Ailenizin aziz misafiri: Ramazan

İslam
Münir Arıkan’ın yazısı Çok sevdiğimiz bir misafir gelince, ne olur? Çok seviniriz. Ev halkı olarak seferber oluruz. Onu memnun edebilmek ve gönlünü hoş tutabilmek için, gücümüzün yettiğince faal...
EMOJİLE

Münir Arıkan’ın yazısı

Çok sevdiğimiz bir misafir gelince, ne olur? Çok seviniriz. Ev halkı olarak seferber oluruz. Onu memnun edebilmek ve gönlünü hoş tutabilmek için, gücümüzün yettiğince faaliyetler yapar, onu sevindiririz.

Aslında daha o çok sevdiğimiz misafir gelmezden evvel evimizi temizler, ona hazırlarız. Etrafı toparlarız. En güzel kıyafetlerimizi giyeriz. Maharetli ellerle en nefis yemekleri yapar, yatıya kalacaksa, en güzel odayı ona ayırır, en güzel çarşafları ona sereriz.
Aslında tüm bunları; bir taraftan o çok sevdiğimiz misafirimizin mutluluğu için yapsak da, diğer taraftan tüm bu güzellikleri yaptıkça (çok yorulsak bile) biz de o kadar mutlu oluruz, seviniriz.
İşte Ramazan da aynen öyle, evimize gelen bir misafirdir ki evimizi, gönlümüzü ve çevremizi şenlendirir ve bereketlendirir.

Misafir nasıl karşılanır

Yıllar önce dünyanın en büyük reklam ajanslarından birinde bir toplantıya katılmıştım. Bina müstakil bir villaydı. Randevu saatine 15 dakika kala dış avluya arabamı park ederken, kibar bir park görevlisi koşarak geldi ve “Buyurun Münir Bey, hoş geldiniz” diyerek, arabamı park etmeme yardımcı oldu. Çok kibar bir şekilde anahtarı aldı. (Sonradan anladım ki, arabamı pırıl pırıl temizlemek için almışlar anahtarı.)
Tam villanın kapısına geldiğimde, hayatımın hoş sürprizlerinden birisiyle karşılaştım. Büyükçe bir LCD ekrana benim bir resmimi koymuşlar ve altına;
“Sn. Münir Arıkan 
Düşünce Koçu
Hoşgeldiniz” yazmışlardı.
Ne kadar mutlu olduğumu, gururlandığımı anlatamam.
O ajansa, beni fark eden, benim farkımda olan, bana değer veren ve benim için birkaç hoş sürprizlerle dolu güzel eylemler yapan insanların var olduğunu bilmek çok hoştu.
İçeriye girdim. Sekreter hanım büyük bir kibarlıkla, “Buyurun Münir Bey, Bay Thomas sizi bekliyor, ben sizi toplantı odasına alayım” demez mi?
Allah’ım bir sevinç kapladı ki içimi, tarifi kabil değil.
Hakikaten Bay Thomas beni toplantı odasında bekliyordu ki bu arada toplantıya sanırım 10 dakika filan vardı. Genelde tam vaktinde gelirler toplantıya ama benim şirkete geldiğimi haber alınca, belli ki beni bekletmemek adına, toplantı odasına gelmişti.
Neyse, oturduk. İzzet ikram kısmına geçildi. Ben bir çay rica ettim. Bir dakika içinde elinde şık bir tepsi ve ince belli bardaklarla sevimli ve yaşlı bir bayan görevli içeri girdi. (Genellikle çayı masaya “küt!” diye koymalarına alışkın olduğum için, ben onunla pek ilgilenmedim ama) birden “Hoş geldiniz Münir Bey, buyurun çayınız, afiyet olsun” demez mi?
Kesinlikle büyük bir şoktaydım.
Daha evvel seminerime mi katılmıştı acaba? Kitaplarımdan mı beni tanıyordu, nerede ve nasıl tanışmıştık? Durumdan çok memnun olmuş ama bir o kadar da inanamamış bir eda ile Bay Thomas’a bunun nasıl olduğunu sordum.
“İsterseniz çay ocağına gidelim, orada kendiniz görünüz” dedi. Büyük bir merakla çay ocağına gittik. Gördüğüm manzara gerçekten mükemmeldi. Büyük bir LCD ekranda, çay ocağının hemen üstündeki mutfak dolabının yanına koyulmuş, o andaki misafirle ilgili bilgiler sekreter hanım tarafından çaycı hanımefendinin ekranına yollanmıştı. Ekranda, aşağıda gördüğüm gibi bir resmim, yayınlamış kitaplarımın kapak resimleri ve web sitemden alınmış özgeçmişim vardı…
O gün yine tatlı birkaç sürprizle hayatımın kesinlikle en neşeli ve en güzel toplantılarından birisini yapmanın sevinciyle dışarıya çıktığımda, son sürpriz olarak da arabamın pırıl pırıl bir hale getirilmiş olduğunu da görüp, nura gark olmuş bir vaziyette şirketten ayrıldım.
Aradan yıllar geçmesine rağmen yaşadığım bu güzel anıyı, aziz bir hatıra gibi, tüm seminerlerimde anlatırım. Bana hayatın özetini sorsanız; “Değer vermek” derim. Zaten Yüce Rab bizi O’na değer verelim diye yaratmadı mı?
İşte aynen öyle, yukarıda anlattığım o sevilen misafir geldiğinde, evimizde yaptığımız hazırlıklar gibi, Ramazan da bizatihi hayatımızın en değerli misafiridir ki, direkt Rabb’imizin katından gelen bir manevi şahit olarak, onu nasıl karşıladığımızı, ona nasıl davrandığımızı, onu ne kadar mutlu edebildiğimizi… Bayramla birlikte Gökler Aleminin Sultanı’na, bize ebedi bir bayram yaşatması adına aktaracaktır.

