Kibrin Zerresi Cennet’e Engel

İslam
Sözlükte "büyüklük ve büyüklenme" anlamına gelen kibir, bir ahlâkî kavram olarak, kendini büyük görme, büyüklenme, başkalarını küçük görme demektir. Kur’ân’da t...
EMOJİLE

Sözlükte "büyüklük ve büyüklenme" anlamına gelen kibir, bir ahlâkî kavram olarak, kendini büyük görme, büyüklenme, başkalarını küçük görme demektir. Kur’ân’da tekebbür ve istikbar kelimeleri de aynı anlamdadır. Kibirli kimselere mütekebbir,  müstekbir denilir.

Kibir, Kur’ân’da yasaklanmış, kibirli kimseleri Allah’ın sevmediği belirtilmiştir.

"…Doğrusu Allah böbürlenerek küstahça davrananları sevmez." (Nisa 4/36)Kur’ân kibri ve kibirli insanları şiddetle yermiş ve Cehennem’e girmekle tehdit etmiştir:

"…O’na kulluk yapmaktan vazgeçecek kadar gurura kapılanlar ve küstahça böbürlenenler (bilsinler ki Hesap Günü) Allah hepsini kendi katında toplayacaktır." (Nisa 4/172)

"İçinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!" (Nahl 16/29)
“Allah her kibirli zorbanın kalbini mühürler.” (Mümin 40/35)
Kibirli kimse, ruhen sağlıklı bir yapıya sahip değildir. Gerçek bir mümin kibirli olamaz. Zayıf ve âciz bir varlık olduğunun bilincinde olan bir kimse, Allah’a karşı anlamsız bir büyüklenme duygusuna kapılamayacağı gibi, insanlara karşı da büyüklenemez. Esasen, insanları küçümseyip kendisini büyük görerek böbürlenen kişi, Allah’a boyun eğmemiş demektir. Zira büyüklük yalnız Allah’a mahsustur.

Kibrin Zerresi Cennet’e Engel

Allah Azze ve Celle bizi, kendini tanımak ve diğer kullarıyla birlikte, kendi mülkü olan şu dünyada O’na kulluk etmek üzere yaratmıştır. Dünya O’nun, kul O’nun, dünyadaki her güzel şey O’nundur. Bize kullarıyla iyi geçinmemizi tavsiye etmekle kalmayıp güzel nimetlerinden bol bol vermişse, kendi bileceği bir sebeple bize daha fazla lütufta bulunmuşsa, bu bizim kibirlenmemizi değil, O’na daha fazla şükretmemizi gerekli kılar. Bizden daha az lütfa ermiş insanları hor ve önemsiz görmek, Allah’a (c.c) saygısızlık olur. İnsanın kibirlenmesi, Allah’a ait bir özelliğin kendinde de bulunduğunu iddia etmesi demek olur ki, işte bu haddini bilmemektir, aczinin ve fakrının farkında olmamaktır.

Hadis-i şerifte, kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimsenin cennete giremeyeceği belirtiliyor. Ashabdan birinin sorusu üzerine Rasûlüllah (s), insanı Cennet’e girmekten engelleyen kibir türünün; “Hakkı ve hakikati kabul etmemek ve insanları küçük görmek” olduğunu beyan buyuruyor. Doğrusu, mutlak hakikatin ta kendisi olan Kur’ân-ı Kerim’in bir âyetini, bir kelimesini, hatta bir harfini bile reddederek küfre giren, ayrıca herhangi bir insanı küçük görerek bir anlamda Allah’ın yarattığını beğenmeme cüretini gösteren kibirli kimse, asla Cennet’i hak edemez. Esasen, başkalarını küçük görüp böbürlenen kimse kendini büyük görüyor demektir ve büyük günah işlemiş olur. Peygamberimiz (s) böyleleri için:

"…Cehennemlikleri haber vereyim mi? Onlar kaba, katı kalpli, insanlara iyiliği dokunmayan ve kibirli kimselerdir." (Buhari) buyurmaktadır.

Bu arada, güzel elbise ve ayakkabı giymenin kibir olmadığını hadisten öğrenmiş oluyoruz. Konuyu soran sahabeye, Allah Rasûlü (s), bunun kibirle ilgisi bulunmadığını haber veriyor. Güzel Rabbimizin her güzel şeyi sevdiğini bildiriyor. Ancak, giyilen güzel şeyler kibirlenmeye, gururlanmaya yol açarsa, yine hedeften sapılmış olur ve Allah korusun “kibirliler” ve “cebbarlar/zorbalar” sınıfına girilebilir. (Tirmizi)
Rasûlüllah’ın haber verdiğine göre: “Vaktiyle kendini beğenmiş bir adam güzel elbisesini giymiş, saçını taramış, çalım satarak yürüyordu. Allah Teâlâ onu yerin dibine geçiriverdi. O şahıs kıyamete kadar debelenerek yerin dibini boylamaya devam edecektir.” (Buhârî, Müslim)

Demek ki insan, kibirlenip böbürlenmek, farklı olduğunu hissettirmek, çalımlı çalımlı yürümek için değil, Cenâb-ı Hakk’ın lütuflarına şükretmek için güzel, temiz ama sade giyinecektir.

