İslam’da amel niyet ilişkisi

İslam
İslamiyet, her amelde, her iş ve eylemde niyeti, niyette de samimiyeti esas alır. İslâm’da ameller, samimi niyetlere göre değerlendirilir. Bir işe, faaliyete veya amele başlarken, niyetini...
EMOJİLE

İslamiyet, her amelde, her iş ve eylemde niyeti, niyette de samimiyeti esas alır. İslâm’da ameller, samimi niyetlere göre değerlendirilir. Bir işe, faaliyete veya amele başlarken, niyetiniz halis ve güzel ise, iş ve ameliniz ona göre şekillenir; kötü ise yine ona göre şekillenir ve değerlendirilir.

Peygamberimizin (s) yukarıdaki hadis-i şerifi, halis niyetin her işte belirleyiciliğini ortaya koyar.
İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel, EbûDâvûd, Tirmizî, Dârekutnî gibi büyük âlimler, bu hadis ile İslam’ın üçte birini anlamanın mümkün olduğunu, yine İmam Şâfiî’nin; fıkhın yetmiş konusunun bu hadis-i şerifle bağlantılı olduğu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini söylediği nakledilir. İmâmBuhârî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak, eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir. Biz de öyle yaptık…

İslâm hukukunun temel kurallarından olan; "Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir" (Madde 2), "Ukûd’da itibar makâsıd ve meânîyedir, elfâz ve mebâniye değildir" (Madde 3) şeklindeki Mecelle kaideleri de, “Ameller niyetlere göredir” hadisine dayanır.

Peki, niyet nedir?

Niyet: kastetmek, karar vermek, kalbin bir şeye yönelmesi, ne yaptığını bilerek yapmak anlamına gelir. Kişinin kalpteki tercihidir. Niyet her şeyin özü ve başıdır; amellerin ruhudur.

Doğan Cüceloğlu’na göre: “Bir insanın niyeti, o kişinin içinde bulunduğu ortamı nasıl algılayacağını, o ortamda bilincini nasıl organize edeceğini belirleyen en önemli etkendir.”
İslâm’da ameller niyete göre değer kazanır; bir işi yapmaya kalbin karar vermesi ise halis niyettir.

Niyet, ancak sahibinin açıklaması veya onu eyleme dökmesiyle belli olur.

Bir iş ya kalble, ya dille veya diğer organlarla yapılır. Kalble yapılan işler, niyet ve düşüncelerdir. Dille yapılanlar konuşmalardır. Organlarla yapılan işler de fiil ve davranışlardır. Sözler ve davranışlar çoğu zaman niyete bağlı olduğu için, iyi niyet bazan başlı başına bir ibadet olur.

Ameller yani yapılan işler niyete göre değer kazanır sözü, çoğu zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki bir taşı, insanlara zarar vermesin düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak bir ibadet sayılır. Birinin malını meşrû olmayan yollardan elde etmeye karar vermişken, Allah korkusuyla bu düşünceden vazgeçmesi de aynı şekilde sevap kazanmaya vesile olur.
Kalbden geçen düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman Allah katında değer kazanır. Bu esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması gerekir.

Kalıp Değil Kalp Esastır

Peygamberimizin (s), aşağıdaki hadis-i şerifte ifade buyurduğu üzere, Allah (c.c), insanları, soy-soplarına ve şekillerine göre değil, halis niyetlerin merkezi olan kalplerine göre değerlendirir.
“Allah sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar.” (Müslim, İbnMace)

Diğer bir ifade ile: Allah insanların kalıbına değil kalbine bakar, onların samimi niyetine değer verir.
Allah (c.c); insanların inanç, karar ve eylemlerinden bizzat kalbi sorumlu tutar. Buna karşılık, dil bir şeye niyet etmiş iken kalb bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz.

“Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır.” (Ahzab 33/5) “Allah, sizi yeminlerinizdeki rastgele söylemelerinizden, boş amaçsız sözlerden dolayı sorumlu tutmaz; fakat kalplerinizin kazandıklarından sorumlu tutar…” (Bakara 2/225)

Şüphe yok ki Allah, insanların gözlerden uzakta gizlice yaptığı şeyleri de kalblerinden geçen duygu ve düşünceleri de bilir. Her hain bakıştan ve gönülden geçen her duygudan da yalnız O haberdardır.