Ramazan’ı karşılama
Güzel ve hoş bir Osmanlı geleneğidir, Mahya. Allah’ın evi olan camiler süslenir, kandiller asılır, avlu ışıklandırılır, ikramlar çoğaltılır o “mübarek ay”ın yüzü suyu hürmetine.

Bendeniz de acizane takriben 10 yıldan beri evimizi süslüyorum, Ramazan gelirken… Mekândaki bu değişiklik, başta eşim ve çocuklarım olmak üzere, konu komşu ve hısım akrabayı da etkiliyor haliyle. Önceleri biraz tuhaf karşılasalar da, şimdi onlar da bazen kapıyı çalıp, “Münir Amca sende fazla süs vardır, yarın kandil, biz de evimizi süsleyeceğiz, biraz alabilir miyiz” dediklerinde demeyin keyfime.
Çünkü ailece yapılan bir etkinlik icra ediyorsunuz, hep birlikte… Ailece değer verdiğiniz bir manevi misafir için, evinizi süslüyorsunuz. Ne demek bu? O süsler altında, hiçbir kötü davranış olmayacak demek. Yani bir anlamda, Rabb’inize söz veriyorsunuz. “Allah’ım bu süsler burada durduğu sürece hep iyi davranacağım, hiç kimseyi kırmayacağım” diyorsunuz. Sanki üzerinizdeki manevi şahitler gibi, bir şahs-ı manevinin huzurunda, tamamen Rahmani bir neşe ile ailecek verilmiş bir sözün takipçileri oluyorsunuz.

Teravihe nasıl gidilir?

Elbette süslü püslü evde, mahya ve kandillerin altında açılan iftarlardan ibaret değildir Ramazan. Bu karşılama merasiminin bir kısmı. Ramazan bir rahmet, mağfiret ve bereket dönemidir. Ve bu özel dönemin en önemli ibadeti; farz namazlardır, teravihtir, gece namazlarıdır.
Her Ramazan geldiğinde evde çocuklar-yeğenler el ele tutuşup, “Hoşgeldiiin Ramazan! Yaşasın Teraviiih” diye bir etkinliğimiz vardır ki, Ramazan’ın geldiğini ve bu aya mahsus çok özel bir namaz olan teravihin bir mutluluk vesilesi olduğunu beyinlere nakşederiz tabiri caizse…

Çocuklarımızı, namaz kılacak düzeyde dua ve kısa sureleri bilecek düzeye getirmek, üzerimizdeki bir vecibedir. Ramazan’ı evimizde ağırlamak için, onunla özel olarak vakit geçirebilmek için, ona özel ibadetlerin nasıl yapılacağını da bilmek gerekir. Ayrıca erkek çocuklarımıza müezzinlik yapacak düzeyde bilgi ve makam derslerini de Ramazan’dan önce tamamlamak gerekir.