Demek ki kibir, Allah’a saygısızlık çizgisine dayanmışsa, o kibirli kimse, cennete girme şansını yitirir. Bu yüzden Allah (c.c), yeryüzünde böbürlenmeyen ve bozgunculuk yapmayanlara cennetini vaat eder.

“İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi (ulüvv) ve bozgunculuk yapmayı istemeyenlere nasib ederiz. Sonunda kazançlı çıkanlar fenalıktan sakınanlardır.” (Kasas 28/83)
Bu müjdeye layık olmanın şartı ise; Allah’a iman etmekten kaçmamak, O’na karşı büyüklük taslamamak, verdiği imkânları kötü yolda kullanmamaktır. Ömer b. Abdülazîz’in vefatına kadar tekrar tekrar okuyup durduğu bu âyet, yalnız Allah’a boyun eğip O’na teslim olmanın ve hem yüce zatına hem de yarattıklarına karşı kibirlenmemenin önemini ortaya koymaktadır.
Kârun’un Cehennem’e Girme Sebebi: Kibir
Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’de, Allah’a ve insanlara karşı kibirlenip böbürlenmesi (bağy etmesi) sebebiyle helak olan ve Cehennem’e giren Karun’u olumsuz bir örnek olarak insanlığın idrakine sunar:

“Kârûn Mûsâ’nın kavminden idi. Kavmine karşı böbürlenerek onlara zulmetmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Onun kibirlendiğini gören kavmi kendisine şöyle demişti:
– ‘Şımarma! Allah şımaranları sevmez! Allah’ın sana verdiği bu servetle âhiret yurdunu kazanmaya çalış. Dünyadaki nasibini de unutma. Allah sana nasıl iyilik ettiyse, sen de başkalarına iyilik et. Yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışma. Allah fesatçıları sevmez.’ Kârûn:

– ‘Ben o serveti kendi bilgimle kazandım’, dedi.
Kârûn bilmiyor mu ki, Allah daha önceki zamanlarda kendinden daha güçlü, taraftarı daha fazla nice nesilleri helâk etti. (Neler yaptıkları bilindiği için) günahkârlardan günahları sorulmaz bile.

Bir gün Kârûn bütün debdebesiyle kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar:
– ‘Kârûn’a verilen keşke bize de verilseydi! Doğrusu o çok şanslı adam’, dediler. Bilenler ise:
– ‘Yazıklar olsun size! İmân edip iyi işler yapanlara Allah’ın vereceği sevap daha değerlidir. Bu mükâfata ise ancak sabredenler kavuşur’, dediler. Sonunda biz onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah’a karşı ona yardım edecek bir kimse bulunamadı. Kendisi de kendini savunup kurtaracak durumda değildi.” (Kasas 28/76-81)

Hz. Musa’nın (as) akrabası hatta amcaoğlu olduğu rivayet edilen Kârûn’un bu ibretli macerası, Allah’ın kendisine lütfettiği nimetlere şükretmeyen, o nimetleri gerektiği şekilde kullanmayan, aksine bu nimetlerle kibirlenen, kendini beğenip böbürlenen kimseler için sayısız derslerle doludur. Malı da serveti de veren Allah olduğu ve dünyadaki her şey gibi mal ve servet de gelip-geçici olduğu halde Kârûn, bu serveti kendi bilgisine bağladı ki, onu helak eden bu kibri idi. Hazinesinin anahtarlarını, güçlü bir ekibin zor taşıyabildiği Kârûn, servetine güvendiği, böbürlenip gururlandığı, çeşitli kötülükler ve bozgunculuklar yaptığı için Allah Teâlâ onu servetiyle birlikte yerin dibine geçirdi. İnsanların Kârûn’un akıbetine uğramaması için Rabbimiz herkesi kibir ve gururdan ısrarla menetti:

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma!” (İsrâ 17/37)
“Kibirlenip de insanlara yanağını bükme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokman 31/18)
Rabbimiz, Allah’a ve insanlara karşı kibirlenip Cennet’i kaybetmekten bizi muhafaza eylesin. Âmin.

Abdullah Yıldız/ 40 hadis 40 ders/Pınar Yayınları