 “Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah’ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz deAllah ondan dolayı sizi hesaba çeker; sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder…” (Bakara 2/284)

“De ki: İçinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir.”(Âl-i İmran 3/29; ayrıca 33/54)
“Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.”(
Mümin 40/19; ayrıca Ahzab 33/51)

Dini Allah’a Halis Kılmak

Allah Teâlâ, başka dinlere mensup olanların yegane hak ve dosdoğru din olan İslâmiyet’i kabul etmelerinin, ancak batıl din ve inançlarını bir kenara bırakıp, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, ona kayıtsız şartsız boyun eğmeleri, teslim olmaları ve samimi niyetlerini ispat etmek için de yalnızca Allah’a itaat ve ibadet ederek namaz kılmaları, zekât vermeleri ile mümkün olacağını beyan etmiştir.

“Ve onlar, dini sadece Allah’a tahsis ederek, Allah’ı birleyerek, ancak Allah’a ibadet etmekle, namazı kılmakla ve zekâtı vermekle emrolunmuşlardır. İşte dosdoğru din budur.”(Beyyine 95/5)

Samimi niyet; Din’i yalnız Allah’a has ve halis kılmaya ilaveten, namaz, zekât, oruç, hacc ve kurban dâhil bütün ibadetlerin sadece Allah rızası için yapılması ile ortaya çıkar.

De ki: Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi Allah içindir.” “O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben müslümanların ilkiyim.”(En’am 6/162-163)

İşte iyi niyet ve teslimiyet budur! Yine en faziletli amellerden olan cihadda da niyet esastır.
Rasûlüllah’a (s): “Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır?” diye sorulunca, o (s) şöyle buyurur:

“Kim, İslâmiyet daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır.” (Buhari, Müslim)
Sadece cihad değil, iyi niyete dayanmayan ve daha çok gösteriş için yapılan hiçbir ibadet Allah katında değer kazanmaz. Peygamberimiz (s) bir hadîs-i şerifinde; kıyamet günü, Allah Teâlâ’nın (c.c) göteriş için savaşanı: “Sana cesur adam desinler diye çarpıştın” buyurarak yüz üstü sürükleyip cehenneme atacağını, gösteriş için ilim öğrenip Kur’ân okuyanı: “İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’ân’ı ise, güzel okuyor desinler diye okudun” buyurarak, gösteriş için infak eden zengini ise, “cömert adam desinler diye malını sarfettiğini” söyleyerek cehenneme atacağını belirtilmiştir. (Müslim)

Buna karşılık, şu hadis-i şerife göre; Allah katında makbul olan bir işi imkânsızlıkları sebebiyle yapamayanlar, onu yapmayı ihlâs ve samimiyetle arzu ettikleri takdirde, yapmış gibi sevap kazanırlar.
Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı: Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb-ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar. Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb-ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar. ” (Buhari, Müslim)

Savaş ve benzeri zorluklar, elbette gerçek niyetleri ortaya çıkaran çetin imtihanlardır.
“Eğer onlar (savaşa) çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı…” (Tevbe 9/46)

Halk dilindeki “Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmaz” sözü, bu âyet ve hadislerde cihad konusunda beyan buyurulan ‘niyetin belirleyici olduğu’ hakikatini namaz bağlamında ifade eder.
“Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebut 29/3)

Allah’a Ulaşan Et ve Kan Değil Takvâdır!

Allah Teâlâ (c.c) ibadetlerde kulun halis niyetini esas alır. Kurbanla ilgili şu âyet-i celile (Hacc 22/37), genel anlamda ibadetlerde halis niyetlerin esas olduğunu ve Allah’a ulaşacağını ortaya koyar:
“Kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır.”
Allah (c.c) kurbanın ne etine, ne de kanına bakar. Zira önemli olan, hayvanın sırf O’nun rızası için kesilmesidir. Kurban edilen hayvan Allah rızası için kesilmiyorsa, o kurbanın hiçbir değeri yoktur. Cenâb-ı Hakk’ın değer verdiği ve mükâfatını vereceği şey insanın ihlâsı, iyi niyeti ve samimiyetidir. Demek ki; kurbanda esas olanın niyet yani “Allah’a karşı sorumluluk bilincine ermek”
tir. Kurbanda et ve kan gibi maddi unsurların değil takvâ’nın yani niyetin esas alınması, namazda da öyledir.

