzü kapatarak Kur’an okumak. Güncel bir ifadeyle şeytanî felsefe ve şeytanî “-izm”lere kulaklarımızı ve gönlümüzü kapatarak Kur’an’ı okumaktır.”

Şeytan sizin düşmanınızdır
Şeytana karşı çok uyanık olmak lazım geldiğini ve Fatır Suresi 6. ayetindeki “Şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman edinin” buyruğunu aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini söyleyen Abdullah Yıldız Hoca, sözlerine şöyle devam etti: “Şeytan sizin fark etmediğiniz yerden size yaklaşır ve vesvese verir. Şeytanın önden, arkadan, sağdan, soldan yaklaşması farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bu konuda âlimlerin, müfessirlerin, tasavvuf ehlinin, ariflerin çok güzel yorumları vardır. Mesela sağdan yaklaşmasının size iyi bir şey yaptırmak telkini ile yaklaşması olduğunu söylerler. Biz şeytanın vesvesesine karşı çok dikkatli olmalıyız. Mesela Kur’an okurken salihleri metheden ayetleri okuduğumuz zaman kendimizi onlardan saymamalı, belki o vasıflara layık ibadet edenleri görmeliyiz. Veya ehl-i kitaptan bahseden ayetlerle karşılaştığımızda ‘Burada onlara diyor ama acaba bana da bir mesaj var mı’ diye düşünmeliyiz. Bir anlamı kavradığımız zaman da, ‘Bunu ben buldum ilk defa’ gibi laflar etmemeliyiz. Zira insan hakikati bulduğunu sandığı anda tam da nefsine yenilmiş olabilir.”

Kur’an okumaya başlarken istiaze çok önemli
Kur’an okumaya başlarken istiazenin unutulmaması gerektiğini söyleyen Abdullah Yıldız Hoca, bu konuda şunları söyledi: “İmam Cafer-i Sadık diyor ki: ‘Kur’an okumadan önce istiazenin emredilmesinin sebebi, dilini gıybet, yalan ve dedikodu gibi şeylerle kirleten insanın dilini istiaze ile temizlemesi ve Rabbi’nin kelamını temiz bir lisanla ağzına alması gerekliliğidir.’ Takvanın bir anlamı da güçlü bir himayeye girmek suretiyle bir takım kötülüklerden korunmaktır. İstiaze hepinizin bildiği euzü besmelenin baş kısmıdır. Ama Nas ve Felak sureleri de istiaze olarak okunabilir. İmam

"Gazali bunu okumayı tavsiye eder.”

Abdullah Yıldız Hoca, Nas ve Felak Suresi’nin istiaze olarak okunmasına dair bir de şunu söyledi: “Efendimiz eshabına şeytandan Allah’a sığınmanın yolunu öğretmiştir. Ukbe bin Amir El Cüheni isminde, Medine’nin dış mahallerinde çobanlık yapan bir sahabe var. Çobanlar her gün nöbetle efendimizi dinlemeye gidiyorlar. Fakat El Cüheni’yi Efendimizi bir gün dinlemek kesmiyor. Gidiyor koyunlarını satıyor ve Efendimizin dizinin dibine oturuyor. Onun görevlerinden biri de Efendimiz bir yere gideceği zaman devesinin yularından tutup götürmek. Bir gün beraber bir yere giderlerken kum fırtınası çıkıyor. Efendimiz onu devenin terkisine bindiriyor. Efendimizin devesinin terkisine binen tek sahabedir. Orada Cüheni diyor ki: ‘Resulullah bana iki sure öğretti. Felak ve Nas sureleri… Ben ölünceye kadar bu sureleri okumadan yatmadım.’”

20. yüzyıl insanının hesabı çok zor olacak

Yıllar önce, bütün nimetlerden sorulacağımıza dair Tekasür Suresi’nin son ayeti ile ilk karşılaştığımda çay içerken bardağımın dibinde bir gram bile bırakmamaya başlamıştım. Zira zerre miktarı bile olsa bir nimetin hesabının sorulacağını bu ayetten anlamıştım. Ancak Abdullah Yıldız Hoca’dan bu ayeti Efendimizin ne zaman okuduğuna dair bilgiyi öğrenince, bu ayetin bendeki tesiri daha da arttı.

