Bir Müslüman zekat vermek için çalışır

İslam
Faruk Beşer, Yenişafak’ta yayınlanan bugünkü ‘Zekât için çalışanlar’ ya da hukuk ve ahlak’ başlıklı yazısında zekatı ele alıyor.  Zekatın hakkıyla verilmiş olmasının ...
EMOJİLE

Faruk Beşer, Yenişafak’ta yayınlanan bugünkü ‘Zekât için çalışanlar’ ya da hukuk ve ahlak’ başlıklı yazısında zekatı ele alıyor. 

Zekatın hakkıyla verilmiş olmasının zekat için çalışmakla mümkün olabileceğini ifade eden Faruk Beşer’in yazısının önemli noktaları şöyle;

Kuranı Kerim’de namaz için hep ‘dosdoğru kılma’ ifadesi geçtiği gibi, zekât için de hep ‘zekât verme / îta’ ifadesi geçer.

Bir ayeti kerimede ikisi için de farklı birer niteleme kullanılır ve ‘kurtuluşa erecek müminlerin namazı huşû ile kılanlar ve zekât için çalışanlar’ olduğu söylenir. Bunun anlamı şu olmalıdır:

Namazın ‘dosdoğru kılınması’ ancak huşû ile olabilir.

Zekâtın hakkıyla verilmiş olması da zekât için çalışmakla olabilir.

Huşû, insanın hem kalbi hem de kalıbı ile Allah’ın huzurunda tezellül etmesi, yani tevazu ile eğilmesidir. Bunlardan biri eksik olursa huşû olmaz, dolayısıyla namaz ‘dosdoğru’ kılınmış olmaz.

Zekât vermenin kemal noktası da zekât için çalışmadır. Zekât için çalışma iki anlama gelebilir:

1.İslam’ın beş şartından biri olan zekâtı verebilmek için servet edinmeye ve zengin olup zekât vermeye çalışma, kazanmayı bunun için isteme.

2.Elinde mevcut servetine göre bir açıdan bakıldığında zekât mükellefi olmazken, diğer açıdan bakıldığında zekât mükellefi olabiliyorsa, bu diğer açıdan bakıp zekât vermeye çalışmak. Yani zekât vermemenin değil, vermenin yollarını aramak.

Böylece namazın zirve noktası huşu olduğu gibi zekâtın zirve noktası da ‘zekât için çalışmak’ olmuş olur.

Vatandaş soruyor: ‘150 gram kadar altınım var, bunun yarısını gelinime versem zekât vermekten kurtulmuş olur muyum?’

Eğer altınları tamamen onun mülküne vermişse, başka da zekâta tabi malı yoksa fıkıh/hukuk açısından zekât vermekten kurtulur, ama ahlaken/diyaneten kötü bir iş yapmış olur. Üstelik bu insan ‘zekât için çalışanlardan’ değil, zekât vermemek için çalışanlardan sayılır. Bu durum hukuk ve ahlak ayırımının açık bir örneğidir.

Bir Müslüman zekât vermekten kurtulmak istemez, aksine zekât vermek ister, ‘zekât için çalışır’.

DİNİN DİREĞİ VE DİNİN KÖPRÜSÜ

Allah Rasulü’nün namaz için ‘dinin direğidir’, dediğini biliyoruz. Zekât için de ‘İslam’ın köprüsüdür’ diye bir söz vardır (ez-Zekâtü kantaratü’l-İslam). Bu söz hadis diye nakledilir ama muhtemelen hadis değildir, sonradan anlamına bakarak Müslümanların zekâtı tanımlamalarıdır. En iyi değerlendirme ile zayıf bir hadistir. Ama her ne olursa olsun anlamlı bir sözdür.

Namazın ‘Dinin direği’ benzetmesinin ne anlama geldiğini başka zaman anlatacağız. Peki, zekâtın İslam’ın köprüsü benzetmesi ne anlama gelir?

Bilindiği gibi köprü iki yakayı birbirine bağlar. O zaman da bu iki yaka nedir, diye sorulur.

Dünya ve cennet olabilir. Buna göre zekât, müminin dünyadan cennete geçmesini sağlar demek olur.

Zenginle fakiri birbirine bağlaması olabilir. Bu sayede bir İslam toplumunda burjuva ve proletarya gibi sınıflar olmaz, olmamıştır. Sınıf, insanları üstün olan ve olmayan diye ayırır. Kast sistemi böyle bir şeydir. Eğer zekâtın köprü olması bu ise o zaman zekât toplumda sınıf ve kast ayırımını yıkmış olur. Bu mana zekât için çok uygundur.

Benzetmede bunu destekleyen bir yön daha vardır: Bilindiği gibi köprünün iki ayağı da aynı seviyede olmalıdır. Buna göre zekât zenginle fakiri birbirine bağlarken, aslında seviye olarak farklı kesimleri değil, aynı seviyedeki insanları birbirine bağlamış olur. Zengin insan, üstün insan değildir.

Yazının devamını okumak için tıklayınız!