Namaza niyet namazın şartlarından olup, Allah rızası için ihlâsla namaz kılmayı dilemek ve hangi namazı kılacağını bilmektir. Bu niyetin kalple yapılması esastır. Dilde kalıp kalpte şekillenmeyen bir niyet sözcüğü, gerçek niyet olamaz. İmam Rabbani, dille yapılan niyetin bid’at olup sünneti, hatta farzı ortadan kaldırdığı kanaatindedir. İbnü’l-Kayyım el-Cevzi de; dille niyet hakkında; “Rasûlüllah’tan sahih, zayıf, müsned veya mürsel olarak kesinlikle bir kelime bile rivayet edilmeyen bid’attır” der. İslâm âlimlerine göre, namaz için ayağa kalkmak, niyet hükmündedir.

Teyemmümde niyet farzdır; esasen “teyemmüm” kelimesinin anlamı ‘niyet ve kast’ demektir. Keza abdestte de niyet Şafii’ye göre farzdır.

"Sabah akşam Rabbine, sırf O’nun rızasını dileyerek dua edenleri huzurundan kovma…" (En’âm 7/52)  Bu âyette, Allah Teâlâ (c.c), rızasını dileyen yoksulların güzel niyetlerini övmüştür.

Nihayet, aşağıdaki ayet ve hadisler, halis niyetin tüm amellerde esas olduğunu açıkça ortaya koyar:
Rasûlüllah (s) Sa’d b. EbîVakkâs’a (ra): “Allah rızâsını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın.” der. (Buhari, Müslim)

Abdullah b. Ömer’in âlim ve zâhid oğlu Sâlim, halife Ömer b. Abdülazîz’e şöyle yazar:
“Şunu iyi bil ki, Allah Teâlâ’nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah’ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah’ın yardımı da o kadar azalır.”

Demek ki; her ibadet ve eylem, samimi bir niyetle ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılmalıdır. Allah’ın kuluna yardımı da kulun halis ve samimi niyetine bağlıdır.

Baştaki hadîste, niyeti “Allah’a ve Rasûlü’ne varmak” olanın eline geçecek sevabın da “Allah’a ve Rasûlü’ne hicret sevabı” olduğu beyan buyuruluyor. Hicret, bir şeyi terketmek demektir. Nitekim bir başka hadis-i şerifte, Allah’ın yasak ettiği şeyleri terkedenin de “muhacir” olduğu beyan edilmiştir.
Bir adam hicret ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş, sadece Allah’ın rızasını kazanmayı ve Rasûlüllah’ı hoşnut etmeyi hedef almışsa, hicreti makbûl olmuştur; Allah ve Rasûlü’ne hicret etme sevabını elde etmiştir. Kim de hicret ediyor görünse bile, aslında bir dünyalık elde etme veya bir kadınla evlenme arzusuyla yola çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir sevap kazanamaz.

Bu hadîs-i şerîfin söylenmesine şu olayın sebep olduğu anlatılır: Ashabdan biri, ÜmmüKays adlı bir hanımla evlenmek ister. ÜmmüKays ise o ara Medine’ye hicret etmeyi düşünmektedir. O sahabaye, niyeti ciddî ise Medine’ye hicret edip orada evlenmeyi teklif eder. Mekke’deki kurulu düzenini terk etmeyi henüz düşünmeyen o sahâbeÜmmüKays’la evlenmek arzusuyla Medine’ye hicret etmek zorunda kalır. Bu durumu bilen sahabeler, ÜmmüKays’ınmuhâciri anlamında “MuhâciruÜmmüKays” diye takıldıkları o zâtın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya başlarlar. İşte o zaman Efendimiz (s), bu hadisle meseleye açıklık getirir; herkesin niyetine göre sevap kazanacağını söyler.

Abdullah Yıldız/ 40 hadis 40 ders-Pınar yy-kitappinari.com