Her lokmamızda düşünmemiz gereken bu hakikatle ilgili olarak Abdullah Yıldız Hoca şunları söyledi: “Ebu Hureyre bir gün açlıktan uyuyamıyor ve mutad dışı bir zamanda mescide namaz kılmak için gidiyor. Namazdan sonra kapıdaki bir hurma kütüğüne dayanıyor. Biraz sonra açlıktan uyuyamayan Hz. Ömer de namaz için mescide geliyor. Sonra Hz. Ebubekir geliyor ve namazını kılıyor. Sonra Efendimiz de geliyor. Hepsi de açlıktan mustaripler. Artık kaç gündür aç olduklarını bilemiyoruz. Efendimiz onlara; ‘Ant olsun sizi rahatsız eden şey beni de rahatsız etmiştir’ diyor ve onları Ebul Heysem’in evine götürüyor. Bir rivayete göre de Ebu Eyüp El Ensari’nin evine götürüyor. Ev halkı ona hurma getiriyor. Efendimiz hurmaları dağıtıyor. Sonra bir hurma tanesini eline alıyor ve Tekasür Suresi’nin; ‘Sümme yetuselunne yevmeizin anin naim’ yani, ‘Ant olsun o gün size verilen her nimettin hesabını vereceksiniz’ ayetini okuyor. Günlerden sonra bir Peygamber ve onun üç sahabisi bir nimete kavuşuyor ve Peygamberimiz o bir lokmanın hesabının verileceğini hatırlatıyor onlara. Şimdi buradan kendimize bir ders çıkartmalıyız. Bizim hesabımız çok zor olacak. 21. yüzyıl Müslümanlarının işi zor olacak. Bu kadar nimetlerin hesabını nasıl vereceğiz? Allah hesabımızı kolay eylesin.”

O gün Peygamberimizin onlara hesabı hatırlattıktan sonra bir de “Besmele” çekmelerini hatırlattığını söyleyen Abdullah Yıldız Hoca, besmelenin bize her şeyin hesabını vereceğimizi hatırlattığını söyledi.

Başka kitapları Kur’an’a paslı hicap edinmeyin

Kur’an’da ziya kelimesinin ışığı kendinden olanlar için, nur kelimesinin ise ışığı yansıtanlar için kullanıldığını söyleyen Abdullah Yıldız Hoca, Risale-i Nur kitabının isminde “nur” kelimesinin tercih edilmesini de bununla alakalı olarak açıkladı. Abdullah Hoca bu konuda şunları söyledi: “Allahu alem Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur demekle Kur’an’ı ziya yani ışık kaynağı, Risale-i Nur’u da onun yansıtıcısı olarak ifade etmiş olmalıdır. Sunuhat Risalesi’nde; ‘Bütün şeriat âlimleri, bütün kitaplar o bir tek kitabı yansıtmak için yazılmıştır’ diyor. ‘Sakın’ diyor, ‘Onları Kur’an’ın önüne paslı hicaplar olarak getirmeyin.’ Bu anlamda birçok cemaat ve tasavvufî grup son yıllarda Kur’an vurgusunu daha da arttırdılar. Bu iyi bir gelişme. Diyanet de bu noktayı daha fazla işlemeye başladı.”

Bizim betimiz benzimiz niye atmıyor?

Bizim Kur’an okuma modelimizin Kur’an’ı anlayarak yavaş yavaş okuyan sahabilerin modeli olduğun söyleyen Abdullah Yıldız Hoca, sözlerine şöyle devam etti: “Eshab-ı Kiram ayetlerle muhatap olunca içlerinden beti benzi atanlar, sararanlar, kızaranlar oluyordu. Mesela; ‘Nisa Suresi’nin 123. ayeti geldiğinde çoğumuz günlerce yemeden içmeden kesilmiştik. Sonra Nisa-110 geldi de biraz rahatladık’ diyorlar. (110. ayet 123’ten sonra gelmiştir.) Sahabeden sonraki dönemde gelmiş olan Ömer bin Abdulaziz, Enbiya Suresi 47. ayeti okurken minberde düşüp bayılmıştı. İşte onlar Kur’an’ı böyle okuyorlardı. Anlamından etkilenerek ve o anlamın tesiri altında kalarak…”

Bırakın teyzeler anlamadan okusun

Abdullah Yıldız Hoca, Kur’an’ı anlamadan okuyanlara karşı da çok fazla tepkisel yaklaşımlarda bulunmamak gerektiğini dile getirdi ve bu konuda şunları söyledi: “Kur’an’ı anlayarak okumak ideal olanı… Kur’an okunsun, anlaşılsın, uygulansın diye indirildi. Ancak anlamayarak okuyan kimseyi de bundan sakındırmamalıyız. Böyle kişilere; ‘Boş yere vakit geçiriyorsun, okuyorsun anlamıyorsun’ diye yaklaşmamalıyız. Neden? Çünkü o okuyor, dinliyor, o esnada hiç olmazsa haram işlemiyor, zihni gönlü onunla meşgul. Teyzeler, amcalar böyle yapıyor. Yasin okuduk falan diyorlar. Halktan insanlar bunu böyle yapmaya devam edebilir. Ama yönlendirme konumunda olan kimselere görev düşüyor. Onların, ‘Şimdi Yasin okuduk ama beş dakika da mealini okuyalım’ demesi lazım.”
Seminerin sonunda Abdullah Hocamızla sohbetimiz devam etti. Sonra oradaki kıymetli büyüklerimizle birlikte bitkisel çaylardan içtik.

dunyabizim.com