Ramazan gelince, her gün farklı bir caminin ziyaret edilmesi ve ihyası, ailece en güzel etkinliklerden birisidir. Ben şimdi ailelerde elhamdülillah sürekli artan bir şuur görüyorum ama hâlâ yeterli değildir gelinen düzey. Camiye ailece gelmek değildir önemli olan. Gelmeden önce imam efendiyle ilgili birkaç bilgi versek çocuklarımıza… İmam efendiye bir Ramazan hediyesi almalarını sağlasak… İlla para harcayarak alacakları hediyelerden bahsetmiyorum. Caminin bir resmini yapıp verseler, gönüllerinde teravih deyince ne hissediyorlar diye bir sayfaya hislerini döküp, imzalı bir şekilde imam efendiye verseler… Evde yapılmış bir ev çöreği, bir sahur böreğini ikram etseler… Namazın sonuna, cemaatin dağılmasına kadar bekleyip, elini öpüp, teşekkür edip takdim etseler… İşte o zaman namaza ailecek gelmiş ve teravihi idrak etmiş olurlar.

Saçma sapan konserlere gidip, konser veren sözde sanatçıyı görebilmek ve ona dokunabilmek adına tabiri caizse birbirlerini ezen zavallı gençlerimizi gördüğümde, “Allah’ım” diyorum, “ne zaman bu ümmet kendi değerlerine de bu şekilde değer vermeyi öğrenecek.” İmam… Adı üstünde önderimiz. Rehberimiz. Peygamber vekili. Bir imzalı fotoğrafını alıp, çocuğumuza hediye etmesini sağlasak fena mı olur?

Tabii, sadece imam efendiye değildir hediyeler. Ramazan’dan önceki hafta, kızlarımıza namaz kıyafeti ve başörtüsü, Kur’an-ı Kerim ve o yıla özel bir seccade. Oğullarımıza da seccade, tesbih ve Kur’an-ı Kerim’den oluşan bir hediye fena mı olur? Ben söyleyince; “Hocam her yıl her yıl israf olmaz mı?” diyorlar? Hiç israf olur mu? Saçma sapan onca şeye defalarca para veriyoruz israf olmuyor da, Allah’ın “mübarek ay”ındaki, özel hediyeler için mi israf oluyor? Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü derken geçen sene tam 2 milyar TL’lik harcama yapmışız bu üç özel günde. Ramazan gelirken de hediyeler havada uçuşsa… Çocuklar mutlu olsa… Ekonomi rekora koşsa… Piyasa coşsa… Fena mı olur efendim?

Ramazan, farkındalık ve empati

Ramazan hem bedenen hem de manen yapılan ibadetlerle ruhumuzu yücelten çok özel bir dönemdir. Bence Ramazan deyince, ev halkına iki kelimeyi tam manasıyla açıklayabilmek gereklidir ki bunlardan birincisi “farkındalık”, ikincisi ise “empati”dir.

Oruç ne için vardır?

Bireysel olarak nefis terbiyesi, sıhhat vesilesi, mutluluk ve kaynaşma silsilesi ve de günah jübilesi olan Ramazan, kendimiz için olduğu kadar, başkalarını anlamamız için de gelir bize. Yani Ramazan sadece nefsimize gelen ve bizi terbiye eden, bizi mutlu eden bir misafir değildir. Ramazan, bize “Ey nefis, senden başka nefisler de var, onların da farkına var!” diye ikaz eden bir mühim görevlidir. Hali vakti yerinde olup olmadığına dikkat etmediğimiz, bir tas çorbasının kaynayıp–kaynamadığını bilmediğimiz evlerin farkına varmaklığımızı emreder. Bu açıdan müthiş bir gelenek olan Ramazan kumanyalarını ailece ihya etmeli, gücümüz nispetinde satın alıp fakir-fukaraya götürmeliyiz.

Ramazan sadece fiziki ve bedensel açlığı, fakirliği ve yoksulluğu uyaran bir elçi değildir. O geldiğinde, bir manevi farkındalık da geliştirilmelidir ki, ailece sevaplarımızın, İslami bilgimizin ve amellerimizin de noksanlığını, en az etrafımızdaki fakir-fukara kadar fark etmeli, nefsimizi sığaya çekmeli ve muhasebe yapmalıyız.

Ramazan, kültür ihyası vesilesidir

Ramazan eski Osmanlı geleneklerini canlandırma vesilesidir. Ramazan gelince yabancı şirketlerin reklamları zemzem filmine dönüşüyor. Elin oğlu, sağlığımızı bozan içeceklerini, iftarımızın baş köşesine oturtuyor, biz de kuzu kuzu demleniyoruz.

