Af ve mağfiret günlerinde tevbe ve istiğfar

İslam
Ali Erbaş’ın Yenişafak gazetesindeki yazısı… Bugün Ramazan’ın 20. günü, yani “mağfiret günleri” olarak nitelendirilen son on günün sonu. Yarın “cehennem azabından kurtulma günleri”ne giriyoruz. ...
EMOJİLE

Ali Erbaş’ın Yenişafak gazetesindeki yazısı…

Bugün Ramazan’ın 20. günü, yani “mağfiret günleri” olarak nitelendirilen son on günün sonu. Yarın “cehennem azabından kurtulma günleri”ne giriyoruz. Esasında bu nitelendirmelerin her birinin kendi içinde sembolik anlamları bulunmaktadır. Ramazan Müslümanlar için Rızâ-i Bârî’ye ulaşabilmek amacıyla pek çok konuda rûhî bir gelişme ve iyileşme sürecine girerek yıllık arınma ve temizlenme ayıdır. Arınma ve rûhî temizlenme sonucu insanın elde edeceği en önemli kazanım affa ve mağfirete nâil olmaktır. İşlediği hata ve günahlar sebebiyle ümitsizlik girdabına ya da yaptığı ibadetlerin verdiği güvenle cenneti garanti görme hissiyatına kapılmadan Allah’tan her daim af ve mağfiret dileme durumunda olmalı Müslüman. Geçirdiğimiz günler bunun alıştırmasıdır ve bu 20 gün boyunca yapmış olduğumuz ibadet ve taatlerle elde ettiğimiz manevi iyileşme ve kazanımların yıl boyu devam ettirilmesidir esas olan.

Kur’an’da çeşitli vesilelerle mü’minlerin Allah’ın affına ve mağfiretine nail olacağı hatırlatılırken bazı ayetlerin sonunda sık sık, “Şüphesiz Allah affedicidir, bağışlayıcıdır”; “Şüphesiz O, bağışlayıcıdır, merhamet edicidir” ya da “O, azizdir, bağışlayıcıdır” gibi ifadeler yer almaktadır. Allah Teala”nın güzel isimlerinden birisinin “Afüv” (çok çok affedici) olması ise O’nun bağışlayıcılığının gücünü ortaya koymaktadır. Ayrıca “De ki, ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” (Zümer, 53); “Kullarıma, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver” (Hicr, 49) gibi ayetler de bu hakikati çarpıcı bir şekilde açıklayan örneklerdir.

Öyleyse affa ve mağfirete ulaşmanın yolu dua ve tevbeye sığınmaktan geçmektedir: “Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz” (Nur, 31); “Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle (nasûhan) tevbe edin. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter, Peygamber’i ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye gücün yeter” derler” (Tahrim, 8) ayetleri mağfirete ulaşmak için tevbe ve istiğfarın ne kadar önemli olduğunu ifade etmektedir. Ayette geçen “tevbeten nasûhan” ifadesi günahtan tevbe edip, o günaha bir daha dönmemek veya dönmek istememektir. İnsanın tevbeyi erteleyerek geciktirmemesi gerekir, Hem ibadetlerde ve hem de tevbe istiğfarda bu tür ertelemelere gitmek büyük bir gafletin eseridir, zira ölüm kaşla göz arasında gelebilecek kadar bize yakın olan bir hakikattir. Bununla birlikte can boğaza gelmeden önce yapılan her tevbe de kabul edilir (bkz. Tirmizi, Daavat, 99).

Allah’ın emirlerine karşı işlenmiş günahlarla kul hakkına tecavüz yoluyla işlenmiş günahların tevbelerinde nasıl bir yol takip etmek gerekir? Allah hakkı ile ilgili günahlar da denilen bu günahlara tevbe etme sürecinde üç şartı yerine getirmek gerekir: Günahı terk etmek, yaptığına pişmanlık duymak, bir daha yapmamaya karar vermek. Kul hakkına tecavüz yoluyla işlenen günahlara tevbe etmenin şartları ise yukarıdakilere ilaveten, hakkını yediği kişiye hakkını iade etmek, ondan helallik almaktır.

Evet Ramazanın son on gününe giriyoruz. Mağfiret günlerinden sonra cehennem azabından kurtuluş için tevbe ve istiğfara biraz daha fazla yoğunlaşmak gerekecektir. Tevbe eden bir kulun Cenab-ı Hakk’ı nasıl sevindirdiğini Peygamberimiz şöyle dile getirmektedir: “Kulunun günahlarına tevbe etmesinden dolayı Allah’ın sevinci, sizden birinizin ıssız çölde devesi ile giderken, onu üzerindeki yiyecek ve içecekle birlikte elinden kaçırması üzerine bir ağaç altına gelerek ümitsiz ve bitkin bir halde yaslanıp yattığında devesini yanı başında görmesi üzerine, dizginini tutarak “ey Allah’ım sen benim Rabbim’sin ben de senin kulunum” diyecekken aşırı sevinçten yanlışlıkla “ey Allah’ım! Sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim” dediğindeki sevincinden daha çoktur” (Müslim, Tevbi, 1).

Ramazan ayı ile ilgili Peygamberimiz’in müjdelerinden birini de bu vesileyle yeniden hatırlamakta fayda vardır: “Kim Ramazan ayında oruç tutar, Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından sakınarak orucun hakkını verirse, korunması gerekenlerden de korunursa önceki günahlarından arınmış olur” (Beyhakî, 4, 304). Ramazan’ın sonuna doğru özellikle tekli günlerde Peygamberimiz Kadir Gecesi’ni aramamız ve her geceyi Kadir Gecesi bilerek değerlendirmemiz gerektiğini tavsiye etmektedir. Kadir Gecesi’nde Peygamberimiz’in en sık yaptığı duaya baktığımızda af, mağfiret, tevbe ve istiğfar kavramlarının ne kadar öne çıktığını görüyoruz. Şöyle dua ediyor Kadir Gecesi’nde: “Allahümme inneke afüvvün, kerimün, tühibbül’l-afve fa’fü annî” (Allah’ım! Sen çok çok affedicisin, kerîmsin, affetmeyi seversin, beni affeyle”. O zaman hep birlikte bu duaya devam edelim. Dualarımız yoksa Rabbimiz bize ne diye değer versin ki? Affa ve mağfirete ulaşanlardan oluruz inşaallah.