Halbuki dünyanın en eski ve en değerli şerbetleri bizde. Ama Amerikan kolasıyla sağlığımızı bozmayı keyiften sayan bir millet olduk. Sindirim sistemini düzenlemesiyle ünlenen ve bal ve sirke ile yapılan “sirkencubin” içeceğini bilen var mı? Soğuk kış günlerinin içinizi ısıtan bozasını hatırlayanınız var mı? Ecdadımız; çilek, karadut, gül, kızılcık, gülsuyu, meyan şerbeti ve şu anda sadece İskender Kebap yanında servis edilen sağlık ve vitamin deposu şırayı sofrasından eksik etmezmiş. Ama özellikle hararete ve kansızlığa iyi gelen, böbrekleri çalıştıran, vücuda zindelik gelen Hint hurmasından yapılan demirhindi şerbetini bilen var mı? Sıcak yaz günlerinin en keyifli içeceği olan limonata her evin en önemli misafir ikramıymış. Ayran ve şalgam dünyanın en eski ve en değerli iki Türk içeceği ama onları da daha yeteri kadar markalaştıramamışız. Dünyada sadece bizde olan çok şifalı böbrek dostu “gilabru”yu yaygınlaştıramamışız. Dünyanın en değerli mineralli doğal sodalarına gerektiği değeri verememişiz. Halbuki, Topkapı Sarayı’na sonradan eklenen helvahane mutfağı adeta bir tatlı, şurup ve şerbet labaratuvarı olarak işletilmiş. Sarayın en gözde şerbetleri çiçeklerden gül, zambak, menekşe, fulya, yasemin, muhabbet, iğde ve nilüfer çiçeklerinden yapılırmış. Özellikle tatlı suda yetişen ve çok kısıtlı miktarda bulunan nilüfer çiçeğinden yapılan şerbet, akıllara durgunluk verecek bir reçete! Şerbet yapımına bu kadar önem veren Osmanlı Sarayı’nda, doğal olarak sanatkâr kuyumcu marifetiyle yapılmış pahalı şerbet takımları ve avadanlıklar kullanılmış. Dünyanın en eski ve en değerli şerbetleri bizde. Ama Amerikan kolasıyla sağlığımızı bozmayı, kola ile iftar açmayı keyiften sayan bir millet olduk.

En azından bir geleneğin ihyasına vesile kılabiliriz Ramazan’ı… Anneler geleneksel şerbetlerimizi yapmasını öğrenirler. Her gün birbirinden güzel şerbetler, günün sürprizi olarak çocuklarda tatlı bir merak uyandırır.

Yapabilenler Hacivat Karagöz oynatabilir. O kadar basit ki. Yeter ki isteyin dostlarım. Çubuğun ucuna taktığınız Hacivat-Karagöz tiplemeleriyle, birbirinden güzel Ramazan akşamları yaşayabilirsiniz. Konu mu ne olacak? Mesela Hacivat namaz kılmasını öğreniyor. Karagöz ilk teravihe gidiyor. Beberuhi sahura kaldırılıyor. Tuzsuz Deli Bekir bayram tebriklerini kabul ediyor gibi… Çocuklar için birbirinden ilginç konular ve diyaloglar yapıp oynatabilirsiniz. O kadar eğlenceli ki anlatamam. Bu bir pedagojik eğitim metodu aynı zamanda. Unutulmaz bir anı. Bir moral kaynağı.

Ailece etkinlik deyince, Ramazan gezilerini unutmamak lazım. Bulunduğunuz bölgelerde artık belediyeler çok güzel faaliyetler yapıyor. Oraları da ihya edebilirsiniz.

Unutmadan, her Ramazan geldiğinde, ecdadın birbirinden güzel Kündekari gibi, sedef gibi, hat gibi, ebru gibi, tezhip gibi el sanatlarından birisi ile ilgili mütevazı çalışmalar yapsanız, ailece… O kadar güzel olur ki!

Elbette Ramazan’da yapılacak faaliyetler bunlarla sınırlı değil. Sizler de eşiniz ve çocuklarınızla Ramazan’da yapılacak çok farklı etkinlikler bulabilirsiniz…

Moral Dünyası dergisine göz atmak için tıklayınız!